Tarihçi kimliğiyle korku yazarlığını harmanlayan, bunu gerek akademik üretimler gerek canlı performanslarla taçlandıran bir isim, nam-ı dîger Son Gulyabani, Mehmet Berk Yaltırık ile başta yerli korku edebiyatımızın köklerinden bugüne uzanan sürecini ve korku türünün gerek edebiyata, gerek ekrana ve beyaz perdeye güncel yansımalarına dair dopdolu bir söyleşi yaptık. Kendisinin de çabalarıyla ve yaklaşımıyla biliyoruz ki yerli korku edebiyatı emin ellerde.
Bu içerik, KalemKahveKlavye’nin “Edebiyatta Alternatif Türlerin Yükselişi” dosyası kapsamında hazırlanmıştır. Dosyanın tamamına BURADAN ulaşabilirsiniz.
Tarihçi kimliğiyle korku yazarlığını harmanlayan ve bunu canlı performanslarla da taçlandıran biri Mehmet Berk Yaltırık; elbette en karakteristik özelliği de ilhamını bu coğrafyadan alması. Sürecin böyle gelişmesi ve işlerine duyulan ilgiyi neye bağlıyorsun?
Görece az ilgi duyulan, merak edilen bir sahaya yönelmem ve internet çağına denk gelmem sanırım. Yazma macerama başlamadan seneler önce, korku hikâyeleri yazma hayalleri kurarken onları bastıracak mecra bulamayacağımı düşünerek hevesimi yitirirdim her seferinde.
2000’lerde korku, fantastik hikâyeler yayınlayan sitelerin çıkması ve oradan yetişen isimlerin kitaplarını basmaları, dergilerde yazmaları bana adım adım umut ve cesaret aşıladı. Yazmaya başladığımda ilk pürüzü bu şekilde aştım. İkinci pürüz bazı yakınlarımın eleştirileri oldu. Tarihi temalı korku öyküleri ve fantastik serüven öyküleri yazmamı boşa kürek çekme olarak nitelendiriyorlardı. “Senden önce yapılsa yapılırdı”, “Başka denemeler de oldu tutmadı, bunlar da tutmaz,” diyorlardı. Şansıma internet çağındaydım ve basılı mecraya geçmeden önce şehirler ötesinden okurlarla temas kurdum. Hem edebi çalışmalarımı hem de araştırmalarımı okutma, yayma imkanına kavuştum. Son birkaç yılda sosyal medya sayesinde yerel kültüre dayalı korku hikâyelerim, fantastik serüven tarzındaki öykülerim, suç öykülerim (kabadayı, eşkıya hikâyeleri vb.) daha fazla okura ulaştı. Okurdan karşılık bulabildiği için bugün internet siteleri haricinde kitap çalışmalarına, dergilere, fanzinlere hikâye yazmam isteniyor. Çok farklı türde mecralarda korku-fantastik öykülerimle yer alabiliyorum. Bu ilgiyi okurun kendi kültürel zenginliğini bir şekilde fark etmesine ve sosyal medyanın tanıtıcı gücüne bağlıyorum.
Ana akım okuru ve yayıncısı için “korku” Avrupai hatta Amerikanvari bir tarzdan ibaret. Oysa bu toprakların da köklü bir korku kültürü var ve iki doku çok iyi örtüşüyor. Neler söylersin bununla ilgili?
Halk edebiyatı ve Divan edebiyatı gibi iki önemli kaynağa rağmen bizim korku kültürümüzün 2000’li yıllara kadar edebiyat eserlerine dönüşmesi gecikmiştir. Bir yanda Anadolu inanışları diğer yanda Balkanlar gibi zengin bir folklor mecrasının ortasında, ancak ninelerin dedelerin korkulu tasvirleriyle, anlatılarıyla halk edebiyatı zenginleşmiştir. Keza korkunç varlıkların boy gösterdiği Karagöz fasılları, meddah hikâyeleri vb. vardır. Ancak yazılı ürünlere dönüşmesi hayli gecikmiştir. Divan edebiyatı cinleri, perileri tema olarak kullanmış ama korku edebiyatı oluşturma gayesi söz konusu olmamıştır. Tanzimat’la birlikte gelişen nesir tarzı edebiyatta da “gotik edebiyat”, “kocakarı edebiyatı” olarak nitelendirilmiştir. Yani korkunun, fantastiğin edebiyat dışı olarak kabülü Osmanlı’ya kadar uzanmaktadır.
