Güzel çocuktu Rocky. Hayatı ucuz şarap, sigara, Enis Batur kitapları, arkeoloji ve Dev-Sol’dan ibaretti onun. Yarının olmayacağı ihtimali, dün bir şey yaşayamamanın öfkesiyle birleşince, bugün kendini deli gibi bir şey yapardı bu yaramaz oğlan. Eline üç kuruş para geçerse, asla yalnız harcamaz, sevdiği bir iki kişiyi, beni, bizi arar; çoktan alıp hazırladığı biraları, tuzlu leblebiyle önümüze koyardı. Parası olsa da kendisi yine şarabı tercih ederdi. İyi başlayan muhabbet, eğer bir sürpriz olmazsa, hep olaylı biterdi. İçince ya önceden gıcık olduğu birilerini dövmeye gitmek ister ya âşık olduğunu iddia ettiği bir kıza telefon eder ya da masada kim varsa artık, ona küserdi. Sabah kalktığında herkesten özür diler, hiçbir şey olmamış gibi kaldığı yerden güne devam ederdi.
Kafası değişik çalışan bu kardeşimizle içen herkesin maruz kalacağı şeyler vardı. Teoman, Şükriye Tutkun, Ayna, Nightwish gibi birbirleriyle ilgisi olmayan şarkıcı, grupların veya adını kimsenin bilmediği amatör şairlerin videolarını izletir, bunların neden, ne kadar şahane olduğunu, bunları nerede, nasıl tanıdığını ayrıntıları ile anlatırdı; muhatabından onaylama beklerdi. Onun kafasında hep plan projeler olurdu. Değişik işler çevirir, bir şekilde para bulmayı becerirdi. Bazense hiç parası olmazdı, hani ekmek almaya yetecek kadar bile. Yolsuz olduğu vakitler, içemeyeceğimiz için beni pek aramazdı. Sürekli ev, ev arkadaşı değiştirirdi. Annesinin, ablasının yanına, başka şehirlere gider, aylar sonra ortaya çıkardı.
Rocky’nin babası, doksan iki senesinde, sadece askerlerin kullandığı bir silahla vurulup öldürülmüştü İstanbul’da. Askeriyede memurmuş o esnada. Çok içtiğimiz bir gün, odasına gidip bir kutu getirdi Rocky. İçinden bir gazete kesiği çıkardı, babasının ölüm haberi vardı bunda. Kısa, birkaç cümleden ibaret, acemi bir muhabirin satırları. Babası ölünce annesi, Rocky ve ablasını alıp köylerine dönmüş. Cahillik, belki de korkudan; hiçbir akraba, eş dost araştırmamış bu cinayeti. Rocky’nin tezi, babasının siyasi sebeplerden dolayı öldürüldüğü yönündeydi. Dev-Sol’cu olduğunu düşünüyordu babasının. Bunu doğrulayacak bilgiye, kimden, nasıl ulaşacağını ise bilemiyordu. Belki bu yüzden belki de engel olamadığı macera duygusu, onu bu politik geleneği şu an sürdüren gruplara sempati duyar hale getirmişti. Çokça yapmak istediğini söylediği şeylerden biri de Gazi Mahallesi’ne yerleşmekti.
Bir ortak arkadaşımız, sahibi değişmeden önce, içki satıldığı sıralarda, Şok mağazasından kaliteli bir viski çalmıştı. Herkesin memleketine dağıldığı bir kurban bayramı, Rocky’nin geçici olarak ve mecburen kaldığı evde toplandık, içiyorduk. Rocky, bana bir ara boksa merak sardığını söyledi. Bir buçuk ay kursa gitmiş; hocası, günde yüz elli ip atlatıp, boksörlerle antrenmana çıkarıyormuş Rocky’yi. “Abi, yemediğim sopa kalmadı, ağzımı burnumu altı ayda zor topladım,” deyince; Rocky’nin adı Rocky oldu.
Hastaydı. Hasta olduğunu biliyordum onun ama hiçbir zaman bununla ilgili bir şey sormadım kendisine. Ara sıra kaybolur, tedavi görür, piyasaya tekrar çıkardı. Öğretmen ablası kahrını çekiyordu Rocky’nin, parasını pulunu eksik etmiyordu; ama onu da canından bezdirmişti bizimki. Annesiyle ablasına sürekli kızar, küserdi. Bu dönemlerde yolsuz kaldığından alengirli işlere meylederdi. Sadece özel reçetelerle alınabilen ve kendisinin kullanması gereken ilaçları, farklı şehirlerdeki eczanelere fahiş fiyatla satardı.
