çizdiği, İletişim Yayınları etiketiyle basılan grafik roman üçlemesinin son
bölümü “Uzak Şehir” üzerine…
Hayat Bir Yangındı” ile 2013’te başlayan Ankara üçlemesi Levent Cantek’in
senaryolarına eşlik eden 19 çizerle birlikte hazırlanmış; sadece Levent Cantek
ve Berat Pekmezci’nin hazırladığı “Emanet
Şehir” ile geçtiğimiz yıl devam etmişti.
Şimdi ise karşımızda üçlemenin son bölümü “Uzak Şehir” var.
öykülerine yer veren üçleme, ikincisinde 1950’lerin Ankara’sını anlatırken,
Uzak Şehir’de artık bugünkü Ankara’ya geliyoruz. Levent
Cantek ile Berat Pekmezci’nin sıkı
bir ikili olarak ortaya koydukları “kara
roman, roman noir” atmosferi şimdi çok daha karanlık, çok daha edebi ve
rahatsız edici bir hüzne sahip.
Instagram: @caysimitwesson |
bir barakayı ve arkasında sisler içinde uzanan gökdelenleri görüyoruz. Bir anlamda hangisinin “şehir” olduğunu, “şehrin
uzağı”nı düşündürmek ister gibi. Gecekondu mahallelerinde veya şehrin arka
sokaklarında, yeraltında yaşayıp yerin üstüne zıplamak isteyen, bunun için
birbirlerini harcamayı kural bilmiş olan kahramanlar, okuyucuya bir yanıyla
uzak bir dünya sunarken, her birinin hayalleri ve hayatları arasındaki mesafe
de ister istemez “uzağın da uzağı olduğunu” anlatıyor. Bu tedirgin yabancılık hissi
içerisinde okuyoruz kitabı baştan sona. Çünkü ister gecekondulardan, ister
gökdelenlerden bakın; diğer taraf daima şehrin uzağı olacaktır. “Uzak Şehir”,
aslında en çok kendine uzak kalacaktır.
sadece teoriye sıkışmış idealler miras kalmıştır. Bir zamanların, hayatı ve
dünyayı değiştirme mücadelesi, baş kahramanımız Volkan ile ölmüş babasının
anılarıyla temsil ediliyor:
dünyayı sormuşlar, eşitmişiz demiş. Babam söylerdi bunu. Ezberletmek ister gibi
durup durup söylerdi. Eşit olacağız, insandan yana olacağız. İnsan ne için
yaşarsa o olur. İnsan, insan için yaşarsa iyi olur. Başkalarına yardım et.
Kimse kimseden üstün değildir.”
kirli adamlar için hırsızlık yaparak hayatını kazanmak durumundadır. Volkan ile
babasının arasındaki bu tezat, aslında Türkiye’nin
dünden bugüne dönüşüm hikayesi. Örgütlü mücadele edenlerle birbirinin kurdu
olanlar arasındaki fark, iki dönem üzerinden satır aralarına sızmış gibi…
roman türünü, bizim topraklarımızın zenginlik-yoksulluk, ezen-ezilen tezatı
ve yerli karakterleri ekseninde görmek önemli bir okuma deneyimi. Levent Cantek’in bu kez çok daha güçlü
ve sert senaryosu, çok daha yoğun ve sağlam bir edebiyatla karşımıza çıkıyor. Aynı
türde herhangi bir romanda sayfalarca yazarak sağlanabilecek anlatımı, kısa ve
hap cümlelerle sağlayan Levent Cantek’in üslubu, Berat Pekmezci’nin çizim
yeteneğiyle birleşiyor. Bu yetenek ise sadece güzel çizmekle sınırlı değil;
Berat Pekmezci, hangi kareyi nasıl çizeceğini bildiği kadar, o kareye nereden
bakılacağını da çok iyi biliyor. Karedeki olayın hızına, tansiyonun seviyesine,
olayın geçtiği yere göre bazen kuş bakışı, bazen bir kameranın içinden
izliyoruz olanları. Bu sayede tek boyutlu, sınırlı bir çizgi romandan çıkıp hareketli bir akışla yol alıyoruz.
olması, üretim tekniğiyle ilgili olduğu kadar, hiç kuşkusuz bugünden bir
manzarayı, geçmişin gölgesi altında seyretmemizle de ilgili. Çünkü geçmişi iyi
kötü yad etmek, bir bakıma zararsızdır; yapılacak bir şey kalmadığı için
tuzumuz kurudur. Gelecekle ilgili plan yapmamızda sakınca yoktur geçmişi
düşünürken. Oysa içinde bulunulan “şimdi”, an be an “geçmişe” dönüşmektedir ve
onun düş kırıklığı çok daha ağırdır.
hem bireyin, hem de bir canlı türünün düş kırıklığının anlatımı gibi. Bu dört
unsurun da aslında ne kadar yalnız olduğunun resmi. Çok dar bir alana rağmen
çok zengin bir öyküyle bunu kotarmak da işin başarısını gösteriyor.
Pursaklar’ın eski püskü ama ciğerli gecekondu mahallelerinin yıkılıp yerine
ucube TOKİ binalarının dikilişini, insanların alıştıkları evlerinden
çıkıp da apartman dairelerinde yalnızlıktan kafayı yiyecek hale
gelişlerini görerek büyüyen bir Ankaralıyım.
Anneannemin gecekondusunun
kokusunu taşıyan eşyaları, şimdi o apartman dairesinin ruhsuzluğuna direnmeye,
eskinin ruhunu diri tutmaya devam
ediyor. “Ne vardı da yıktılar mahallelerimizi, fakirdik ama mutluyduk” diyor konusu açıldıkça. Ankara’ya her gidişimde, biraz daha yapaylaşan memleketimi, tenha bir
tepeye dikilmiş TOKİ apartmanının 6.katından hüzünle izliyorum. Doğduğum şehir,
benim için “Uzak Şehir” oluyor; geçmişimiz, samimiyetimiz, ruhumuz her gün daha
da uzaklaşıyor; işte Uzak Şehir, benim için biraz da bu uzaklaşmanın romanı.
**
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)