Genç Timaş’tan Şubat ayına özel üç yeni kitap: Cas Lester’dan “Çikolataca Konuşur musun?”, Lisa Ko’dan “Terk Edenler” ve Rana Demiriz’den “Endülüs’te Bir Hafta”.
Lisa Ko’dan “Terk Edenler”
Çinli bir göçmen ailenin ilk çocuğu olan Lisa Ko, New York’ta dünyaya geldi ve yaşamını Amerika’da sürdürüyor. Henüz beş yaşındayken öyküler yazmaya başlayan ve günlük tutan yazar, ilkokul ve ortaokul döneminde öğretmenleri tarafından desteklenerek bu yeteneğini geliştirme fırsatı buldu. Wesleyan Üniversitesi’nde İngiliz Edebiyatı Bölümü’nü bitirdikten sonra Hyphen dergisinin kuruluşuna katkı sağladı ve burada editörlük yaptı. Ko, ilk romanı The Leavers (Terk Edenler) ile 2016 PEN/Bellwether Ödülü’nü kazanarak yazarın özgün sesini dünyaya duyurdu; ardından 2017 yılından Amerikan Ulusal Kitap Ödülü’nün finalistleri arasında yer aldı. New York Times’ta yer alan gerçek bir göç ve ayrılık hikâyesinden esinlenilen roman, haberle ilgili manşetleri kendine ana çizgi olarak belirleyerek cesur ve çarpıcı bir eser ortaya çıkardı. Lisa Ko, eşiyle birlikte halen Brooklyn’de yaşıyor.
*2016 PEN/Bellwether Ödülü kazananı
*2017 Amerikan Ulusal Kitap Ödülü finalisti
*2017 PEN/Hemingway Ödülü finalisti
*Amerika’da birçok önemli gazete, dergi ve online platform tarafından YILIN EN İYİ ROMANLARI listelerinde yer aldı
*Yazar, bu hikâyeyi gazetede gördüğü gerçek bir haber üzerinden kurgulamış.
*Son yıllarda tüm dünyanın gündeminde yer alan göçmenlik sorunu üzerine içeriden, duygusal ve etkileyici bir bakış açısı getiriyor Terk Edenler.
Bir sabah, Deming’in annesi, yasadışı bir Çinli göçmen olan Polly, güzellik salonundaki işine gider ve bir daha asla eve dönmez. Ardında hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolmuştur adeta.
Annesi gittiğinde, on bir yaşındaki Deming, cevaplanamayan sorularıyla şaşkın ve yalnız kalır bir başına. Sonunda iyi niyetli bir profesör çift tarafından evlat edinilen Deming, Bronx’tan küçük bir kasabaya taşınır. O artık Daniel Wilkinson’dır. Ama adını değiştirmek yeni bir başlangıç için, geçmişini silmek için, geride bıraktığı annesini unutup yeni ebeveynlerine bağlanmak için yeter mi?
Hikâye boyunca Deming köksüz bir genç adama dönüşürken Polly de dünyanın en yalnız, kayıp annelerinden birine evrilir. Sevgi dolu ve bencil, kararlı ve korkmuş olan Polly, birbiri ardına yaptığı anlık tercihlerle bir kader çizer kendine.
Terk Edenler’in bir yarısı New York’ta, bir yarısı Çin’de. Biraz Deming anlatıyor, biraz Polly. Bu, aile, aidiyet, kökler ve kültürler üzerine “öteki”nin dilinden bir hikâye. Bu, bir çocuğun sevdiği her şeyi yitirdiğinde kendini nasıl bulduğunun, bir annenin geçmişin hatalarıyla yaşamayı nasıl öğrendiğinin hikâyesi.
Kırıntılar, yani herhangi bir gruba dahil olmayan artık çocuklar da oyun parkının her yerinde koşturuyorlardı. Deming, bir kırıntı olmanın ne anlama geldiğini anlayabiliyordu. Kırıntılar fark edilmek istemiyor, ancak açık bir yara gibi ortada duruyorlardı.
Geçmişi bu kadar yakından hissetmek hoşuma gitti; yeni bir tarih yazabilmek de mümkündü.
Babam, kadınların fazla dırdır ettiğini söylerdi hep; bazı kadınların konuşmaması daha hayırlıydı ona göre. Bu yüzden ben de tüm kelimelerimi içimde tutarak büyüdüm. Söyleyemediğim ne çok şey olduğunu çok sonraları fark edecektim.
