Tufan Göbekçin, kitapları, yayıncılığı yakından takip edenlerin aşina olduğu bir isim. Yüzün üzerinde kitabın çevirmeni olmasının yanı sıra Psikeart dergisinde uzun zamandır mitoloji ve Jung Üzerine yazılar yazıyor. Göbekçin, Otto Rank: Yegâne Terapi Yaşamın Kendisidir kitabından sonra şimdi Carl Gustav Jung’a dair kitabı Ruhum Neredesin‘le okur karşısında. Tufan Göbekçin’le Destek Yayınları‘ndan çıkan kitabını, Jung’u ve Jung’un anlattıklarının bugünün dünyasındaki yerini konuştuk.
Tufan Hocam merhaba. Ruhum Neredesin?’i tebrik ederek başlamak isterim. Nasıl bir fikrin ve sürecin ürünü bu kitap?
Çok teşekkür ederim. Bu kitap beş yıllık bir çalışmanın ürünü. Jung, mitoloji ve kolektif bilinçdışı üzerine bütün parçaların bir araya gelmesiyle oluştu. Bu kitapta Jung’u kendi döneminin hâkim psikoloji anlayışından ayıran ve bugün Jung dendiğinde zihnimizde canlanan kavramların ortaya çıkmasını sağlayan zihinsel süreçlerin izini sürmeye çalıştım. Jung’un günlüklerine düştüğü ayrıntılı notlar, daha sonraki kitaplarında ve konferanslarında ortaya koyduğu anlayış ve kavramların özünü teşkil ediyor. Jung kendi döneminim en parlak psikiyatrlarından biriyken herkesi karşısına alarak kendi ruhunun derinliklerine yöneliyor. Bunu kaçınılmaz olarak yapıyor. Kolektif bilinçdışından söz ediyor çünkü bunu deneyimliyor. Psikolojik objektiflikten söz ediyor çünkü Kara Kitaplar’da kendi düşünceleriyle arasına mesafe koyma çabasına tanıklık ediyoruz. Jung’un karmaşık gibi görünen anahtar kavramlarını anlamanın yolu zihninin derinliklerine inmekten geçiyor.
Sizin Jung’la tanışmanız nasıl oldu ve bugüne dek süren yolculuğunuzu nasıl anlatırsınız?
Mitoloji alanında çalışmaya başladıktan sonra Jung’u daha iyi anlamaya başladım. Jung’un zihninin derinliklerine indikçe de insan mitlere farklı bir gözle bakmaya başlıyor. Böylece döngüsel olarak sürekli daha derinlere iniliyor. Örneğin yakında yayımlanacak çok kapsamlı bir mitoloji kitabı için Gılgamış Destanı’ndan pasajlar çevirirken Jung’un bu destandaki doğa-kültür çatışması üzerine eşsiz bakış açıları sunduğunu gördüm. Böyle bir okuma yaptığınızda Gılgamış da bir kahraman arketipi olarak Jung’un arketip kavramı için iyi bir örnek teşkil ediyor. Rüyalar ve mitler, bilinçdışına açılan kapılarsa Jung da bu konuda en iyi rehberlerden biri.
Ağırlıkla Jung’un Kara Kitap adlı günlükleri çerçevesinde Jung’un zihinsel süreçleri, kolektif bilinçdışı, bireyleşme başlıklarına odaklanıyorsunuz. Neden böyle bir çerçeve planladınız?
Kolektif bilinçdışını halen çok az tanıyoruz. Bilinçdışına açılan pencereler olan mitleri ve rüyaları yorumlamak için mitlerin dilini, bilinçdışının sembolik dilini öğrenmemiz gerekiyor. Jung’un Kırmızı Kitap’ı ve onun temelini oluşturan ve halen dilimize çevrilmemiş olan Kara Kitaplar bu açıdan çok kıymetli. Bunlar bilinçle bilinçdışının şimdiye kadarki en ayrıntılı karşılaşması veyahut en azından kâğıda dökülenlerin en ayrıntılısı. Üstelik bilinçdışının dilini en iyi çeviren, aktaran Jung’un elinden çıkmış.
Jung’u diğerlerinden ayıran en önemli kavramın kolektif bilinçdışı olduğunu düşünüyorum. Kolektif bilinçdışının ürünü olan arketipler de Jung’un anlayışında merkezi bir rol oynuyor. Jung’un kendi bireyleşme yolculuğu arketipleri ve kolektif bilinçdışını daha iyi anlayabilmemizi sağlıyor. Böylelikle çerçeve kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Jung’la daha önce hiç tanışmamış birisi için bir tanışma kitabı olarak önerebilir miyiz Ruhum Neredesin?’i? Yani bir “Jung okumaları” yolculuğunda nereye koyarsınız?
