“Anlat. Bir kere daha seni dinliyorum…” dedi ve arkasına yaslandı doktor. Doktorun yaşını asla tahmin edemezdi; gözlüklerini takmadan başka, gözlüklü başka, kalem kâğıdı eline almadan başka, yazarken başka, susarken başka, konuşurken ise ürkütücüydü… parçalara bölünerek ölen insanlar tek bir vücutta birleşmişti sanki. Bu yüzden de yaşı birden fazla insandı. Birçok kez anlatmıştı, her defasında söylemediği yeni kelimeler çıkıyordu ağzından. Bindiği otobüsün camından hep farklı izler görüyordu. Ancak son durak daima aynıydı. Arkasına dayandı. Doktorun sorusunun üzerinden birkaç dakika geçmişti. Zihninde konuşuyor, mimikleri her an değişiyordu. Sessizlikte susmayan bir zihin sonunda taşar ve dilden akardı:
“Annemde ayna hastalığı vardı. Kendisiyle karşılaşmayı çok severdi, bu yüzden evin her duvarında büyük küçük aynalar vardı. Megalomandı; benim, onun küçüklüğü olduğumu, üstün yeteneklere sahip olduğumu, Tanrı’nın özel çocuklarından biri olarak doğduğumu söyleyerek karşımda keyifle sigara yakardı. Benimse annemin düşündüğü gibi sıra dışı bir özeliğim yoktu, onu anlamaya çalışmaktan başka. Bir insanı daima anlamaya çalışmak o yaştaki çocuk için gerçekten güçtü ama onu anlamaya mecburdum. Annemin kendimi bildiğimden beri kurşun gibi üstüme döktüğü olağandışılık 13 yaşında bana çarptı. Bir akşamüstü okuldan dönmüş ve annemi çoğu kez olduğu gibi tuvalet aynasının başında bulmuştum. Sanırım aynadaki kadına ruhani öğütler veriyordu. Çünkü yalnızca aynada gördüğü kadın ona inanıyordu. Onu öpmek için yanına yaklaşmıştım. Sol yanağından öperken aynada bizden başka birini gördüm; annemin sağında duruyordu, siyah uzun elbisesi vardı. Kara saçları omuzlarına geliyordu. Yalnızca belden üstünü görmem gerekirken boydan görebiliyordum. Hiçbir ifade yoktu yüzünde. Gözlerinde kendimi çok net görüyor ve kendimden rahatsızlık duyuyordum. Gözlerimi kapatıp açtım; hâlâ oradaydı! Holdeki boy aynasına koştum, orada da karşımdaydı! Solumdaki duvar tümüyle aynayla kaplıydı. Bedenimi o duvara çevirdiğimde karşımda bir insan seli gibi duruyorlardı. Hepsi oydu! Hepsi ifadesiz… Hepsinin kara gözleri cam gibiydi. Hepsinde yüzümdeki korkuyu, gördüğüm şeyi reddedişi, inanmakla inanmamak arasındaki şaşkınlığı, titreyişimi görüyordum. Duygularımın karışıklığına daha fazla dayanamayacağımı hissetmiştim; uğultular geliyordu bir yerlerden ve bilincim beni terk ediyordu. Her şey içime çökerken aynanın kenarında annem göründü ve zihnim “Anne ayna bana bakıyor,” diye fısıldadı…
“Uyandığımda tanımadığım bir odadaydım. Küflü tavanda örümcek ağları vardı. Sönük çıplak ampul, sinek yuvasıydı. Nerde olduğumu anlayamadan karnımda bir el hissettim. Gözlerimi araladım; çocuk yaşıma çok yaşlı gelen bir adam dua okuyarak karnımı okşuyordu. Sesimi çıkaramadım. Uyandığımı fark etmemişti. Uyanırsam her şey daha çıkmaza girecekti sanki. Tanık olacaktım o anki yaşananlara. Dua sesi yükseldikçe vücudumdaki el dolaşmaya başlamıştı. Karnımın çevresini hızlıca tarıyordu. En güzel ayıplarım gözyaşı olmuştu, dua eşliğinde sessizce akarken elimi tutup kendine çekmişti…”
Doktor önündeki kağıttan başını kaldırmadan “Tamam, sonrasını biliyorum. İstersen hatırladığın başka bir yerden devam et,” dedi. İlk defa duymuyordu anlatılanları. Psikiyatrinin vereceği ilaçları istemediğinden psikologa geliyordu. Anlattığı şeylere unuttuklarını ekleyip tekrar anlatıyor, zihnine yapışan çamurları tükürüyordu.
“Arkadaşlarım perdelerden elbise yaparlarken ben perdenin acil durum kefeni olabileceğini düşünüyordum. Birini öldürürsem onu perdeye sarabileceğimin farkındaydım.