Vücut, içindekilerle birlikte değişiyordu; bu değişim yavaş gibi görünse de durdurulamazdı. Et ağırlaşıyor, deri sertleşiyordu. Olmayan yerlerde tüyler çıkıyordu. Ama beden aynıydı, geçmişine ait belirgin bir iz olmasa bile. Kas hafızası gibi, beden de saklı şeyleri hücresel boyutta hatırlayabilirdi.
Çok şey kaybetmişti Daniel ve artık kendisi de kayıptı. O zamanlarla şimdi arasındaki uzaklık uçurum gibi geliyordu.
Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Sınır dışı edildikten sonra Amerika’ya dönemezdim. Hiçbir yere gidemezdim. Seni o kadar çok düşünseydim hayatta kalamazdım.
Yaşananların üstesinden gelebilmek için herkesin inandığı bir hikâyesi vardır.
O anı yaşarken bile hatırlamak istedim, çoktan sona ermiş gibi.
Bir anneye sahip olmadan iyi bir anne olamayacağımdan endişe duydum.
Belki yeni yerlere yerleşmekle ilgili değildi bu, bir yerde sabit kalabilme meselesiydi.
“Etkileyici… Lisa Ko manşetlerdeki bir haberin üzerine eğiliyor ve görünenin ötesindeki parçalanmış, cesur, sıradışı ve sıradan hayatları gözler önüne seriyor.” —New York Times Book Review
Rana Demiriz’den “Endülüs’te Bir Hafta”
-14. yüzyıl Endülüsü’ne yolculuğa çıktığımız bu roman tarih ve sanat tarihi bakımından oldukça doyurucu. Elhamra Sarayı tasvirleri ve Akdeniz’in o dönemki konumu tarih dersi verir nitelikte. Aynı zamanda yazarın üstün kurgu yeteneği sayesinde soluksuz okunan bir macera.
– Kitapta pek çok şifre ve gizem unsuru var. Örneğin suyun akış ritmi farklıdır. Zamanda yolculuk etmelerini sağlayan usturlabı kullanırken sarayın her yerinde yazılan ‘La Galibe İllalah’ ifadesi kullanılır. Bu cümlenin harflerine göre ebcet hesabı yapılarak aslanlı çeşmeye ulaşılır.
– Karakterlerimiz Manolya ve Mateo zamanda yolculuk ederek, II. İsmail’in oğlu, Prens Yusuf’un ölümünü engellemeye ve tahta çıkmasını sağlamaya çalışırlar ancak ne yaparlarsa yapsınlar Yusuf’un ayağı kayarak öldüğü haberini alırlar ve burada felsefi olarak zaman ve kader kavramlarını sorgularlar. Zaman aslında maddesel bir şey değil, hükmedilemeyen, akışı değiştirilemeyen manevi bir suretten ibarettir. Bu yüzden zamanda yolculuk yapmaya çalışmak ve kadere müdahale tamamen bir yanılsamadır sonucuna varırlar.
Koç Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü mezunu olan Rana Demiriz, on yedi yaşına kadar dört roman yazarak Türkiye’nin en genç yazarı olmuştur. Türkiye’nin birçok il ve ilçesindeki okullarda 2010 yılından itibaren ‘okuma alışkanlığı, kitap sevgisi, dershanesiz başarı ve yaratıcı yazarlık’ konulu seminerler vermektedir. Genç Timaş etiketiyle 2018 yılında yayımlanan romanı Ayasofya’da Bir Gece, bir senede üç baskı yaparak geniş bir okur kitlesine ulaşmıştır. Yazarın yeni romanı Endülüs’te Bir Hafta, okurları on dördüncü yüzyıl Endülüsü’ne götürerek olağanüstü bir macera yaşatıyor.
Manolya, Tarih bölümü son sınıf öğrencisidir. Hayatını eski yazmalara adamış hocasıyla Endülüs alanında çalışıyordur. Yaz tatilinde beklenmedik şekilde kendini Granada’nın incisi Elhamra Sarayı’nda bulur ve sarayda çalışan Mateo ile tanışır. Sarayı gezerken kayboldukları tüneller önce soğuğuyla sonra görkemli teknolojisiyle onları şaşırtır!
Elhamra Sarayı’nı inşa ettiren Sultan Muhammed’in, başkent Kordoba dâhil bütün Endülüs şehirlerini Elhamra’ya dokunulmaması karşılığında teslim etmesinin ardındaki sır, onları on dördüncü yüzyıl Endülüsü’ne götürerek hiç beklenmedik bir yolculuk yaşatır.