Jung’un görüşleri, sözleri hemen her gün karşımıza çıkabiliyor. Dilimize çevrilen ve halen çevrilmeyi bekleyen onlarca eseri var. Bunlar bir puzzle’ın parçaları gibi bir araya getirilmeyi bekliyor. Bu kitap Jung okumalarında parçaları bir araya getirmeyi amaçlıyor. Elbette ki hiç tanımayanlara da Jung hakkında fikir verecektir ama asıl olarak Jung’a zaten ilgi duyan ve bir adım geriye çekilip onun çalışmalarının bütünselliğini görmek isteyenlere hitap edeceğini düşünüyorum. Jung’un 1910’larda günlüklerine düştüğü notlar, 1930’larda verdiği konferanslar, 1940’larda yazdığı mektuplar ve 1960’larda verdiği röportajlar birbirini tamamlıyor. Bunları bütünselliği içinde değerlendirmek, kavramların yerine oturmasını sağlıyor.
Kitapta bilinçdışına, özellikle kolektif bilinçdışına ağırlık vermişsiniz. Jung, gerek bireysel gerek kolektif olarak kendimizi anlamamızın anahtarını bilinçdışında ve onun bize verdiği mesajlarda görüyor. Gece gündüz veri yağmuruna ve türlü manipülasyona maruz kaldığımız böyle bir zamanda kolektif ve birey olarak insanın bilinçdışıyla sağlıklı bir iletişim kurması mümkün mü sizce?
Günümüzde bilgiye ulaşmak kolaylaştı ama odaklanma ve uzmanlaşmanın yokluğunda kaçınılmaz olarak sığlaşmayı da beraberinde getirdi. Jung’un “gürültüyü” çağımızın en büyük kötülüğü olarak nitelendirmesi boşuna değildi. Diğer kötülükleri de gramofon, radyo ve yeni musallat olan televizyon olarak sıralamıştı. Biz bu listeye bilgisayarları ve cep telefonlarını da ekleyebiliriz. Jung’un bunları “çağımızın en büyük kötülükleri” olarak nitelendirmesinin nedeni, bizi kendi doğamızdan uzaklaştırmaları.
Jung’un vaktiyle çizdiği tablonun bir parçasıyız: “Çağımız, zihni düzenlemenin bir yolunu gerekli kılıyor. Somut dünya eski bakışın sınırlı niteliğinden modern bakışın ölçülemez çeşitliliğine uzanırken, zihinsel olasılıklar dünyası da derinliklerine ulaşılamaz bir çeşitliliğe doğru ilerliyor. Binlerce kalın kitapla döşeli sonsuz uzun yollar, bir uzmanlık alanından diğerine sıçrıyor. Çok geçmeden hiç kimse bu yolları arşınlayamayacak. Yalnızca yetkin olanlar geriye kalacak.”
Çok soyut bir soru soracağım, kolektif bilinçdışının yanına Jung’un “gölge” kavramını koyduğumda aklımda beliriyor: Bir gün bir noktada insanlık, kolektif bilinçdışının anlattıklarını doğru anladığında varılacak yer nedir sizce? Orada tek bir doğrular bütününden söz edilebilir mi yoksa bir canlı türü olarak kendi gölgelerimize indiğimizde sandığımızdan daha berbat canlılar olduğumuzla yüzleşme ihtimalimiz var mı?
Jung yaşamı bir savaş meydanına benzetir: “Acı gerçek şu ki insanın gerçek hayatı acımasız karşıtlıklar karmaşasından oluşur: gece-gündüz, doğum-ölüm, mutluluk-sefalet, iyi-kötü… Bunlardan birinin diğerine üstün geleceğini, iyinin kötüyü yeneceğini veya neşenin kederi boğacağını bile bilemeyiz. Yaşam bir savaş meydanıdır. Her zaman böyle olmuştur, her zaman böyle olacaktır. Böyle olmasaydı var oluş sona ererdi.”
Kara Kitaplar’da Philemon’un Jung için söylediği şey hepimiz için geçerli: “Karşıtlıklara hizmet edeceğiz. Mütevazı bir biçimde karşıtlıkların acısını çekeceğiz.” Bu çerçevede yapabileceklerimiz karşıtlıkları daha iyi anlamaya çalışmak ve kendimizi buna göre konumlandırmak.
İyinin kötüyü yeneceğini bilemesek de bu karşıtlıklarda duracağımız yeri belirlemek gerçekten zorlu bir görev. Bu karşıtlıkta “iyi” bir insan olmaktan hiç söz etmiyorum bile. Çünkü herkesin böyle bir tanımı olabilir ama gerçek hayatta bir karşılığı yok. Kötü bir yanının olmadığını söyleyenler, bunun farkında olmadığı için daha tehlikeli. Jung’un, “Vejetaryen olup yalnızca elma yiyen kaplana inanmıyorum” sözünde olduğu gibi ihtiyatlı yaklaşmakta fayda var.
Sorunuzun ikinci kısmına gelince, gölgeyle yüzleşmek kabullenemediğimiz yanlarımızı görmeyi gerektiriyor. Bu da elbette ki kendi içimize yöneldiğimizde karşılaşacağımız manzaranın pek iç açıcı olmadığı anlamına geliyor. Ancak Jung’un ifadeleriyle “Gölgemizin dost mu düşman mı olacağı kendimize bağlı… gölge her zaman bir iç düşman değildir, tıpkı birlikte yaşanılan diğer bütün insanlar gibi, durumun gereğine göre bazen boyun eğerek, bazen direnerek, kimi zaman da severek birlikte yaşamak zorunda olduğumuz bir varlıktır. Gölge ancak görmezden gelinir ya da yanlış anlaşılırsa düşmanlaşır.” Gölgemizle yüzleşmek zorludur ama zannedildiğinin aksine gölgemizi görmezden gelmek kadar tehlikeli değildir.