Cumhuriyet dönemiyle birlikte edebiyata eğitici rol biçilmesi, gerçekçi olmayan ürünlere -yazanları dahil- “ucuz roman” türevleri gözüyle bakılması söz konusudur. İster Giritli Ali Aziz Efendi’nin Muhayyelat‘ı olsun, ister Ali Rıza Seyfi’nin Kazıklı Voyvoda‘sı (Drakula İstanbul’da) olsun 2000’lere gelinceye kadar fantastik, korku vb. türde eserler hep istisnaidir. Ya ilgiden ya da ticari kaygılarla yazılmıştır. Yahut Hüseyin Rahmi Gürpınar örneğinde gotik unsurların sadece araç veya fon olarak kullanıldığı görülür.
2000’lerde internette fantastik, bilimkurgu ve korku edebiyatı etkisinde ürünler verilmeye başlar. Bunlar batı unsurları kadar yerel dokudan bahseden öykülerden de oluşmaktadır ancak deneme mahiyetindedir ve çeviri eserlerin etkisinden ötürü “dublaj Türkçesi” pürüzü söz konusudur. 2010’lara gelindiğinde yerli ürünlerin yazılamayacağı yönündeki önyargı büyük ölçüde aşılmış ve hem kaynaklarıyla hem de diliyle özgün eserler zuhur etmiştir. Bu tarihi akış göz önünde bulundurulmalıdır.
Seçkin Sarpkaya’yla hazırladığınız Türk Kültüründe Vampirler kitabından bahsetmenin tam sırası. Bu heyecan verici kitapta neler bulacağız, nasıl bir süreç izlendi?
Vampirler ikimizin de ilgi alanına giriyordu ve Seçkin’le yıllardan beri bir tanışıklığımız vardı. Ben hem folklor boyutunu hem de tarihi kaynaklardaki izlerini sürüyordum. Bir yandan hikâye malzemesi toplarken bir yandan anekdotlar biriktiriyordum. Seçkin bu malzemeyi kitaplaştırabileceğimizi söyleyince anında kolları sıvadık. O mitoloji ve folklor boyutunu ele aldı, ben de tarih ve literatür boyutunu ele aldım. Okuyucu “obur”dan “upir”e uzanan inanç değişimini, Osmanlı kaynaklarında bahsi geçen ürkütücü vakaları, en önemlisi vampirin sadece batıya özgü olduğu kabülünün çürütülmesini okuyacaklar. Konunun meraklıları ve araştırmacılar kadar, sadece rafta denk gelip merak edebilecek okurlara da hitap edebilmesine de gayret gösterdik.
İşlerinin arasında akademik makaleler de var. Türkiye akademisi alternatif konulara pek sıcak bakmaz. Dosya konusu paralelinde de düşünürsen orada da bir eğilim var mı sence?
Edebiyattaki kıpırtı orada da mevcut. Korku temalı edebiyat ve sinema eserlerini mercek altına alan kitaplar ve tezler, folklor araştırmaları çok yoğun olmasa da kaleme alınıyor. Bu türlerin meraklıları akademide de mevcut, eskiye oranla daha fazla araştırmalar yapılıyor. Okurlar, yazarlar bu çalışmalardan istifade edebiliyorlar.
Gerek politik, gerek kültürel açıdan alternatif türlerin yükselişini nasıl değerlendiriyorsun, insanlar neden korku türünü seviyor?
İnsanlarda dünya ve ülke gelişmelerinden kaçış gözlemleyebiliyoruz. En azından sosyal medya üzerinden. Ciddi ve histerik boyutlarda nostalji takıntısı, mizahın çabucak tüketilmesi gibi örnekler akla geliyor. İnsanlara edebiyat, müzik, sinema, dizi, çizgi roman vb. mecralar bir nefes alma, bir süreliğine uzaklaşma imkânı veriyor. Ancak yazanlar açışından böyle bir kaçış tamamen söz konusu değil. Elbette yazanlar da hayal kuruyor, alternatif olanı düşlüyor, düşlere savruluyor. Ancak gördükleri, algıladıkları ve açıkça ifade edemeyecekleri şeyleri (kasten veya istemdışı) hikâyeleri, romanları üzerinden anlatabiliyorlar. İnsanların korkuyu sevmesi ise bir tür eğlence arayışı. Yazan kişiler de “korku hikâyeleri”nden keyif alıyor. Yine diğer yandan böyle bir yönelimleri olsun olmasın eserlerinde travmaları, çatışmaları, dönüşümleri işleyebiliyorlar. Ama genel olarak yazarken de okurken de farklı olanı aramanın, biraz soluk alma isteğinin ağır bastığını söyleyebilirim.
