“Ah
ihtiyar medeniyet, çocuklarına sağlam yepyeni bir dünya kurmaktan bunca aciz
misin? Bizi yabancı diyarlardan getirttiğin puslu yalanlarla mı besleyeceksin?”
ihtiyar medeniyet, çocuklarına sağlam yepyeni bir dünya kurmaktan bunca aciz
misin? Bizi yabancı diyarlardan getirttiğin puslu yalanlarla mı besleyeceksin?”
(Bu yazı ilk kez, KalemKahveKlavye Dergi’nin 3.sayısında yayımlandı. Yazarın bir “Yeşilçam serisi” niteliğinde yazdığı yazıların ilk parçasını ŞURADAN okuyabilirsiniz.)
İSTANBUL
ADAM
ADAM
Turist
Ömer selamıyla selamlıyorum herkesi. Yandan çarklı, alaycı, akıllı ve daima
hüzünlü bir Sadri Alışık selamı…
Ömer selamıyla selamlıyorum herkesi. Yandan çarklı, alaycı, akıllı ve daima
hüzünlü bir Sadri Alışık selamı…
İnce bir sızı gibi hafızalara kazınan
sureti aynı zamanda gülümsetir, efkarlandırır ve hayata dair umut verir. Her
İstanbul manzarasında “Ah Sadri Abi…” derim, devamını getiremem. Bazen üç beş
balıkçı şakalaşır Galata’da, bazen bir kadın ağlıyordur Sarayburnu’nda, bazen
de spor bir arabanın gürültüsü keser konuşmaları… Şehrin damarlarında binlerce
yıldır dolaşan hikayeler Sadri Alışık filmleri ile gözler önüne serilmiştir.
Yeşilçam’ın en İstanbullu artistidir O, en İstanbul artistidir, İstanbul’dur
bilfiil hatta. İstanbul için yazdığı şiir kitabındaki “İnat Gibi” şiirine şöyle
başlar:
sureti aynı zamanda gülümsetir, efkarlandırır ve hayata dair umut verir. Her
İstanbul manzarasında “Ah Sadri Abi…” derim, devamını getiremem. Bazen üç beş
balıkçı şakalaşır Galata’da, bazen bir kadın ağlıyordur Sarayburnu’nda, bazen
de spor bir arabanın gürültüsü keser konuşmaları… Şehrin damarlarında binlerce
yıldır dolaşan hikayeler Sadri Alışık filmleri ile gözler önüne serilmiştir.
Yeşilçam’ın en İstanbullu artistidir O, en İstanbul artistidir, İstanbul’dur
bilfiil hatta. İstanbul için yazdığı şiir kitabındaki “İnat Gibi” şiirine şöyle
başlar:
“Affedersiniz,
Siz İstanbul musunuz?”
Siz İstanbul musunuz?”
Roller, üzerine mi yapışmıştır yoksa her
role kendini mi katmıştır Sadri Alışık? Serseridir, kalenderdir, komiktir,
aşıktır, has adamdır, yalnızdır, dosttur, anlamlıdır. Senaryo çizgisinde oynar
pek tabii ama seyirci senaryoyu atlayıp muhabbete sarılır. Kendimden biliyorum,
Sadri Alışık filmleri yalnızlığı dindirip inzivayı yüceltir. “Bu da mı gol değil?” cümlesini hangi
oyuncuya yakıştırabiliriz başka? “Gözleri dört defa lacivert” yazabilir herkes
ama kim “Ah Müjgan Ah” filmindeki gibi söyleyebilir? “Oynadın bizimle”
dediğinde Filiz Akın; işe kalkılan sabahtır, uzaklaşan sevgilidir, suya düşen
hayaldir, isyandır, hayatın sillesidir.
role kendini mi katmıştır Sadri Alışık? Serseridir, kalenderdir, komiktir,
aşıktır, has adamdır, yalnızdır, dosttur, anlamlıdır. Senaryo çizgisinde oynar
pek tabii ama seyirci senaryoyu atlayıp muhabbete sarılır. Kendimden biliyorum,
Sadri Alışık filmleri yalnızlığı dindirip inzivayı yüceltir. “Bu da mı gol değil?” cümlesini hangi
oyuncuya yakıştırabiliriz başka? “Gözleri dört defa lacivert” yazabilir herkes
ama kim “Ah Müjgan Ah” filmindeki gibi söyleyebilir? “Oynadın bizimle”
dediğinde Filiz Akın; işe kalkılan sabahtır, uzaklaşan sevgilidir, suya düşen
hayaldir, isyandır, hayatın sillesidir.
