Yakın vadedeki Türkiye yapımı Netflix dizileri arasında yerini alacak olan Sıcak Kafa’nın yazarı Afşin Kum, sıkı okurlarınca Afili Filintalar ve OT Dergi’deki yazılarından itibaren tanınmaya başladı. Yerli distopyaların özel bir örneği olan Sıcak Kafa’nın ardından bir yapay zekâ hikâyesi olan Kübra da yakın zamanda April Yayıncılık logosuyla raflardaki yerini aldı. Afşin Kum’la Sıcak Kafa dizisi, yeni kitabı Kübra, bilimkurgu, distopya ve edebiyat üzerine konuştuk.
Bu röportaj, KalemKahveKlavye’nin “Türkiye Dizi Tarihinde Kitap Uyarlamaları” mini dosyası kapsamında yayınlandı. Dosyanın diğer içeriklerine ulaşmak için TIKLAYIN.
Afşin Bey, hoş geldiniz. Konumuz yerli dizilerde kitap uyarlamaları ama ben önce Kübra‘dan başlamak isterim. Bu yılın başında ikinci romanınız Kübra yayımlandı. İpucu vermemek adına yapay zekâ temelli ama günlük hayatın içinden doğan bir bilimkurgu olarak kısaca tanımlayayım. Fikri nereden çıktı, yazım süreci nasıldı?
Fikir, bir yerde ilk romanım Sıcak Kafa üzerine konuşurken aklıma geldi. Zihnin sözcükler tarafından ele geçirilmesi temasının biraz daha derinine inebileceğim bir hikâye olarak şekillendi. Yazım süreci, olay örgüsünün karmaşıklığı yüzünden biraz daha zahmetli, uğraştırıcıydı. Yaklaşık iki yıllık çalışmanın sonucunda Kübra ortaya çıktı.
Sıcak Kafa‘da da eser miktarda bulunan ama Kübra‘da daha belirgin hale gelen dini, felsefi, bilimsel hatta yer yer ezoterik atıflarınız, yorumlarınız var. Sizi bu referanslara ve bu romanlara götüren kaynaklar, ilhamlar nedir?
Bu iki kitabın ortak izleği diyebileceğimiz, sözcüklerin anlamlarını aşan yayılma gücü, ifadesini bu tip özdeyiş görünümlü cümlelerde buluyor. Ezoterizmden ziyade bir tür ezoterizm parodisi diyebiliriz buna. Bazıları anlamlı ya da karakterin gözünden bakınca o an için anlamlı gibi gelen, ama anlamının ne olduğu pek de belli olmayan cümleler bunlar. Sıcak Kafa’nın konusu bu zaten. Abuklamalar, düpedüz saçmalamalar değil, derin bir gerçeklikten haber veriyormuş gibi bir halleri var. Kübra’da ise sosyal medya üzerinden gelen cümleler, kahramanımızı yavaş yavaş bildiği gerçeklikten koparan bir etki yaratıyor. Gerçek hayatta da, hem sosyal medyada, hem dinsel içerikli metinlerde örneklerini bolca görüyoruz.
“Kübra’da Yapay Zekâ Merceğinden İnsana Baktım”
Yapay zekâ hayli katmanlı ve zor bir konu. Onu sizin tarzınızda bir kurmacada işlemenin zorlukları veya zevkli yanları nelerdi?
Yapay zekâya, şimdiye kadar kurmacada karşımıza çıktığı şeklinden biraz farklı yaklaşmaya çalıştım. Yapay zekâ sahibi varlıklar, aynı zamanda kişilik sahibi olarak resmedilir çoğu zaman. Ya yapılış amaçları doğrultusunda bir kişiliği taklit ettikleri için, ya da nedensiz yere… Böyle yazmak daha da kolaydır, arkasındaki teknolojiyi bilmeniz gerekmez, onu herhangi bir karakter olarak kurgularsınız. Ben, yapay zekânın ne olmadığı üzerine de gitmek istedim. Bizim zekâmız, vücudumuzu hayatta tutmak ve soyumuzu sürdürmek üzere evrimleşmiş, duyguların ve dürtülerin etkisinde bir zekâ. Dolayısıyla, hangi problemle uğraşıyor olursa olsun, vücudun fiziksel varlığının dayattığı bir asıl gündemi her zaman var. Saf bir zekânın, insanı taklit etmek üzere yapılmadığı sürece, kendine ait gündemi olmaz. Korkuları, zevkleri, arzuları, takıntıları olmaz. Problemler ve çözümleri vardır sadece. Bu şekilde yaklaşmak, aynı zamanda insan zekâsına başka bir gözle bakmak için de bir araç teşkil ediyor. Kübra’yı da, temel olarak, yapay zekâ üzerine bir hikâyeden çok, yapay zekâ merceğinden insan aklına ve varoluşuna bakan bir hikâye olarak görüyorum.
