Halka halka büyüyen kakafonik öykülere, anlatımlara ve susmayışlara dair..
Akustik ve estetik hiçbir geçerliliği olmayan yaşantılarımızda sanırım en çok da kulakların mesaisi hiç bitmiyor. Tüm anlatımlar, uyarıcılar, vericiler duyum sınırlarımızın çok üstünde hareket ediyor. Ses gibi insanı derinden etkileyen, hassas ve nitelikli uyarıcının hangi ara gürültü ile eşdeğer anıldığını hatırlamıyoruz bile.
Sanırım, ses’in gürültüye dönüştüğü o hassas ve etik ayarı; anlatmanın, dinlemekten koparak uzaklaştığı hız çağında, temelli kaybetmiş bile olabiliriz.
Oysa ses kulağın ışığıdır; yol gösterir, hüzün taşır, uyandırır..
Sessizliğin, tercih edilmiş yalnızlık olduğu zamanları yaşayamamış olma güdüsü, hepimizde ormana yeşile, denizin dibine, bulutun üzerine, tavşanın peşinden tüm coğrafyamızı değiştirmeye, zihinsel ütopik fikri seyahatler yaptırıyor.
Zihnin durumdan kaçması hepimizin yaşadığı, mikro da olsa ândan kurtulma gayretleridir. Biliyoruz ki hiçbiri, öteki, diğeri, telaşları, kibirli gayretleri, makineleri, inşaatlarıyla hiç susmayacaklar.!
Zihin kaçma hastalığına tutulmuş olmamızın tek sebebi, dünyanın şalterinin inmeyişidir.
Peki,
Tek derdi, “anlatmak” olanların sorunu da, dinleyenin hiç mi kabahati yok?!
Sükûta altın güzellemesi yapmış insanı, cümle cümle kemirip lobotomi yapanlar kimdi?
Oysa ki..
Rüzgârın sabah – akşam geçerken ağaçlara sarılışını, kedileri, serçeyi , suyun sesini, kutuya vuran çocuğun sinirini, kalp atışımızı olmasa bile, gitarın sesini, toplanmamış narların düşmesini belki vicdanımızın sesini..
Biraz ses’siz ol, seni duyalım…
Öz/2017 Ağustos
Manşet Görseli: Jennifer Cantwell
1981 İstanbul Doğumlu.
SAÜ Türk Müziği Lisans,
KOÜ Yüksek Lisans,
AÖF Sosyoloji
R.John Fowles ,W.A.Mozart ve A.Veysel’i çokça sever..
Profesyonel Öğrenci
Eğitimci, Okur-Yazar
Müzik yazıları yazmaya çalışıyor.
Muazzam anlatılmış hocam.