Son romanı “Sinek Isırıklarının Müellifi“nin üzerinden dört yıla yakın süre geçtikten sonra, “uzun zamandır beklenen kitap” kategorisine çoktandır girmişti Barış Bıçakçı’nın yeni kitabı “Seyrek Yağmur“. “Beklediğine değme ölçütü” müdür bilmem ama bu sefer 100 sayfalık, nispeten kısa ve ince bir kitapla karşı karşıyayız.
Kitap, yayınevinin “Çağdaş Türkçe Edebiyatı” dizisi dahilinde ve roman ya da öykü gibi bir kategorizasyon yapılmamış. Her ne kadar tek bir kahramanın etrafında dönmesi itibariyle “roman” niteliğini yüklenebilecek olsa da kısa ve olay-mekan-zaman itibariyle birbirlerinden kopuk parçalardan oluştuğu için çekinmeden “öykü” nitelemesi de yapmak mümkün.
Barış Bıçakçı’yı, onun sıkı okurlarından çok sonra, hatta yeni yeni okumaya başlayan bir okurum. Buna rağmen onun cümlelerini; hoplamalı zıplamalı, yan anlamlı, aforizmalı, süslü, şekerli, ağdalı, bol benzetmeli cümlelerle suni bir “günümüz dili” oluşturmaya çabalayan piyasadaki muadillerinden ayırmak gerektiğini düşünüyorum. İnanılmış, yaşanmış ve zorlama olmayan duygulardan-düşüncelerden çıkan cümlelere sahip Barış Bıçakçı. Klişeleşmiş “günlük hayattan manzaralar” tadındaki olaylara girse bile, onları bir anlamda fantastik/sihirli bir dille özgünce anlatışı, en karanlık sahnelerin dahi üzerine hafif şeker serperek yedirmesi/okutması, bugün maalesef çok az yazarda bulunan bir özellik.
Barış Bıçakçı denildiğinde aklıma ilk gelen “minimalist, büyülü gerçekçi, durum öyküsü” gibi anahtar kelimeler, belki önceki kitaplarının geneline homojen bir şekilde dağıtılabilmişti; ancak ilk kez Seyrek Yağmur’da tüm bunları bir arada, üstelik dar bir alanda yığılmış olarak görüyoruz.
Bir kitapçı olan kahramanımız Rıfat‘ın başından yahut aklından geçenleri, hemen hiçbir öyküde sekmeden tam da bu üç anahtar kelimeyle, “minimalist, büyülü gerçekçi ve durum öyküsü” şeklinde anlatan Barış Bıçakçı’nın Seyrek Yağmur’u için “olmamış” diyemem elbet, ancak diğer Barış Bıçakçı kitapları kadar doyurucu olacağından emin değilim.
Fakat bu durumu, bayılarak okuduğunuz yazarların çöküş kitaplarındaki çaresizlik anına benzetmek de haksızlık olur, o kadar değil… Seyrek Yağmur ile diğer Barış Bıçakçı kitapları arasındaki fark için şunu düşünüyorum: Yukarıda bahsettiğim üslup özellikleri, Veciz Sözler veya Sinek Isırıklarının Müellifi gibi romanlarda, bir çatı durumundaki kurguya, yani romanı roman yapan “ana olaya” bağlandığı için kitap içerisine güzel bir şekilde yediriliyordu. Gelgelelim Seyrek Yağmur’da bu tür bir “ana olay” olmadığı, ardı ardına kısa durum öyküleri geldiği için, romandaki alan ve hacim genişliği sayesinde kurguya yedirilen minimalist anlatımlar ve durum tasvirleri gibi unsurlar, birden göze batar hale gelmiş.
Buna karşın yine de Barış Bıçakçı’nın bu zamana kadar okuyucuyu hiç sıkmamış, kendini hiç tekrar etmemiş tasvirlerini ve metaforlarını aynı özgünlükle koruyarak karşımıza çıkardığını da söylemek gerek.
En iyi okurun bile bir yazara eser ve yazma süresi siparişi vermesi doğru ve haklı mıdır? Pek sanmam… Ama daha iyi ifade etmek için öyle olduğunu varsayarak şunu söylemek gerek: Seyrek Yağmur, dört senelik özlemden sonra Barış Bıçakçı’ya enikonu doyulacak bir kitap olmamış. Hem olumlu, hem olumsuz anlamda düşünebiliriz bunu.
“Bir pazar sabahı Rıfat günlerin aynı kaba damlamadığını fark etti. ‘Günler damlıyor ama aynı kaba değil,’ dedi” Bu cümleyle başlıyor kitap ve bir anlamda içeride neler olduğunu anlatıyor. Cümleler, kelimeler seyrek halde damlıyor, ama aynı kaba değil. Bu yüzden Seyrek Yağmur; sık sık içinden bir sayfayı rastgele açıp okuyabileceğimiz bir kitap; fakat bir oturuşta uzun uzadıya okunduğunda yazarın tüm üslup sürprizlerinin “ben buradayım” dediği bir kitap haline geliyor.
Bitirirken, söylemeden edemeyeceğim; kapak tasarımcısının sanatına genel bir eleştiri olarak belirtmiyorum fakat ne yazarın, ne de kitabın hak ettiği bir kapak tasarımı olmuş bu. Belki içerideki küçücük cümlelere, baştan beri tekrar ettiğim “minimal” üsluba uygun bir tasarım yapılmak istenmiş; ancak adı üzerinde “Seyrek Yağmur” gibi ufak ufak gelse de neticede bir birikinti oluşturan o cümlelerin birçoğunun içi yine de dopdolu. Oysa kapak için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
**
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)