“…Anladın mı Kazım? Anam, babam,
kardeşim, arkadaşım Kazım…”
kardeşim, arkadaşım Kazım…”
Haşmet
İbriktaroğlu; Safa Önal’ın kaleminden çıkmış, Atıf Yılmaz’ın gözünden yansımış
Sadri Alışık’ın bedenini mesken edinmiş bir ruhtur. Ayşe de hakeza öyledir, ruhtur yani,
Ayla Algan’ın bedenini mesken edinen. İstanbul ruhların üstünde ruh, adeta
filmin bağlayıcısıdır. Filmin adı söyleniş biçimine göre anlam değiştirir,
flulaşır şehir görüntüsü bazen, bazen ise berraklığı göz alır. Şöyle ki;
rezilliğin ünleminde sitemdir “Ah güzel İstanbul”, boğazın maviliğinde
şükürdür. Filmin başlangıç sahnesinde Sadri Alışık’ın monologu sizi “Gündüz
Çorbacı-Gece Meyhaneci Rıfkı”nın mekanına götürür. Oturursunuz bir güzel
masaya, başlarsınız demlenmeye. Sabah da çorba ile ayılırken Haşmet
İbriktaroğlu’nun sesi çalınır kulağınıza. Bu siyah-beyaz döngü sürer gider.
Monolog, sözün ötesinde evrensel bir manifestoya dönüşür. Sahi ya, üç beş kuruş
için istemediği işi neden yapsın insan? 1966 yapımı Ah Güzel İstanbul filmi
kocaman bir soru ile efkarın beşiğinde başlar.
İbriktaroğlu; Safa Önal’ın kaleminden çıkmış, Atıf Yılmaz’ın gözünden yansımış
Sadri Alışık’ın bedenini mesken edinmiş bir ruhtur. Ayşe de hakeza öyledir, ruhtur yani,
Ayla Algan’ın bedenini mesken edinen. İstanbul ruhların üstünde ruh, adeta
filmin bağlayıcısıdır. Filmin adı söyleniş biçimine göre anlam değiştirir,
flulaşır şehir görüntüsü bazen, bazen ise berraklığı göz alır. Şöyle ki;
rezilliğin ünleminde sitemdir “Ah güzel İstanbul”, boğazın maviliğinde
şükürdür. Filmin başlangıç sahnesinde Sadri Alışık’ın monologu sizi “Gündüz
Çorbacı-Gece Meyhaneci Rıfkı”nın mekanına götürür. Oturursunuz bir güzel
masaya, başlarsınız demlenmeye. Sabah da çorba ile ayılırken Haşmet
İbriktaroğlu’nun sesi çalınır kulağınıza. Bu siyah-beyaz döngü sürer gider.
Monolog, sözün ötesinde evrensel bir manifestoya dönüşür. Sahi ya, üç beş kuruş
için istemediği işi neden yapsın insan? 1966 yapımı Ah Güzel İstanbul filmi
kocaman bir soru ile efkarın beşiğinde başlar.
Klasik söylemlerle özetlenebilir filmin
hikayesi ama ayrıntıların şahlandırdığı bir başyapıttır aslında. Köyden şehre
artist olmak için gelen genç kızın kötü yola sapma durumları ve iyiliksever
kahramanımızın onu yolundan döndürme çabaları… Gelin görün ki Haşmet
İbriktaroğlu, Yeşilçam’ın sonradan türeyen maço, mafyatik, sert adamlarından
değildir; aksine, görmüş geçirmiş, akıllı, soğukkanlı bir adamdır. Belki de son
asildir Yeşilçam’daki. Medeniyet eleştirisi ile yürütür iyiliğini.
Karşılaşılması güç bir altyapısı vardır ki film bu altyapıyı ray yaptığında hiç
aksamadan nihayete ermeyi başarır. Son Osmanlı yanılgısının yeni Cumhuriyet’e
mirası olan yanlış Batılılaşma algısı basit hikayeyi derinleştirir. Kadın-erkek
ilişkisi üzerinden “Batılılaşma-Medeniyet” konusunu ele almak bana göre çok riskli
aslında. Çünkü gelişmemiş toplum görüşü bu tip filmleri kadınların üzerinde
baskı kurmak için kullanabilir diye düşünüyor insan. Neyse ki yaklaşık yirmi
günde çekilen bu film, hikayesini ve meselesini güzel ruhlar aracılığıyla
sunuyor. Haşmet İbriktaroğlu medeniyet
düşmanı olmadığını, İstanbul’un kendisinin medeniyet olduğunu ve üç kağıtçının,
pezevengin adının bu şehirle anılmaması gerektiğini anlatıyor. Fondaki
İstanbul manzarası ile günümüzün İstanbul manzarasını karşılaştırdığımızda
anlatılanın kubbede hoş bir seda olarak uçuştuğunu, şehrin bir kulağının arkasının
sağlam kaldığını anlıyoruz.
hikayesi ama ayrıntıların şahlandırdığı bir başyapıttır aslında. Köyden şehre
artist olmak için gelen genç kızın kötü yola sapma durumları ve iyiliksever
kahramanımızın onu yolundan döndürme çabaları… Gelin görün ki Haşmet
İbriktaroğlu, Yeşilçam’ın sonradan türeyen maço, mafyatik, sert adamlarından
değildir; aksine, görmüş geçirmiş, akıllı, soğukkanlı bir adamdır. Belki de son
asildir Yeşilçam’daki. Medeniyet eleştirisi ile yürütür iyiliğini.
