Ülkemizde son yıllarda öykü alanında oldukça çok kitap yayımlanmakta, yayımlanan bu kitapların büyük çoğunluğu da ilk kitap olma özelliğini taşımaktadır. Dolayısıyla öykü dünyamıza yeni kitaplarla birlikte yeni yazarlar da girmektedir. Özlem Akıncı da öykü dünyamızdaki yeni yazarlardan biri. İlk kitabı Ağaçlar Yanıyor 2014 yılında, ikinci kitabı Deniz Bize İyi Gelecek bu yıl Şubat ayında Notos Kitap’tan çıkmıştır.
Bir metin, yazarın kaleminden çıkıp yayımlandıktan sonra artık okurun olur ve bu oluşta her okura söz hakkı doğar. Ben de yeni yazarları okumaktan hoşlanan ve okuduklarını paylaşan bir okur olarak Özlem Akıncı’nın 12 öyküden oluşan yeni kitabı hakkında görüşlerimi paylaşmak istedim.
Kitabı okurken öykülerde göze çarpan ilk özellik yazarın karakterler arasındaki diyaloglarda konuşma çizgisi ya da tırnak işareti kullanmaması, diyalogları ana cümleden virgülle ayırmasıdır. Bazı öykülerde ise, yine konuşma çizgisi kullanmadan diyalogları alt alta yazmayı tercih etmiş yazar. Bu durum metne bir özellik katmış mı katmamış mı tartışılır ama yazarın kullandığı dile bir özellik katmamış.
İyi bir yazarın yazarken kurduğu tümceler, yalın anlamından çok göstermeye çalıştığının anlamıyla yüklüdür. Bu çok anlamlılığı anlatmak kolay bir şey değildir. Bilgi ve birikim gerektirdiği gibi, aynı zamanda yazan kişinin yazdığı dile hâkim olmasını ve dilini iyi bilip iyi kullanmasını da gerektirir. Yazarın dilini iyi kullanması olmazsa olmaz bir özelliktir. Deniz Bize İyi Gelecek öykü kitabında yazar dili kullanırken anlatımını güçlendirecek, derinlik katacak ve konuyu destekleyecek bir dili yaratamamış. Hatta yer yer bozuk kurulan cümleler, cümleler arasındaki zaman uyumsuzluğu anlatımı yaralayarak, anlam kaymalarına neden olmuş. Yazarın zorlama genellemelerle zenginlik katmaya çalıştığı anlatı dili günlük dili aşamayan, derinliği olmayan bir dil.
Örnekleyecek olursak;
“Annemin evi saklanamayacak kadar küçük. … Girdiğim her koridor salona çıktı. Masa hazır, herkes oturma tarafında.”(sf:13)
“Kedilerle oynayan çocukları seyreder gibi cevabımı bekliyor.”(sf:14)
“Bu arada kahvenin dibi soğuduysa da telvesine kadar içmişim.”(sf:15)
“Kitaptan başını kaldırdığında yandaki meşenin altında ayaktaydı, cevabını bekliyor.”(sf:19)
“Elleri ne güzel. Kaba değil, çocuk eli değil.”(sf:23)
“Bacağındaki çarpmayla düşüncelerinden koptun. İrkilmenin nedeni karşı çaprazındaki koltuğa geçen genç yolcunun bavulunu ittirmesiydi.”(sf:30)
“Fermuarını sımsıkı kapadığı battal boy montunun içinde…”(sf:30)
“İki ayağın birbirine çelme taktı, tökezleyip düştün. Bavulun fırladı elinden. Devrilirken kapağı açıldı, içindekiler kabarıp dışarı taştı.”(sf:35)
“İki hastabakıcı yatağın önüne, arkasına geçti.”(sf:42)
“Kitap imzalatmak isteyen öğrencilerin beklediği uzun kuyruğu eritmek zaman aldı.”(sf:104)
Örnekleri çoğaltmak mümkün, ayrıca bu cümleler önündeki ve ardındaki cümlelerin de sakatlanmasına ve anlamın kaybolmasına neden oluyor.
Kitabı oluşturan öykülerde karakter yaratımı da ne yazık ki yetersiz. Yazar karakterlerin duygu ve düşünceleriyle eylemleri arasında tutarlılıkları sağlayamamış, sahici karakter yaratımında yetersiz kalmıştır. Örneğin ilk öykü Örtülü Dinamikler ‘deki ana kadın karakteri ele alacak olursak; bu kadının babasının ölümünden yirmi iki yıl sonra evlenmeye karar veren annesine karşı duyguları başka davranışları ise çok başkadır.
Kocasıyla konuşurken; “İnanılır gibi değil, tam yirmi iki yıl olmuş. Tek başına yaşamış kadıncağız,” diyor, kocasının; “Kolay değil yalnızlık. Sen n’apardın?” sorusuna “Bilmiyorum, birisini isterdim gibi geliyor, dedim. Yalnız kalamazdım herhalde.”(sf:12) diye cevap veriyor ama hemen bir sonraki sayfada; “Birden pırpırlandım, karın bölgemde hareketlenme. Gidesim, tanışasım, konuşasım hiç yok. Gözlerimi yumup uyusam. Bilmeyeyim, görmeyeyim. Benden uzakta ne olursa olsun. Kim kimle evlenirse evlensin.”(sf:13) diyor. Kararsız karakter, yazarın söylemek istediklerini de oynaklaştırıyor. Okuma bittikten sonra öykünün konusundan hareketle soruyorsunuz; (yazar ne demek istedi) ana izlek neydi? Babanın yerine kimseyi koymama mı, anneyi paylaşamama, evlenmesini kabullenmeme mi, yoksa annenin seçtiği adamın uygun görülmeyişi mi? Yanıtı bulmakta zorlanıyorsunuz.
