Haruki Murakami’nin ilk romanı “Rüzgârın Şarkısını Dinle”, 1960’lı yılların küçük bir kesitini anlatan, aslında konusu olmayan, yazarın kendi deyimiyle bir roman değil, bir novella.
Murakami, henüz bir bar işletmecisi olduğu zamanlarda, bir beyzbol maçı izlerken aklına düşen “Galiba roman yazabilirim,” fikriyle yazmaya başladığı ödüllü kitabının çevrilmesine yıllar sonra izin verdi. Rüzgârın Şarkısını Dinle, yazarın külliyatına hâkim olanları arafta bırakacak bir eser. Murakami’nin özgün dilinin, okuyucuyu düşünmeye, kendine ait bir alana gitmeye zorlayarak yakaladığı bir gerçek. Bu gerçek, yazarla ilk kez karşılaşan bazı okuyucuları ürkütmekle birlikte, daha meraklı ve cesur okuyucuyu ise kendine çekebilir. Murakami’nin özgün ve gerçekçi diline bir anda vurulmazsınız, yelkovanla akrep dans ederken farkında olmadan bağlanırsınız.
Bu kitap ise sadece bir boşluk. Ne anlattığını, nasıl anlattığını, yolun nerede başlayıp nerede bittiğini bilmeden okuyorsunuz. Hangi duyguya, hangi gerçeğe, hangi düşünceye liman olduğunu size belli etmiyor. Etmemesi edebî bir kaygıdan da değil, kitabın öyle bir derdi yok. Ya da yazarın kaleme alırken böyle bir farkındalığı mevcut değil.
Murakami, kitabı yazma sürecinde bu durumu fark etmiş olacak ki şöyle diyor:
“Ortaya çıkan şeyi okuduğumda hiç mi hiç etkilenmemiştim. Kitabım bir romanda olması gereken şeylere sahipti ama bu haliyle sıkıcıydı ve hoşuma gitmemişti. Eğer yazar bu şekilde hissediyorsa, diye düşündüm üzgün üzgün, okurun tepkisi muhtemelen daha da olumsuz olacaktır.”
Bir sanat ürününün meselesi olmak zorunda mı, bu tartışılır. Bazen sadece yazmak için yazmak yazara bir özgürlük alanı sağlayabilir ve yazara nefes aldırır. Bu nefes alış ise okuyucuya tertemiz bir metin olarak geri dönebilir. Kaygının ve baskının olmadığı, “Bir şey değil, olağanüstü bir şey anlatmalıyım. Onu da olağanüstü bir biçimde anlatmalıyım!” telaşından bağımsız oynatılan kalemler gerçekten nitelikli eserler verebiliyor.
Murakami de, kitabın yazım süreci üzerine düşündükten sonra şu sonuca vardığını söylüyor:
“Yaşamında tek satır bile yazmamış benim gibi birinin dahice bir şey çıkarmasını hayal etmek hataydı. İmkânsız olanı başarmaya çalışıyordum. ‘Karmaşık, bilgece şeyler yazmaya çalışmayı bırak,’ dedim kendi kendime. ‘Roman’ ve ‘edebiyat’ hakkındaki tüm yerleşik düşüncelerini sana geldiği haliyle kaydet, özgürce, canın nasıl istiyorsa öyle.”
Bu fikri benimsedikten sonra önündeki kâğıt tomarlarını ve dolmakaleminden kurtulup dolaptan eski Olivetti marka daktilosunu çıkarmış ve Rüzgârın Şarkısını Dinle’yi hiç kimse için değil, kendi için, yazabilmek için yazmış. Belki de kendine “Yazmak istiyorum, yazar olmak istiyorum,” itirafını yaptığı bir aynadır bu kitap. Kendisiyle yüzleştiği için yoluna devam etmiş Murakami. Çünkü sanat ürünü ve sanatçı, çoğunlukla beğenilmek, onaylanmak ve takdir görmek kaygısıyla işe koyulur. Buradan kopup “Önümdeki şey pek matah bir şey değil, bunu kabul ediyorum ve sırf yapmak için, sevdiğim ve istediğim için devam ediyorum,” demek saf üretimin başladığı yerdir. Ve bu yer, paha biçilemez zenginliktedir.
Rüzgârın Şarkısını Dinle; ilk kez Murakami okuyacaklar, irdelemeyi değil yargılamayı seçen okuyucular, her okuduğunda bir aforizma bekleyenler için düş kırıklığı; metnin dışında kalabilenler, resmin bütününü görenler, üretmenin bir süreç olduğuna inananlar içinse üstlerine alacakları hafif bir pike niteliğinde.
Haruki Murakami Hakkında Bilmek İsteyeceğiniz 8 İlginç Bilgi
1987, İstanbul doğumlu. Felsefeci, yaratıcı drama&tiyatro eğitmeni. Başta KalemKahveKlavye olmak üzere çeşitli mecralarda yazılar kaleme alıyor. İlk kitabı Aristoteles · Hayatı Bir Şölen Sofrası Gibi Bırakmalı Ne Susuz Ne de Sarhoş 2022’de Destek Yayınları’ndan çıktı. Evli ve iki kedi annesi.