“ Annem mutluydu. Tanrısı ona özel bir çocuk bağışlamıştı işte. Yanılmamıştı. Evdeki hiçbir aynayı kaldırmamıştı. Aynaya bakmam için beni zorluyordu. Bense başım önde geziyordum. Onunla karşılaşmaktan ve sonrasından çok korkuyordum. Korkuyorum anne… ‘Sırları görebiliyorsun prensesim,’ diyordu. Ne sırrı amına koyayım! Ben tek bir sır taşıyordum: Prenses kuyuya atılmıştı, görünense prenses değildi artık büyüyen bir kindi!
“Annem zaman zaman beni bırakıp gitmekle tehdit ediyordu aynaya daha uzun bakayım diye. Ancak o zaman aynaya üç saniyeden fazla bakıyordum. Ve saniyeler sonra O, aniden karşımda beliriyordu. Annemin görmemi istediği şey neydi, bana ne üstünlük kazandırabilirdi? Ben gördüğüm o ifadesiz suratta bulamadığım ifadeden çok korkuyordum her defasında. Her defasında yaşadığım yoğun bulanıklık ve korku, bilincimin kapanmasına neden oluyordu. Ve sonrasında kendimi o iğrenç, nasırlı ellerde buluyordum… Dua okunurken tacize uğramanın normal olduğunu sanmıştım. Dua her şeyin en iyi niyetiydi çünkü. Taciz bile sevap olabilirdi. Kimseye bir şey söyleyemedim. Sustum. Aynadaki, bedenimdeki okşayışları görür, bundan korkar ve benden kaçar zannettim. Ama kaçmadı. Ben büyüyordum. Her şey büyüyordu. Ben büyüdükçe hocanın da tutkusu büyüyordu. Büyüyen iğrençliği ellerimle hissediyordum… Hareketsiz, uyanık olduğumu belli etmeden hocanın elleri altında yatarken sadece umut ediyordum. Bunların son bulacağı günü düşlüyordum. Meğer benim için umut, annemin katil olmasıymış… Annem beni hocaya gördüğüm şeyi görmemem için değil gördüğümden korkup bayılmamam için götürüyordu. Son götürüşünde kapının ardındaki odada yaşanan pisliğe nasıl şahit oldu bilmiyorum. Zamanla kirli ellerin mide bulandırıcı hissini yok saymak için zihnimi tamamıyla uyandırmamayı öğrenmiştim. Kötü bir rüya gördüğümü varsayıyor ve odamdaki fesleğen kokusunu duymadan bilincimi tümüyle açmıyordum. O gün yine kendimi kötü rüyada sanırken annemin bağırışını duydum. Babamın aynalar için çivi çakarken duvara vurduğunda çıkan sesi defalarca duydum. Sonra annemin yanıma gelerek bana sarılıp ağlayarak özür dilemesini duydum. Siren sesi, insanları, odanın içindeki topukları duyuyordum. Ancak hiçbir duyum fesleğen kokusu almıyordu ve bir türlü uyanamamıştım.”
Bir yazı okur gibi mırıldanmaya başladı. Zihni yorgun ve çok karışıktı. Gözleri doktora bakıyor ama onu algılamıyordu. Doktor siyah kazağının yakasını çekiştirdi; elindeki kağıda varaklı, kare bir ayna resmi çizmişti. Çizdiği aynanın köşesinden kadın başı çıkaracaktı birazdan. Karşısında oturan zihin bulantılı akmaya devam etti:
“Babam yoktu. Hayır vardı. Benim değil Halanın babası yoktu. Benimki taksi şoförüydü. Hala babasını hiç tanımamış. Baba kelimesi hayatında olmayışından memnundu. Bir keresinde ‘Her akraba bağı sorumluluk ve zincir. Benim baba zincirim eksik, bu yüzden hayat daha fazla içimde ve yaşam daha fazla özgür. ,” demişti ve ben bu cümleyi anladığımda anneme üzülmeyi bırakmıştım. Annem kızının tacizcisini öldürüp mahkûm damgasıyla hapse girdikten sonra bir akşam babamla birlikte gelmişti Hala. ‘Halan artık seninle kalacak,’ demişti babam. Öz halam olmadığından eminim ve bu kadını ilk defa o akşam bavulun yanında görmüştüm. Hatta epey zamandan sonra ilk kez ona gülümsemiştim…”
Başını tavana kaldırdı. Gülümsedi ama hemen ardından soluk yüzü geri geldi. Tedirgin olmuştu. Şah damarı boynunu darbeliyordu. Sol gözü seğiriyordu. Ani bir hareketle saçını açıp yeniden topladı. Doktor aynanın köşesine kara kalemle çizdiği yüze baktı, biraz daha saçı olmalı diye düşündü. Koltuktaki zihnin sesini kısıktan yükseğe yavaş yavaş açıyordu:
