Küsurat Yayınları‘ndan çıkan Mutlu Beslenme adını verdiği ikinci kitabıyla okurunu yine sıcacık selamlayan ve farklı bakış açıları sunmaya devam eden Sema Özpekmezci ile kısa ve keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sema Özpekmezci, bu kez Mutlu Beslenme ile okurunu yine tüm kalıpları ortadan kaldırdığı bir sağlıklı beslenme ritüeline davet ediyor. Onu takip ediyorsanız tüm ezberlerinizi bozmaya hazırlanmanız gerektiğini biliyorsunuz demektir. Bize sağlıklı beslenirken de çok lezzetli şeyler yemenin mümkün olduğunu öylesine enerjik ve sevgi dolu anlatıyor ki! İşte söyleşimiz…
Keyifli okumalar…
Röp: Damla Karakuş
Sema Özpekmezci: “O Zorluğun İçinden Yeni Bir Çiçek Açacak; Bu Hayat Felsefem”
Yeni kitabınız Mutlu Beslenme, okurlarıyla buluşmaya devam ediyor. Kitabınızın sayfa numaralarında yer alan nilüfer detayı oldukça dikkat çekiyor. Bunun sizin için özel bir anlamı var mı?
Evet, benim için büyük bir anlamı var. Kitabımda bahsetmiştim ve sevgili yayınevim de bana sürpriz yapıp, sayfa numaralarına eklemiş. 🙂 Nilüfer çiçeği çok güzel bir çiçektir ve çamurun içinden büyür. Eğer içine köklerini saldığı çamur olmazsa o güzelliğine kavuşamaz. Bizler de hayatımızda, elimizdeki iyi durumlara gelirken belli zorlukların içinden geçiyoruz. Şimdi hayatta zorlandığım konular olduğunda biliyorum ki, o zorluğun içinden yeni bir çiçek açacak; bu hayat felsefem.
İlk kitabınız Sema’nın Sağlıklı Mutfağı’na da baktığımızda henüz 27 yaşındayken Tip 2 Diyabet teşhisi aldığınızı ancak beslenme ve yaşam şeklinizde büyük bir değişiklik yaparak diyabeti yendiğinizi ve artık bambaşka bir yaşam sürdüğünüzü öğreniyoruz. Yaşamınızdaki bu radikal değişiklikleri nasıl yaptınız?
Aslında çok bilinçli yapmamıştım. Hepsi sağlığımı daha fazla kaybetme korkusu ile bir gecede aniden olmuştu. Evde ne varsa çöpe atıp yeni bir hayat kurmuştum. Şimdi baktığımda iyi ki olmuş, diyorum. Nilüfer çiçeğine bakarsak, o dönem benim çamurumdu ve o çamurun içinden çiçek açtım, diyebiliriz.
Peki, hayatınızda olumsuz bir durumla karşılaştığınızda genel olarak bununla mücadele eder misiniz yoksa kabullenip onunla yaşamaya mı alışırsınız?
Bunun cevabı sanırım duruma göre değişken. Genelde mücadele ederim ama verdiğim mücadelenin sonunda, şayet istediğim sonuç olmamış ise “Bu da böyle sonuçlanacakmış, bundan da başka bir şey çıkacakmış,” diye orada olayın doğal akışına bırakırım.
Mutlu Beslenme’de bahsettiğiniz gibi aslında sağlıklı beslenme dendiğinde herkesin zihninde birtakım net düşünceler beliriyor ama uygulama kısmı bizleri biraz zorlayabiliyor. Nasıl sağlıklı beslenileceğini bilsek de bunu uygulamakta zorluk yaşamamızın nedeni/nedenleri nelerdir?
Bunun bence iki nedeni var. Birincisi önyargı. Sağlıklı Beslenme denince tatsız tuzsuz şeyler yeneceğini düşünüyoruz hep. Haşlanmış brokoli gibi mesela ama halbuki bu sadece bir algı. Çok lezzetli yemekler yiyoruz.