Sıcak Kafa konuşma yoluyla bulaşan bir salgını ve karantina ortamını anlatan bir distopya. Yıl 2020 olunca onunla ilgili ilk sorum çok sürpriz olmayacaktır: Pandeminin başından bu yana Sıcak Kafa‘nın yazarı nasıl bir fikir alemi ve haletiruhiye içinde?
Kitabı yazarken hayal ettiğim bazı ayrıntıların gerçek olması benim için de şaşırtıcı oldu, süpermarketlerin yüksek güvenlikli yerler haline gelmesi, pleksiglas levhaların her yere yayılması gibi… Ancak Sıcak Kafa’daki salgın, yaşadığımız virüs salgınından çok, bu salgına eşlik eden dezenformasyon ve komplo teorisi salgınına daha çok benziyor. Virüs salgını nihayetinde geçici, etkisi giderek azalacak. Ama diğeri geçici değil. Sosyal medya çağı, insanlığı saçmalıkla aklın ayırt edilemediği bir geleceğe doğru hızla sürüklüyor.
“Bilimkurgunun En Güzeli, Yaşadığımız Hayatı Anlatanıdır”
Distopyalar “uzak bir gelecekte olması muhtemel olumsuz olaylar”dan çıkıp “halihazırda olan olaylar”ı anlatır hale geldi bugün. Sıcak Kafa‘daki atmosfer ve salgın birer metafor aslında; sistem, güçler hiyerarşisi, varoluş, inanç gibi alt metinleri açısından bugün nasıl konumlandırırsınız eserinizi?
Bunlar daha çok okuyucunun yorum yapması gereken konular tabii. Ama şu kadarını söyleyebilirim; bu tarz bir kitabı hem yazmanın, hem de, muhtemelen, okumanın en zevkli tarafı, anlatılan farazi hayali durumun yaşadığımız gerçeklikle bağını kurmak, metaforların, alegorilerin izini sürmek. Sonuçta, bilimkurgunun en güzeli, yaşadığımız hayatı anlatanıdır.
Sıcak Kafa, Netflix’in yoldaki projelerinden biri ve kitap uyarlamalarının üçüncüsü oldu. Nasıl gelişti süreç ve şimdi ne aşamada? Pandemi koşullarından etkilenecek mi?
Mert Baykal’ın projesi, süreci de o yürüttü şimdiye kadar. Şu anda ön yapım aşamasında, sorunsuz ilerliyor. Çekimlerin başlama zamanı geldiğinde pandemiden ne kadar etkileneceğini göreceğiz sanırım.
Dizi-film uyarlamalarında bazen çok majör farklara bile gidildiği oluyor. Sıcak Kafa‘nın ekrandaki hali nasıl olacak?
Sıcak Kafa kısa bir roman bildiğiniz gibi. Dizi daha hacimli bir proje, dolayısıyla kitaptan oldukça farklı olacak kaçınılmaz olarak. Sıcak Kafa’nın dünyasında geçen, ama olay örgüsü ve karakterlerle kitaptakini aşan, genişleten bir yapısı olmasını bekleyebiliriz.
Sizin asla değişmemesini istediğiniz kırmızı çizgileriniz oldu mu?
Elbette kitabın özüne, ruhuna, yazılış amacına aykırı bir uyarlama yapılmasını istemezdim. Ama Mert, konuya benim baktığım yerden bakan ve kitabın ruhunu çok iyi anlayan bir sinemacı. Dolayısıyla herhangi bir çatışmamız olmadı.
