Şebnem Soral Tamer’in yeni romanı Gece Denizi Kafka Kitap’tan çıktı. Kitabı KalemKahveKlavye okurları için Çağla Özden inceledi.
“Şu bizim güya ‘biricik’ hayatlarımız var ya, gökler sıkıntıdan patlayıp içinden bizi çıkardığından beri çalınan tek bir plaktan mütevellitmiş, onu anladım. Toprak çamur ya da ateşten ziyade sıkıntı bize daha uygun bir hammaddedir. Bunu herkes bilir.”
Bazı kitaplar ve onların baş karakterleri, okuyucusuna dost olur, kalbine yerleşir. Samimi, içten ve gerçektir. Okura sık sık “Bu tam olarak ben!” dedirtir. Yaşadıkları, okuyucusu için tanıdıktır. İşte Gece Denizi tam da böyle; okuyucusuna empati kurdurabilen, gündelik hayatı kurguyla birleştiren bir roman.
Şebnem Soral Tamer’in Kafka Kitap’tan çıkan romanı Gece Denizi, renkli, lafını esirgemeyen, hayatı kendince yaşamayı tercih eden orta yaşlı kahraman Servi’nin, hayatının dönüm noktası olarak belirleyeceği bir kararla kaleme aldığı defterinden dökülen efsanenin, hayalin ve gerçeğin iç içe geçtiği cümleleri okurla paylaşıyor. Yaşamı çok da ciddiye almamamız gerektiğini söyleyen yarı karamsar karakterimiz Servi, o güne kadar yaşadıklarını göz önüne alarak ve yaşlılığa pek meydan vermek istemeyerek hayatına son verme kararı alıyor. Ne var ki pek çok insanın üzerindeki “Dünyada bir iz bırakmalıyım laneti” Servi’yi de etkisi altına alıyor ve Servi bu iştahla kaleme sarılıyor.
“Bilinçaltınız bilince dönüşene dek hayatınızı yönlendiren o olacak ve siz ona ‘kader’ diyeceksiniz.” — Carl Gustav Jung
İnsan, cümlelerle bir kez buluştu mu hayatındaki hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Cümleler insanı büyüler ve bu büyü hiç geçmez. Hele ki insanın kendi hayatına, bilinçaltına doğru gidiyorsa cümleler; oradan sayısız anı, acı, mutluluk, yaşayanın bile unuttuğu sayısız ayrıntıyı gün yüzüne çıkarmadan rahat bırakmaz. Bu yüzleşme ile bazılarımız ihya olur, kendini aşar ve yola bambaşka biri olarak devam eder, bazılarımız böyle bir yüzleşmeyi aklından geçirmeye bile korkar.
Peki ya Servi bu yüzleşmenin sonunda nereye varacak? Hem de bombanın pimini kendi çekmişken?
Gece Denizi’nin en dikkat çekici yanlarından biri Servi’nin yaşadıklarını anlatırken kullandığı doğal ve mizahi dil. Yazar bunu çok dozunda vermiş, okuyucu olarak bu noktada okurken çok keyif aldım. Mizahi olmayan bir romanda doğru dili kullanarak okuyucuyu gülümsetmek yetenek ister. Gece Denizi‘nin mizahı, yakın bir arkadaşımızın yaşadıklarını dinlerken hem şaşırıp hem güldüğümüz türden bir mizah.
Romanın bir de efsunlu, gizemli bir tarafı var. Servi’nin zihin haritasında yaptığımız yolculuk zaman zaman yaşadığımız toprakların göğsünde büyüyen sözlerin, masalların, mitlerin etkisiyle bambaşka bir hale dönüşüyor. Böyle bir dönüşüm olacağını hiç sezdirmeyen yazarı okuyucusuna yaptığı bu edebi sürprizden dolayı kutlamak gerekir.
Gece Denizi akıcı dili, samimi kurgusu ve en çok da hem yazarın hem kahramanının kendi içlerine yolculuk etmelerini başarmış olmalarıyla okuyucunun kalbine dokunuyor. Ölüm ve yaşam arasında mekik dokuyan bir kadının çocukluğundan itibaren yaşadıklarını, insana ait tüm duyguları içine alarak anlatırken özgünlüğünden de ödün vermiyor.
Gece Denizi size Servi’yi, Servi de size “Ben de yaşadım” dediğiniz hatıraları getirecek. Bence cümlelerinin simli, parlak kalemlerle yazıldığı (benim hayalimde böyle) samimi ve büyülü bir defterle…
Gece Denizi · Tanıtım Bülteni
Elli üç yaşındaki Servi’ye göre, şu “yaşamak meselesi” haddinden fazla abartılmaktadır. Ağrıyan ve tutukluk eden dizlerle kendini göstermeye başlayan yaşlılık belli ki gözünü korkutmuş, malum vakti beklemektense bir hâl çare düşünmek daha mantıklı görünür olmuştur. Yaşadığı şehirden çok uzakta bir yere gidip göçme ânında gerçekleştiği rivayet edilen anılar gösterimini garantiye almak istercesine bir defter tutmaya başlar. Ancak asıl konu ondaki bu köklü güvensizlik duygusu değil, kendini bildi bileli yüzleşmekten kaçındığı bir gerçekliğin gözlerinin içine bakma ihtiyacıdır:
“Keşfettiğim bir şey var, bence epey önemli bir mevzu, giderayak onu masaya yatırayım diyorum: Şu bizim güya ‘biricik’ hayatlarımız var ya, gökler sıkıntıdan patlayıp içinden bizi çıkardığından beri çalınan tek bir plaktan mütevellitmiş, onu anladım (toprak, çamur ya da ateşten ziyade, sıkıntı bize daha uygun bir hammaddedir, bunu herkes bilir). Aklıma çengel gibi takılıp kalan anıları yan yana dizdim, sonra da kutsal metinlere, efsanelere, masallara, ağıtlara, halk söylencelerine baktım, okuyup araştırdıkça küçük ya da büyük parçalar hâlindeki temsillerinde oynadığımı fark ettim… Huyum kurusun, inadım tuttu mu ne yel ne de sel alabilir beni bir davadan. Yine öyle olacak, sırf bu zorbalığa kafa tutmak için gideceğim. Ama önce bu örtülü oyunu bir sır olmaktan çıkaracağım.”
İstanbul’da başlayıp Güneydoğu’ya uzanan bu efsunlu “defter”, yaşadığımız topraklara ait masalların, mitlerin, keşiflerin ve karanlık kahkahaların, var oluşumuzdan bu yana bitimsiz bir esrimeyle dinlediğimiz öykülerin edebiyata dönüşünü kutlayan bir metin.
“Dinlediğim ve ruhum bile duymadan bir parçası olduğum onca anlatının karşılığı gibi göreceğim bu defteri. Masallara karışmış masalımı anlatacağım. Kimse çocuğunun yatağına ilişip okumak istemeyecek belki ama bundan bana ne, bir kere de benden sonrası tufan olsun.”
1987, İstanbul doğumlu. Felsefeci, yaratıcı drama&tiyatro eğitmeni. Başta KalemKahveKlavye olmak üzere çeşitli mecralarda yazılar kaleme alıyor. İlk kitabı Aristoteles · Hayatı Bir Şölen Sofrası Gibi Bırakmalı Ne Susuz Ne de Sarhoş 2022’de Destek Yayınları’ndan çıktı. Evli ve iki kedi annesi.