İyi bir öyküde her şey nedensel ilişkiler içinde birbirine bağlıdır. Kullanılan nesneler öyküye derinlik katar ve anlatılmak isteneni zenginleştirir. Bu anlamda Özlem Akıncı’nın öykülerinde nesneler arası nedensellik bağı da kurulamamış. Örtülü Dinamikler öyküsündeki kadın karakterin kocası olan Kaya’nın avcı olması ve av dönüşü getirdiği ölü çulluklar öyküye niye girdi, sonra o çulluklar nasıl Kaya’nın ispinozları oldu, öyküye ne kattı, bir anlam vermekte zorlanıyorsunuz. Bu tutarsızlıklar öykü konularının da belirsizleşmesine neden oluyor. Ne yazık ki bunun gibi tutarsızlık öykülerin hemen hepsinde var.
Diğer öykülere de bakacak olursak; Lütfen Yapma öyküsünde erkek karakter Arda ile kadın karakter Eda’nın karşılaşmaları, mizofonisi olan Eda’nın karşısındakini, sırf yakışıklı ve farklı görünüşünden dolayı, hemen kabullenmesi, daha iletişimim başında yakınlaşıp ona güvenmesi, mizofoni vurgusunda, hiç de gerçekçi değil. Olay örgüsü de iyi örülmemiş.
Yakınlık öyküsünde ise konu ve konunun ana izleği belli değil yine. Hastanede yoğun bakım ünitesinde yatan annesinin başında bekleyen genç kadının izlenimleri, duygu ve düşünceleri o kadar gel-gitlerle dolu ki, okur olarak anlamı kaçırıyorsunuz. Öykü bitince de anlatılmak istenen neydi; evlat sorumluluğu mu, ana-kız yakınlığı ya da uzaklığı mı, taciz, hastalık-hastane-bakım mı, acaba hangisi? Sorularıyla boğuşurken buluyorsunuz kendinizi.
Senin Gözün düşsel bir öykü olarak kurulmuş ama düş dünyasını yaratmakta zayıf kalmış yazar. Daha çok sayıklamalar, hasta bir insanın gündüz düşleri gibi anlatılan öyküde psikolojik derinlik sağlanamadığı, mekân ve zamanla kurulan bağ zayıf olduğu için tutarsız bir anlatıyla boğuşuyorsunuz. Mavi öyküsünde ise kadın erkek ilişkisine erkek açısından bir bakışla, farklı yaklaşımda bulunmuş yazar. İlişkiyi sadece cinselliğe, giyim-kuşam, atletik yapı gibi dış görünüşlere indirgenmiş ve orta sınıfın üstü bir erkeğin karısına rağmen kendinden küçük kadınlara yaklaşması ve onlar tarafından terk edilmesi sonucunda yaşadığı bunalım anlatılmaya çalışılmış ama ne yazık ki aynı eksikliği bu öyküde de görüyorsunuz. Psikolojik ve sosyolojik anlamda iyi kurulamamış öyküde canlılığı sağlanamamış karakterler ve derinlikten yoksun anlatı dili oluşmuş yine.
Edebiyatın sosyolojik bir olgu olduğu, zamandan ve koşullardan etkilendiği, olanı göstermeyle kalmayıp olasıyı işaret ettiği ve bunlardan etkilenen insan hallerinden yola çıktığı bilinen gerçektir. Bu gerçekliği sağlayan edebiyat ürünleri de edebi değeri olan iyi yapıtlardır. Ne yazık ki Deniz Bize İyi Gelecek isimli öykü kitabı, bu anlamda değerlendirilebilecek bir ürün değil. İnsan hallerini taşıyan karakterlerden çok, kendilerini dünyanın merkezinde gören, kendi dışında olan bitenle, içinde yaşadıkları zaman ve toplumla ilişkileri olmayan dolayısıyla sahiciliği de sağlayamayan bireyci karakterlerden oluşan öykülerin zaman ve mekân oluşumu içinde yerleşimleri sağlanamadığından, sahicilikleri de sağlanamamış. Dolayısıyla öykülerde izlek kayboluyor, okuyanda iz bırakmıyor, ilgiyi diri tutamıyor.
Düşünen, yazan, okuyan insan; dünyayla derdi olan, daha iyiyi daha güzeli arayıp yaratmaya çalışan insandır. Okuduklarından güç alan insan yaşadıklarıyla zenginleştikçe zenginliğini paylaşmak ister. Bunu yaparken de sanattan yararlanır. Edebiyat, bu anlamda insanın en çok kullandığı sanat dallarından biridir. Yazar şiir, roman, öykü yazarken okuru etkilemek için üretir yapıtını. Farklı olanı yaratmaya çalışır. Güzel, etkileyici öyküleri yaratırken de okuru karakterle duygudaşlığa sürükler ve onu öykünün içine çekerek katılımını sağlar. Özlem Akıncı’nın kitabı ne yazık ki bu özellikten yoksun öykülerden oluşmuş, vasat bir öykü kitabı.
Kitabı yeniden okumanızı öneririm. Hele örtülü dinamikler öyküsüyle ilgili yaptığınız yorum öyküyü hiç anlamadığınızı gösteriyor. Diğer öyküleri de pek anlamışa benzemiyorsunuz ya da anlamamak için özel çaba sarf etmişsiniz. Bu kadar kötü bir eleştiri yazısı olamaz.