Cebinde çokça para olduğu bir dönem, Ankara’ya gitmiş Rocky. Sakarya’da bir türkü bara oturmuş. Saatlerce tek başına içtikten sonra bir de bakmış ki yanında, karşısında ve çaprazında üç tane arkadaş. Hemen onlara da rakı söylemiş. Ama bakmış ki onlar hiç içmiyor, onlarınkini de kendisi içmiş, haliyle fenalaşmış. Mekândakiler ambulans çağırıp bir hastaneye götürmüşler onu. Olmayan konukların içmemesine içerlediğinden komaya girmiş, alkolden değil; sonradan böyle anlatmıştı bize o geceki macerasını. Doktorlar, telefonunu, cüzdanını karıştırıp bir şekilde annesine ulaşmışlar Rocky’nin; oğlunuzu kaybedebiliriz her an, son kez görmek istiyorsanız acilen gelin, demişler. Rocky, sabah annesini yatakta gülümseyerek karşılamış.
Yoğun geçen üç senelik arkadaşlığımız, ben başka bir şehre gidip çalışmaya başlayana dek sürdü. Tekrar buluşmamız birkaç seneyi aldı. Yıllar sonra ilk gördüğümde onu, duvara çarpmış gibi oldum. Zaten ufak tefek, tüy sıklet olan çocuk, gördüğü ağır tedavilerle iyice erimişti. Saçları döküldüğü için başına bir bandana sarmıştı. Rocky’nin yüzü ufalmış, yüzünde bir tek gözleri kalmıştı sanki. Sarıldığımızda ne yapacağımı bilemedim. Barlarda garsonluk yaparak içki içebildiği bir şehirde devam ediyormuş tedavi. Doktor, ailesinin yanına göndermiş onu dinlensin diye, geri dönerken uğramış bize de.
Birkaç ay sonra, son kez görüşecektik Rocky’yle, iş çıkışı bir yerde buluşacaktık. Gittim, gecikti, o gelene kadar beş tane bira içtim. Geldiğinde anlatmaya devam ediyordu, biraz toparlanmıştı, yeni bir kız bulmuş çalıştığı yerde, âşık olmuş ona, şimdi sarhoş olana kadar içip onun yanına gidecekmiş. Kız bunu fena çarpmışmış, ne yaptığını bilmiyormuş Rocky. Evvelki gece havaalanında Paris uçağına binmek için teşebbüste bulununca güvenlikçilerle kavga etmiş. Sırt çantasını diğer ve gerçek Paris yolcularının valizlerini arasına atmayı becerdiğinden bu, uçağın kalkışı gecikmiş. Yeni hedefi Roma’ymış.
Rocky kafaca eski Rocky idi; ama ben eski ben değildim. Günde sekiz saat bir masanın başında oturup hafta sonlarını bekleyerek geçirdiğim günler beni çok değiştirdi. Beni önceden, işsiz olsam da hayattan geçmediğim günlerde tanıyan arkadaşlarımdan çok şey bekliyordum. Durumumdan kaynaklı bana acısınlar, benim ne kadar talihsiz olduğumu söylesinler, benle ilgilensinler, istiyordum. Rocky’ye kırıldım bu yüzden. Bir pazar günü, sabah on birden gece ona kadar ucuz şarap içtiğimiz o günü anmasını, ne günlerdi be abi, demesini beklemiştim ondan.
Beş altı ay sonra, üç gün izin aldım. Hava soğuktu, evde kaloriferin dibinde yatıp kitap okuyacaktım. Kesinlikle dışarı çıkmayacaktım. Derken haber geldi, Rocky sabaha karşı hastanede ölmüş. Memleketine göndermişler onu. Peşinden gittik, köyüne vardık, Rocky defnedilmeden yetiştik. Yirmi yedi yaşındaydı Rocky öldüğünde; istemeden de olsa, yaşadığı hayatla, yanlarında olmayı hak ettiği kişilerin kulübüne dâhil oldu.
Akrabaları gidince mezarının başında bekledik biraz Rocky’nin. Epeydir sigara içmiyordum, orada da içmemeyi becerdim. Bir arkadaşı trafik kazası geçirip de hastaneye kaldırılınca, onu ziyarete gidip doktorun odasından saf alkol çalarak, kantinden aldığı portakal suyuyla karıştırıp içmeye çalışan bu deli çocuğa ayıp ettim galiba.
Dönerken akşamdı, güneş tam karşımızda batıyor, batarken de giderayak gözlerimize gücünü ispatlamaya çalışıyordu. İyi de oluyordu, ağladığımızı birbirimize göstermemeyi başarıyorduk bu sayede. Radyoda, İstanbul Arabesque Project’in, Yalnızlar Gülmez mi Rüyada Bile, şarkısı çalıyordu.