Yerli dizilerdeki son dönem kitap uyarlamaları çoğunlukla polisiye ve fantastik gibi ana akım okurun ve yayıncılığın bir süre öncesine kadar “alternatif” gördüğü türlerden çıktı. Yeni platformlardaki bu eğilimi ve izleyenin ilgisini neye bağlıyorsunuz?
Bu tarz eserlerin yerellikle daha mesafeli olmaları, uluslararası yaygınlığına olumlu etki ediyor olabilir. Biraz da moda olması gibi bir durum var sanırım. Bazı çok başarılı ve çok kaliteli işler, arkasından gelen benzer tarzda çok sayıda yapımın yolunu açtı. Ama hepsi aynı kalitede değil. Son zamanlarda, bir gizemin çözülüşü üzerine kurulu ve genelde aynı şablonu takip eden yapımlara sıkça rastlıyorum. Seyirciyi bir çamdan bir kavaktan kopuk kopuk bilgilerle besleyip, bunlar birbirine nasıl bağlanacak merakıyla ilgiyi canlı tutmaya çalışıyorlar. Ama şablonu çözdüğünüzde o merak da sönümleniyor. Sonuçta bu eğilimin geçici olabileceğini düşünüyorum.
“Sırf Uyarlanır Diye Kitap Yazmak Bana Akıl Dışı Geliyor”
Bu ilgiden ve yeni popüler sanat algısından ötürü bazı kitapların “uyarlanma amacıyla” yazıldığı konusunu nasıl yorumlarsınız?
Evet, bu niyetle yazılmış hissi veren kitaplar var. Ama doğrusu, iyi bir kitap yazmak için döktüğünüz emek o kadar fazla ki, sırf sonunda bir ihtimal filme uyarlanır diye böyle bir zihinsel yatırımın altına girmek bana akıl dışı geliyor.
Dil ve dilbilim üzerine kafa yorduğunuzu biliyoruz. Şimdi sizi hiç okumamış biri bu sohbetteki “distopya, bilimkurgu, yapay zekâ” gibi anahtar kelimelerden ötürü soğuk, mekanik bir diliniz olduğunu düşünebilir ama siz aksine, hem bu konuları günlük hayatın, yerli karakterlerin içine hem de mizahi, akıcı, hiperaktif bir anlatıma yediriyorsunuz. Bu özellikle gözettiğiniz bir şey mi, özel bir çabanız var mı?
Bir yazar olarak iddianız varsa, kendinize özgü bir üslup geliştirme gibi bir çabanızın olmaması düşünülemez. Benim için, zaman içinde gelişen ve giderek doğallık kazanan yaklaşım; kendini aşırı ciddiye almayan, ağır konuşmayan, ortaya bir varsayımsal durum koyup okuyucuyu birlikte üzerinde düşünmeye davet eden bir üslup oldu. Tabii mizaha bayağı alan açılıyor böyle bir tarz içinde, o alanı da severek kullanıyorum.
Romanlarınızdan önce Ot‘taki ve Afili Filintalar’daki yazılarınızı okuduk. Tür itibariyle farklı bir yerde duran Sıcak Kafa ve Kübra gibi romanlara sizi ne yönlendirdi?
Okurlar yönlendirdi desem yanlış olmaz sanırım. Çocukluktan beri yazıyorum ama Afili Filintalar’da yazmaya başlayana kadar, yazdıklarımı yayınlatmak gibi bir girişimde bulunmamıştım. Okuyucunun ilgisi ve beklentisi, bende daha uzun ve ayrıntılı yazma hevesi uyandırdı, sonuçta da kitaplar ortaya çıktı. Tür ve hacim olarak diğerlerinden farklı ama dert ettiğim meseleler açısından baktığımda, romanlar aslında daha önceki yazılarda ortaya çıkan çizginin devamı olarak da görülebilir diye düşünüyorum.
Afili Filintalar dönemindeki yazılarınıza artık ulaşılamıyor. Onları yeniden okumak isteyen okurun böyle bir şansı olacak mı?
Zamanında Afili Filintalar’da çıkmış yazıların çoğunu bir blogda topladım, afsinkum.com adresinden ulaşılabilir.
Bizden bu kadar Afşin Bey. Çok teşekkür ederiz. Eklemek istedikleriniz varsa tam sırası.
Ben teşekkür ederim.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)