Sence daha yüksek bir ilginin habercisi mi yoksa daha çok bir pazarlama trendi mi?
Şimdilik bir ilgi söz konusu olduğundan pazarlama trendi olarak değerlendiriliyor. Ancak yeni ürünler, farklı uyarlamalar yönünde bir eğilim de var. Belli bir pazar oluştuktan sonra muhtemelen ilgi daha da artacak, bir hareketlilik yaşanacak. Şöyle düşünebiliriz: bu alanlardaki eserlere yönelik bir ilgi baş göstermese, pazar da oluşturamazdı. Belki sinemadaki kıpırtı gibi belli unsurların sömürüsüne dayalı furyalar söz konusu olabilir ama yine de bunlar asıl mecranın işleyişine ket vuramaz.
Korku türü bağlamında TV, Sinema ve görsel kültür mü edebi eserleri yükseltiyor yoksa tam tersi mi veya karşılıklı eşit bir etkileşim mi söz konusu?
Korku sinemamız edebiyatımız gibi hareket halinde ancak aralarında pek bir etkileşim olduğu söylenemez. Anadolu Korku Öyküleri’nin yazarlarından Galip Dursun’un “cin slasher” diye isimlendirdiği bir akım söz konusu sinemada. Edebiyattaki çeşitlilik, farklı dokulardaki eserler vb. orada pek mevcut değil, tek tük örnekler haricinde. Fakat şöyle bir durum var; yabancı korku-fantastik içerikli dizilerin artışı, oyunların roman kalitesinde oluşu kesinlikle ilham alanları etkiliyor, okuyucuyu daha iyisine yönelik beklentilere sevk ediyor. Kuşkusuz bizim toplumumuz için görsellik daha akılda kalıcı olarak değerlendiriliyor, eseri ve yazarı daha tanınır kılıyor. Yerel edebiyat ürünlerinin uyarlamalarının yapılmasının bu eserlere ilgiyi etkileyeceğini ve bir rekabet ortamı oluşturup kendi çizgilerini zorlayacaklarını düşünüyorum. Tabi bu yapılabilirse. Bu faktör olmadan da edebiyat kendi gelişimini sürdürebilir ama daha geç bir dönüşüm söz konusu olur. Bence karşılıklı bir etkileşim söz konusu.
Türkiye’de korku edebiyatı iyi eserler veriyor; gerek romanlar, gerek derlemeler, gerekse çizgi romanlar olarak. Peki korku sinemasında neden iyi değiliz?
Korku edebiyatı haricinde araştırmaları ve denemeleri de yazıldığından, çevrildiğinden bu yönde ciddi anlamda güzel ve umut vadeden bir kıpırtı var. Bunun nedeni daha yavaş ancak daha çekirdek bir kitleye sahip olması. Okuyan belli bir kitle var. Bu kitle seçici olduğu için çeviri kitaplar haricinde belli bir furya egemen olamıyor. Sinemada ise korku bir anda sıçradı ve kendi pazarını oluşturdu. Bu pazar da daha genel bir seyirci kitlesine hitap ediyor. Bu yüzden popüler olana, garanti temalara yönelen, izleyenler farklı olanı talep etse dahi risk almayı belli örnekleri dışında göze alamayan bir korku sinemamız var. Ancak istisnai örneklere bakarak söylüyorum ama geç ama erken, daha iyi örnekler izleme imkânı bulabileceğiz. Temennim o ki bu alan da kendini dönüştürecektir. Yine piyasaya hitap eden filmler yapılacak ama türü geliştiren, yeni şeyler söyleyen yapımlar da beyaz perdede kendine yer bulabilecektir.
Yakında yayınlanacak Türkiye’nin ilk vampir dizisi Yaşamayanlar’ı inceleme şansın oldu mu? İzlenimlerin var mı?
Fragmanı izledim, bir de haberleri okuyabildim. Konusunu bilmediğimden ve henüz izlemediğimden pek yorum yapamam. Ama bir beklentim olduğunu belirtmeliyim. Vampir temasını doğrudan, olduğu gibi mi işleyecekler, yoksa Balkan köklerine, tarihteki uzantılarına da değinecekler mi? İkincisi olursa tam anlamıyla özgün bir yapım izleyebileceğimizi düşünüyorum.