Cas Lester’dan “Çikolataca Konuşur musun?”
Arkadaşlığın dilinin kelimeler değil anlamlar olduğunu ve farklı diller konuşmanın, farklı kültürlerden gelmenin arkadaşlığın önünde engel olmadığını gösteren sımsıcak bir arkadaşlık hikâyesi.
Savaş, mültecilik, farklı kültürler gibi günümüzde toplum olarak karşılaştığımız hassas konuları Jaz ve Suriyeli mülteci Nadima’nın çok özel dostlukları üzerinden anlatıyor.
Yazar, çocukların arkadaşlık ilişkilerinde, aile içinde ve okulda karşılaştıkları zorlukları çok iyi yakalayabilmiş. Gerçekçi örneklerle ve çok yönlü karakterle bu konuları başarılı bir şekilde işlemiş.
Kitaptaki karakterler çok yönlü anlatılmış ve bu sayede çok gerçekçiler. Ana kahramanımız Jaz’in yaşıtları gibi sorunları var. Örneğin en yakın arkadaşı Lily, artık Kara ile en yakın arkadaş ve onları kıskanıyor. Disleksik olduğu için bazı derslerde çok zorlansa da bazen bu durum onu diğerlerinden ayırıp başarıya götürüyor. Arkadaşlarıyla ilişkilerinde hatalar yapıyor, fakat bu durumu düzeltmek için çaba gösteriyor.
Kitap okuyucularını, bizi farklı kılan değil birleştiren şeyler üzerine düşünmeye yönlendiriyor. Arkadaşlık, sevgi, farklı kültürlere saygı duymak, hoşgörü gibi kavramları didaktik bir dille değil, sımsıcak bir dostluk hikâyesi üzerinden samimi bir dille anlatıyor.
Kitapta işlenen konular evrensel bir öneme sahip. Kitap yetişkinlere de rahatlıkla hitap edebilir.
Çikolatanın gücünü asla hafife almayın!
Okulun yeni öğrencisi Nadima, sınıflarına geldiğinde Jaz çok sevinmişti. En sonunda bir sıra arkadaşı olacaktı. Tek sorun Nadima’nın tek kelime bile İngilizce konuşamamasıydı. Nadima Suriye göçmeniydi.
Jaz kısa sürede Nadima ile buzları eritmek için bir yol bulur: Çikolata! Ve aralarında sıkıntıların ve güçlüklerin de yaşandığı kahkaha ve macera dolu çok özel bir arkadaşlık başlar.
Biraz çikolatadan daha fazlası!
“Birbirimize çikolata ve Türk lokumu verdiğimiz andan itibaren birbirimizin en iyi arkadaşı olacağımızı bir şekilde anlamıştım işte. Her zaman öyle kalacağımızı da. Bana nasıl olduğunu sormayın. Anladım işte.”
“Belki de bizi farklı kılan şeyleri değil, bizi birleştiren şeyleri düşünmeliyiz!”
Jaz, okulun yeni öğrencisi Nadima sınıflarına geldiğinde çok sevinmişti. En sonunda bir sıra arkadaşı olacaktı. Tek sorun Nadima’nın tek kelime bile İngilizce konuşamamasıydı. Nadima Suriye göçmeniydi. Jaz kısa sürede Nadima ile iletişim kurmanın bir yolunu bulur: Çikolata!
Ailesiyle birlikte Suriye’deki iç savaştan botlarla kaçıp İngiltere’de bombalardan ve silahlardan uzakta yeni hayatına uyum sağlamaya çalışan Nadima ve Jaz’ın çok özel dostlukları okuyucuları gülümsetirken bazen de savaş ve mültecilik gibi hassas konular üzerine düşündürecek.
Jaz, arkadaşları ve ailesiyle ilişkilerinde; disleksi olduğu için de bazı derslerinde zorluklar yaşayıp hatalar yapsa da bu durumu düzeltmek için daima çaba gösteriyor. Nadima ile arkadaşlıklarında onları farklı kılan değil birleştiren şeyler üzerine yöneliyor.
Çikolataca Konuşur Musun? arkadaşlığın dilinin kelimeler değil anlamlar olduğunu ve farklı diller konuşmanın, farklı kültürlerden gelmenin arkadaşlığın önünde engel olmadığını gösteren sımsıcak bir arkadaşlık hikâyesi.