İkinci ise bedenden kopuk olmamız, sinir sistemimizin yaşadığımız stresle, duygusal dalgalanmalarla hep tehdit modunda kalması. Gün içinde sinir sistemi o kadar yüksekte kalıyor ki, akşam eve gelince canımız pazı yemek istemiyor tabii. Sinir sistemini mümkün olduğunca meditasyon ve yoga ile rahatlatmak, aynı anda da doğru gıdalar ile zevk alarak doymak sağlıklı beslenmeyi kolaylaştırıyor.
“Üstünü Örttüğümüz Her Şey Orada Durmaya Devam Edecek.”
Yine Mutlu Beslenme’de yer alan bir bölümle ilgili sormak istiyorum. Sağlıklı besinlerle karnımızı doyurmaya çalışsak da zaman zaman canımız sağlıksız şeyleri isteyebiliyor. Peki, bunun nedeni nedir?
Alışkanlıklar çok güçlüdür ve hayatımızı yönetirler. Alıştığımız tatları arıyoruz, sosyal çevremiz var, görüyoruz, kokusunu alıyoruz ve canımızın istemesi tamamen normal. Ben diyorum ki on kez canımız istediğinde dokuz kez sağlıklı versiyonlarını yaparsak, bir seferinde de kitapta anlattığım tat alma egzersizinde olduğu gibi, tadını alarak keyfini çıkartabiliriz.
Zaman zaman bir şeye sinirlendiğimizde, üzüldüğümüzde kendimizi bir yeme atağının ortasında bulabiliyoruz. Peki buradan nasıl çıkılır?
Öncelikle nedenini bilmek çok önemli. Eğer fiziksel olarak aç değilsek ve bir yeme isteği geldi ise “Şu anda aslında ihtiyacım olan nedir?” diye kendinize sormak önem arz ediyor. Belki sinirlendiğimiz kişi ile konuşmak, belki rahatlamak, yorgunsak dinlenmek veya uyumak, üzgünsek sadece üzüntümüz ile kalmak, onu geçirmeye veya görmezden gelmemeye çalışmak. Çünkü bu esnada yapacağımız yeme davranışı durumu düzeltmeyecek, sadece konunun üstünü bir battaniye gibi örtecektir. Üstünü örttüğümüz her şey orada durmaya devam edecek ve yediğimiz her ne olursa olsun durumu değiştirmeyecek.
Kitabınızda, birkaç danışanınızın da kendi serüvenini anlattığı bir bölüm yer alıyor. Bu kısımları okuduğumuzda zaman zaman çaresiz hissedilse, düşülse de tekrar ayağa kalkılabileceğini görüyoruz ve bu durum umut da aşılıyor aslında. Bu yolculuklara en yakından tanıklık eden kişi olarak danışanlarınızın cümlelerini okuduğunuzda siz neler hissettiniz?
Ben beraber çalıştığım kişilerin düşüncelerini okuduğumda tabii ki etkileniyorum. Her çalıştığım kişinin bana yazdığı ilk e-mail veya ilk görüşmemizde anlattıkları her zaman aklımda kalıyor. Daha sonra değişimlerine tanık oldukça, onlara bana ilk söyledikleri cümleleri hatırlatıyorum. Kendileri bile eski hallerine şaşırabiliyor bazen.
Ben yaşadıkları değişim karşısında, bu süreçte onların yanında olduğum için gurur duyuyorum. Öğrendikleri her şey artık ömür boyu onlarla olacak. Ne bana ne de başka birine ihtiyaçları kalacak, çünkü ben çalıştığım herkese, kendi beden ihtiyaçlarını kendilerinin keşfetmesi için yolu gösteriyorum.
Bunca zaman çok sayıda biyografi yazmış olsam da iş kendimden bahsetmeye gelince, yanakları al al olan küçük bir kız çocuğuyum. İçimdeki kırmızı balonu her gün gezintiye çıkarıp bulutlara gönderiyor, sonra bana geri dönmesini bekliyorum; aslında hepimiz gibi. Ben sadece o dönene dek yazıyorum… Daha ayakları yere basan cümleler kurmam gerekirse: Merhaba, ben Damla Karakuş. 1 Eylül 1990 doğumluyum. Mühendislik diplomamdan uçak yaptığımdan beri sadece yazıyor ve bazen de resim yapıyorum. Hayatta en çok hayvanları, ağaçları, çiçekleri ve bulutları seviyorum.