Konuyu yayıncılık mekanizmaları açısından da değerlendirmeni isterim. Evet, biz sosyal medyada böyle bir hareketlenme gözlemliyoruz ama işin bir de satış-pazarlama-telif kısmı var. Bu hareketlenmenin oraya yansıması nasıl? Sorunlar neler?
Kitaplar dergilere oranla biraz daha şanslı telif konusunda. Dergi piyasasına bu kıpırtı henüz yansımadı. Matbaa ücretini karşılamanın ötesinde belirli dergilerin daha fazla tutunup yollarına devam edebilmelerini istiyor gönül. Kitap piyasası için de sanırım dağıtım ve tanıtım bazen problem oluyor. Sosyal medya bu açıdan iyi bir mecra, tanıtım eksikliğini kapatabiliyor. Burada biraz okuyucu da devreye giriyor. Alternatif sayılan konuları işleyen, farklı temalarda dergiler onların desteği ve arzusuna göre vücut bulacaktır diye düşünüyorum. Böyle bir destek muhtemelen dergilerin devamlılığını ve telifleri de etkileyebilecektir.
Korku türü unsurlarının dönemlere göre değişen algısının nedeni ne sence? Mesela, vampirlerden korkarken neden onlara âşık olmaya başladık?
Eğlence unsuru olmaları ve belli trendlerden etkilenmeleri. Seyahatnamelerde, mektuplarda, halk edebiyatında kendine yer bulan vampirler, edebiyatın, tiyatronun, sinemanın konusu olmaya başladıktan sonra iş değişiyor. Dehşetin insani nitelik kazanmasıyla birlikte, ölümsüzlük ve sonsuz aşk temasına da açık bir yönü olduğundan bu yöne bir kayma oldu. Modern insana yabancı gelmemesi açısından bazı uyarlamalar kaçınılmaz oluyor. Pazarlanan şey asıl figür haline geliyor. Fright Night’ın seksenlerdeki TV programı sunucusu Van Helsingvâri biriyken, 2010’lardaki yeni uyarlamasında illüzyonist ve paranormal TV programı yapımcısına dönüşmesinin nedeni bu. Bazen vampir ve hortlak inanışından bahsederken, sunumlarda falan anlatmadan önce bu hatırlatmayı yapıyorum. Günümüzün elf suretli vampirleriyle, Osmanlı kaynaklarının “vahşet” diye de isimlendirdiği “cadılar”, “hortlaklar” hayli farklıdır.
Bu bağlamda, vampirli/zombili romantik genç-yetişkin edebiyatından memnun musun yoksa türün birbirine zıt iki kutbu olarak mı değerlendirirsin?
Klasiklerden yana olduğumu belirtmeliyim. Okurken de yazarken de geleneksel doku daha çok ilgimi çekiyor. Ama bir yandan insanların ilgilerini, meraklarını bir kenara atamıyoruz. En azından konu üzerine dikkat çekerek daha çizgi dışı işlerin de tanınmasına olanak sağladığını düşünüyorum. Zıt düştükleri nokta imaj ve hitap ettikleri dönemden kaynaklanıyor.
Yakın vadede seni ve yazılarını nerelerde göreceğiz?
Halihazırda Tezgâh ve 45’lik dergilerinde, Hayalet e-mecmua’da yazmayı sürdürüyorum. Vakit bulabildikçe Kayıp Rıhtım’a öykü ve araştrma, Kahramangiller’e araştırma, Alacakaranlık dergisine de korku sinemasıyla ilgili yazılarımı gönderiyorum. Bunun dışında düzenli olmasa da her ay farklı fanzinlerde ve dergilerde de yer aldığım oluyor. Hikâye yazmayı sürdürmekle birlikte, okuyucunun isteklerine uyarak basılı mecrada daha sık kalem oynatmaya çalışıyorum, yeni kitap çalışmaları üzerinde duruyorum. Sosyal medya üzerinden duyurularla haberdar ediyorum zaten.
Bizden bu kadar, çok teşekkürler Mehmet. Eklemek istediklerin varsa tam sırası… 🙂
Ben teşekkür ederim. Son olarak söylemek isterim: insanların dergilere, fanzinlere, alternatif yayınlara, yeni isimlere, yazılara şans tanımaları ve daha fazla okumaları temennisinde bulunuyorum.
Bu yazının dahil olduğu dosya paralelinde, KalemKahveKlavye ve Yazım Kılavuzu işbirliğiyle düzenlenen “Edebiyatta Alternatif Türlerin Yükselişi” konulu söyleşinin videosunu şimdi izleyebilirsiniz.