Karşılaşılması güç bir altyapısı vardır ki film bu altyapıyı ray yaptığında hiç
aksamadan nihayete ermeyi başarır. Son Osmanlı yanılgısının yeni Cumhuriyet’e
mirası olan yanlış Batılılaşma algısı basit hikayeyi derinleştirir. Kadın-erkek
ilişkisi üzerinden “Batılılaşma-Medeniyet” konusunu ele almak bana göre çok riskli
aslında. Çünkü gelişmemiş toplum görüşü bu tip filmleri kadınların üzerinde
baskı kurmak için kullanabilir diye düşünüyor insan. Neyse ki yaklaşık yirmi
günde çekilen bu film, hikayesini ve meselesini güzel ruhlar aracılığıyla
sunuyor. Haşmet İbriktaroğlu medeniyet
düşmanı olmadığını, İstanbul’un kendisinin medeniyet olduğunu ve üç kağıtçının,
pezevengin adının bu şehirle anılmaması gerektiğini anlatıyor. Fondaki
İstanbul manzarası ile günümüzün İstanbul manzarasını karşılaştırdığımızda
anlatılanın kubbede hoş bir seda olarak uçuştuğunu, şehrin bir kulağının arkasının
sağlam kaldığını anlıyoruz.
San Remo’da Gülmece Filmler Şenliği’nde
“Gümüş Ağaç” alan “Ah Güzel İstanbul”un afişinde bırakın gülmeyi, tebessüm eden
bile yoktur aslında. Kara komedi olarak değerlendirilmesi halkımız tarafından
güçtür çünkü mevzu derin, ciddi ve “Herkesin anası, bacısı var” mevzusudur. Sadri
Alışık’ın “Gülümseyin gençler” edası Ayla Algan’ın ilk filmi olmasına rağmen
şen şakrak saflığı yer yer gülümsetse de filmi her izlediğimde üzerime
battaniye gibi bir dram serilir, ısınırım, sarınırım.
“Gümüş Ağaç” alan “Ah Güzel İstanbul”un afişinde bırakın gülmeyi, tebessüm eden
bile yoktur aslında. Kara komedi olarak değerlendirilmesi halkımız tarafından
güçtür çünkü mevzu derin, ciddi ve “Herkesin anası, bacısı var” mevzusudur. Sadri
Alışık’ın “Gülümseyin gençler” edası Ayla Algan’ın ilk filmi olmasına rağmen
şen şakrak saflığı yer yer gülümsetse de filmi her izlediğimde üzerime
battaniye gibi bir dram serilir, ısınırım, sarınırım.
Peki ya aşk? Haşmet ile Ayşe’nin aşkı, o
ne oldu? Sadri Alışık’ın aşık olduğunda aşka büründüğünü, aşk olduğunu tahmin
etmek zor değil. Ayşe’yi gördüğü ilk andan itibaren yaptıklarını aşkından mı
iyilikseverliğinden mi yaptı, kestirmek güç; ama aslolan bu gizlilik işte.
Menfaatçi dünyadan koruduğu kadına, olaylar gelişirken aşık olduğunu zaten itiraf
edemezdi. Çünkü erkekliğin gücü dahil hiçbir güç aşk için kullanılmamalı; o güç
iyilik, asalet, güzellik için kullanılabilir ama aşk daima saf kalmalıdır.
Filmin aşk duruşu da budur. Alıntı yapılacak söz olmayan tek yeri de sona doğru
vuku bulan sarılmadır.
ne oldu? Sadri Alışık’ın aşık olduğunda aşka büründüğünü, aşk olduğunu tahmin
etmek zor değil. Ayşe’yi gördüğü ilk andan itibaren yaptıklarını aşkından mı
iyilikseverliğinden mi yaptı, kestirmek güç; ama aslolan bu gizlilik işte.
Menfaatçi dünyadan koruduğu kadına, olaylar gelişirken aşık olduğunu zaten itiraf
edemezdi. Çünkü erkekliğin gücü dahil hiçbir güç aşk için kullanılmamalı; o güç
iyilik, asalet, güzellik için kullanılabilir ama aşk daima saf kalmalıdır.
Filmin aşk duruşu da budur. Alıntı yapılacak söz olmayan tek yeri de sona doğru
vuku bulan sarılmadır.
Şimdi Şehr-i İstanbul’a bakın, kocaman bir gecekondu göreceksiniz.
“O
gecekondu değil kulube-i ahzân, hüzünler kulübesi yani”
**
gecekondu değil kulube-i ahzân, hüzünler kulübesi yani”
**
Mühendis / Yazar. Çeşitli kitap eklerinde kitap inceleme / eleştiri yazıları çıktı. Kalemkahveklavye site ve dergisinde öykü, deneme, kitap incelemeleri yazmaya devam ediyor.