“…kumandayı verdi elime ‘Vur!’ dedi. Korkmamamı söylüyordu. Öyle güçlü bir ses tonuydu ki korkum onun emrinden korkuyordu. Halaya onu öldürmesini söyledim. Annemin hem geleceğimi hem de geleceğimi mahveden elleri öldürdüğü gibi Hala da aynayı öldürebilirdi. ‘Öldür onu Hala!’ dedim. Gözlerimden benliğime girerek ‘Peki…’ dedi. Daire kapısının önündeydik. İçerde. Eve yeni girmiştik. Yoo… Hala mutfaktan çıkmış ben odadan banyoya giderken kapının önünde karşılaşmıştık. Hayır öyle de olmamıştı. Ama kapının önündeydik ve ben aynayla kaplı duvarda yine onu, ondan oluşan kalabalığı görmüştüm. Hala yanımda dikiliyordu. Anahtarların olduğu kaseyi duvara attı. Duvarın içinde gördüğüm kalabalık bomba atılmış gibi patladı, dağıldı. Sırlar paramparça etrafa saçılırken Hala eline geçen her şeyi büyüklü küçüklü aynalara fırlatıyordu. Zemine çarpanlar kırılırken çıkarttığı sesler sanki onun çığlıkları oluyordu. Kulaklarımı kapamıştım. Hala beni tutup sarstı ve annemin odasına, onunla ilk karşılaştığım yere girmemi söyledi. Yerler ayna parçalarıyla doluydu. Yüzlerce aynada onun varlığını hissediyordum. Gözlerimi Haladan ayırmıyordum. Bayılmaktan çok korkuyordum. ‘Burada kal!’ diye emir veriyordu Hala. Bilincime hükmediyor gibiydi. Odaya girmiştik. Aynaya bakmıyordum. Bu sefer Hala, bana, onu öldürmemi söyledi. Elimdekini aynaya doğrulttum ve tetiğe bastım…”
Doktor kadının kolyesini çizerken durdu. Kumanda mı silah mı diye düşündü ve bunu kâğıttaki aynanın ortasına yazdı. .
“ ‘Bundan böyle aynaya bakmayacaksın! Kendi yüzünle onu da unutacaksın!’ kelimeleri Hala mı söylüyordu yoksa ben mi bir çıkış yolu bulmuştum bilmiyorum. Yerdeki bir ayna parçasında onu ve kendimi son kez görmüştüm; eli yüzümü okşuyordu ve dokunduğu yerler siliniyordu. Yanağım, burnum, kulağım, çene kemiğim… hepsini yok ediyordu. Saçımla sağ gözüm kalmıştı bir tek. Uzun saçlarımı kafa derimden dokunarak sökmeye başlamıştı. Saç tellerim sırın arka tarafına düşüyordu, nereye gittiğini göremiyordum. Eli gözüme yaklaşınca bedenim korkumla mücadeleyi kaybetti ve karanlığa düştüm, ne olduğunu göremedim.”
Sustu. Aylardır son cümlesini bitirdiğinde yaptığı gibi koltuğa başını koyup gözlerini yumdu. Doktor bu seansın bittiğini yine hastasından anladı. Kâğıttaki kadına baktı, önünde duran el aynasından aslında kağıda kendini çizdiğini gördü. Kapı tıklatılıp aralandı; Hala güler yüzüyle eşikteydi. Yattığı koltuktan gözlerini açtı ve doğruldu. Ayağa kalkıp hırkasını giydi. Doktorun masası önünde durup resmi eline aldı. Kısa süre baktı. El aynasının üzerine geri bıraktı.
“Sırı çizme doktor. Sırlar yüzünü unutturur sonra…”
Arkasını döndü. Halaya yürüdü. Sağdaki aynaya hiç bakmadan kendi kendine konuşur gibi bir şeyler söyledi. Doktor sadece son cümlesini duyabildi:
“Öldür onu doktor!”
Kadın, feminist, sakat, Atatürkçü… 2017’de 31 yaşına giren. Yazmayı öğrendiğinden beri yazan. Babasına benzeyen, annesinin soyadını kullanan. Sözel bölümünden mezun. İlk olarak kendi sayfasında yazmaya başlayan. 2013’den bu yana www.kalemkahveklavye.com kültür sanat ve edebiyat sitesinde hikaye ve şiir pişiren ve çeşitli fanzinlerde yer alan. Pulbiber mahallesine uğrayan. Çok okumayı seven, arada hiç okumayan, güzel sesli insanlara şiir okutturan. Rock dinleyen, Sylvia Plath’a özenen, Van Gogh ile arasında bağ olduğuna inanan ve bütün sokak kedileriyle konuşan ve ilk kitabını yazan.