Acelem yoktu. Kendi başıma kurgulamadığım zaman döngüsü içinde varlığımı konumlandırmanın gereksiz olduğuna karar vermiştim. Asansöre binmedim. Merdivenleri ağırca, ağırlığımca çıktım. Basamaklar olağandı. Bağırdım. Kelimelerim apartmanın duvarlarında yankılandı. Beş katlık yolculuğum boyunca hiçbir şey düşünmemeye odaklamıştım kendimi, tekrarlayıp durdum: “Hiç, hiç, hiç…” Işık otomatının “tık” sesiyle ürktüm. Ve karanlık.
Ses; hızlanan soluklar, mesaisini tamamlayan kilit, yağlanma vakti gelmiş kapı menteşelerinin huysuzluğuyla biçimlendi. Aldırmadım. Anlamak istemiyordum. Herhangi bir şeyi istemeyi bile istemiyordum ki Anlam, bu sabah gözümün önünde, üstelik bir halk-ekmek kuyruğunda tecavüze uğradı.
Ölesiye acıkmak, iş bulma kurumuna ya da öğle namazına yetişebilmek; bir halk-ekmek kuyruğundan nefret etmek için yeterli sebepler olabilirdi. Ama Anlam’ın parmaklanan ağzı, düğümlenen götü ve ellenen göğüsleri o gün orada bekleyen herkeste sadece merak uyandırıyordu.
Gözümün iliştiği ilk polis, cebinin ardından aletini kurcalarken, diğerinin kendi kafasına sıktığı kurşun nihayet korkuyu sokağa çıkarabilmişti. Korku; siyah eldivenler, siyah süet ayakkabılar, kazak, fular, sihir siyah; kafasını patlatan memurun kucağına beyaz bir menekşe bırakmasıyla var oluyordu. Sonra etrafa kaçışan insanlar, umursuz dolanan karıncalar ve dizleri üstünde hıçkırıklara boğulan Anlam.
Kabataş iskelesinden uzanan vapur’ sesiyle’ hayat’ birden’ normale döndü. Araçlar oldukları yerde durdu; şoförleri vapur için, vapur aşkına bir dakikalık saygı duruşuna geçtiler. Korku, köşedeki kıraathaneye oturdu. Okeye dördüncü aranıyordu. Korku, hayatının geri kalanını okey oynayarak tüketti.
Anlam, çığlık çığlığa açamadı gözlerini, açamamıştı. Laleli’de Tanrı’nın gümüş İsa işlemeli bir haçla ikamet ettiği evdi; penceresinin kirişinde nefes satan sıva artıklarının şarkı söylediği. Anlam, naylonla tanıştı ki Sessizlik; sigortasız kirlenen ameliyat eldivenleri, eldivenlerin üstünde düzüşen para hışırtıları ve yatakta Sessizliğin elmacık kemiğine doğru yol alan damlalarla diyaloğunu tamamladı.
-Beş bin lira değil mi doktor?
-Evet.
-Evet.
“Çat.”
Doktor çıkmıştı. Sessizliğe döndüm. Nefesimi derine sapladım, sertçe burnumdan fışkırdı. Bir şey demedik. Camiden bir şiir sesi duyuldu. Edip Cansever okuyordu: “Artık hiç kimse bir şey anlatmasın kimse bir şey anlatmasın.”
Cebimden bir alüminyum nesne çıkardım. Cam kenarındaki tekli koltuğa oturdum. Özenle paketi açtım. Beyaz toz yığınını sehpaya döktüm. Beyaz ceketimin iç odasından çıkardığım bıçakla, yer yer pıhtılaşmış tozu önce çarpanlarına ayırdım, sonra beyaz şerit haline getirdim. Burnumla içtim.
Sessizlik, güçlükle sapsarı yüzünü bana döndü. Şişmiş, kan çanağı gözleriyle bana baktı. Sadece baktı. Sonsuz baktı. Tekli beyaz koltuk bomboştu.
“Çat.”
İçerdeyim. Burası kimin evi? Ben kim değilim? Terli, su içtim. Gittim. Geldim. Konuşmadım. Buradaydım. Halıydım. İp yığınıydım. Betonarme omurgalarım, ağaç ölüsü düşlerim vardı. Andım. Kötü bir doğru… Sessizlik; ağırca, ağırlığınca yataktan kalktı. Sabit adımlarla önce çalan kapının deliğine vardı. Sonra yola,
sonra kendine vardı. Sadece vardı. Sonsuz vardı, gitmenin ne olduğunu bilmeyerek.
sonra kendine vardı. Sadece vardı. Sonsuz vardı, gitmenin ne olduğunu bilmeyerek.
***
Anlam bir gün doğmuştu, Venüs gezegeninde sualtı balığı olarak. Resmi dini suydu. Resmi dili salsa. Artık Anlam’ın mutsuz olma ihtimali yoktu. Mutluluk, yosunpiçi tarafından iki siyah istiridye kabuğunun arasına hapsedilmişti. Kabukları siyahtı, içleri de siyah. Venüs’ün sualtı yasalarınca siyah bi’ renk değil, vazgeçilemez tek durumdu. Anlam yüzdü. Sadece yüzdü. Sonsuz yüzdü, yüzmenin ne olduğunu bilmeyerek.
Hayatın bir sürü adı vardı ama en çok mavi göğüsleri… Hayat bu mavi göğüslerde bir evren büyütürdü. Ne zaman gülse Venüs’te bir büyü çürütülürdü. Öyle ki onun için iki mum yarattım. Fitilsiz iki mum… Tek yaptıkları birbirlerini bilmek olsundu. Oldu.
Bilmiyorum menekşelerde mi yandım, uzayda mı eridim ve dağıldım. Bilmiyorum eridikçe azaldım mı çoğaldım…
**
Bu yazı ilk kez, Ekim-2014 tarihli KalemKahveKlavye Dergi’de yayımlandı.
Görsel: John Gallow-Violet Dreams Albüm Kapağı
Görsel: John Gallow-Violet Dreams Albüm Kapağı
Müslüm Çizmeci, 87 Türkiye doğumlu, insan, kalem kullanabiliyor. Alfabeyle karmaşık bir ilişkisi, şimdiye dek yayımlanmış bir şiir kitabı var. Lethe Kitap’ta kurucu işçi. Hayalsever, hayvanperest, fanzinkolik.