Jung’un söylediklerinin ışığında insanlığın savaş sonrası dönemde büyük gölgeleriyle yüzleşmek zorunda kaldığını belirtiyorsunuz. Bugün biz böyle bir yüzleşmenin neresindeyiz?
İnsanlık bu yüzleşmeyi hiçbir zaman tam olarak gerçekleştiremedi. Kendi doğasından uzaklaştığı ölçüde bu gölgenin daha da büyüdüğünü söyleyebiliriz. Jung, Vizyonlar Semineri’nde “Gölgelerimizi keşfetmek zorundayız. Aksi halde ne kadar canavar olduğumuzu görmek için dünya savaşına sürükleniriz” dedikten sonra dünyamız ilkinden de büyük bir dünya savaşına ve sayısız savaşa sahne oldu ve olmaya da devam ediyor. Hatta bu savaşlar eskisinden farklı olarak canlı yayınlanıyor. Son olarak Gazze’de aylardır bir insanlık dramı yaşanıyor. Jung’un söylediği gibi: Günümüzde “İnsan kötülüğe olan eğilimini gerçekleştirmek için kıyaslanamayacak kadar etkili yöntemlere sahip. Bilinci genişledikçe ve farklılaştıkça, ahlaki doğası bunun gerisinde kalmış. Bugün önümüzde duran büyük sorun budur.”
Jung başta olmak üzere birçok yazarın, felsefecinin, düşünürün hatta bilim insanlarının yaklaşımı bugün popüler newage yaklaşımlarınca yorumlanıp farklı bağlamlara, kesişim kümelerine oturtulabiliyor. Özellikle Jung’un metafizik yanına baktığımızda bu durumu nasıl yorumlarsınız?
Jung’un adı kullanılarak sunulan yöntemler, en başta onun kendi tavsiyesine aykırı: Jung, “hiç kimsenin Jungcu olmamasını umuyorum ve diliyorum” diyor. Kendi adına hiçbir öğretiyi savunmadığını, yalnızca bazı olguları açıkladığını ve tartışılmaya değer bulduğu görüşleri dile getirdiğini açıkça söylüyor. Bir uyarı olarak kesin ve kuru bir doktrin ilan etmediğini ve “körü körüne bağlı taraftarları” hoş karşılamadığını hatırlatıyor. “Bu özgürlüğü kendim için de talep ettiğimden, herkesi gerçekleri kendi yöntemiyle ele almakta özgür bırakıyorum” sözlerini aklımızın bir köşesinde tutmamız gerekiyor.
Jung’un en ayırt edici özelliklerinden biri bu kadar soruyu ortaya atıp kendine göre yanıtlamaya çalıştıktan sonra bizi özgür bırakması.
Bizden bu kadar, eklemek istedikleriniz varsa söz sizin.
Jung’un düşünmeye değer bulduğu sorular üzerine kafa yormak herkes için aydınlatıcı bir deneyim olabilir. Ancak ne bu kitap ne de Jung’un kendisi bize bir şablon sunmuyor. Kişinin kendi ruhuyla çıkacağı yolculuk, kendi bilinç seviyesine göre şekillenir. Jung’un söylediği gibi hepimiz kendi kişisel mitimizi anlatırız. Onu keşfetmeye, aydınlatmaya ve geliştirmeye çalışırız. Önemli olan anlattıklarımızın doğru veya yanlış olması değil, kendi öykümüz olmasıdır.
Çok teşekkürler…
Tufan Göbekçin Hakkında
Siyaset Bilimi (Orta Doğu Teknik Üniversitesi), Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji (İstanbul Üniversitesi) ve İngiliz Dili ve Edebiyatı (İstanbul Üniversitesi) eğitimleri almıştır. Sos- yal bilimler, tiyatro, edebiyat ve mitoloji uzmanlık alanlarıdır. Yüzün üzerinde eseri Türkçeye kazandırmıştır. Mitolojiye Giriş, Dünya Felsefe Tarihinin Oluşumu, Dünya Tiyatro Tarihi, Bir Aktör Hazırlanıyor, Bir Karakter Yaratmak, Bir Rol Yarat- mak, Shakespeare Kitabı, Edebiyatın Kısa Tarihi, Einstein – Yaşa- mı ve Evreni, Bilimin Kısa Tarihi, Dinin Kısa Tarihi ve Dilin Kısa Tarihi gibi birçok kitabın çevirmenidir. Otto Rank: Yegâne Terapi Yaşamın Kendisidir kitabının ya- zarıdır. Mitoloji ve Jung üzerine yazıları Psikeart dergisinde ya- yımlanmaktadır.