J.J.Rousseau, uzaktan bakıştığımız, kendisine karşı mesafemi hiç kaybetmediğim, benim için “Batıcılık” ve “Beyaz Avrupa” felsefesinin sembol isimlerinden olmuştur. “Toplum sözleşmesi” , “Bilim ve Sanatlar Üzerine” eserlerini uzun zaman önce okumuştum. Bu eserler için uzun uzun yorumlar yapabilirim ama bunlar karşılaşılmayan türden yazılar olmayacaktır.
Bugün özellikle bahsetmek istediğim, şu an masamda duran ve yakın bir zamanda bitirdiğim, birçok öğrencime okuttuğum, hemen hemen tüm okur arkadaşlarıma da sevdirdiğim bu yazının başlığına da sahip olan kitaptır.
Önsözde de belirtildiği gibi J.J. Rousseau’nun deneme türünde yazdığı bu eserin tarihine yönelik kesin bir şey söylemek de mümkün değil. Rousseau’un eserini kendi yayınlamamış olması da bu tarih işini biraz zorlaştırmış durumda.
100 sahifeyi bile bulmayan neşriyatta beni bu kadar etkileyen son dönemde Dil ve Müzik bağıntılı başlıklara karşı fazlaca algılarımın seçici yaklaşıyor olması diyebilirim.
Kitabın başlığı, Diller ve Köken gibi tuğla ağırlığında olsa da, iletim, iletişim, söz, diller, uluslar, müzik ve buradan başlayan toplum ayrışmalarına varan söz biçimlerine, dil kodlarına değiniyor ve bunu sıkmayan teknik ifadelerle okuyucuya öyle güzel anlatıyor ki, o anda elinizde sağlam bir fikir tuttuğunuzu anlıyorsunuz.
Kitapta çok derinleşen anlatım aralarına iliştirilmiş felsefe kokulu, sanat içerikli cümleler var ve bu cümleler tam da teneffüs zilini bekleyen sıkılmış çocuğu, ensesinden yakalayan o ilgi çekme ânı’nı yaratıyor diyebilirim.
“…Resim sanatını bulan aşktır.”
“…Söz, insanı öbür hayvanlardan ayırır.”
“…Başkasının duyularında ayrıştığımız iki temel nokta, ses ve harekettir..”
İki ana temaya ayırdığım kitapta 10. bölüme kadar “söz, duygu, anlatım, mecaz, konuşma güdüsünün kökleri, coğrafyaların diller üzerinde ayırt edici özellikleri, yazı ve yazmak üzerine söylemler, Kuzey ve Güney dillerinin oluşum süreci” gibi, insanın ifade etme sürecini kısa kısa ama çok güçlü anlatan başlıklar var.
Buradan sonrası ise beni benden almış Müzik ve Dil kodlarının yan yana nasıl durduğunu anlatan 2. Kısım oluyor. Bu bölüm, insanın ses çıkartma ihtiyacının, duygular (öfke, sevinç, heyecan, korku gibi) yoluyla nasıl aynı olduğu üzerine harika bir girizgâhla başlıyor. Hece kodlarının temelde çıkartılan seslerle aynı anda oluştuğu ve bunun sonradan melodi kazandığı yönündeki açıklama ise bana yıllar önce okuduğum “ ses önce beyinde oluşur ” cümlesinin ispatı niteliğindeydi.
Konuşmanın, sözlerin, şiirin müziğe nasıl evrildiğini anlatan ve bu sürece ait olan yazım kısmını buraya olduğu gibi yazmak istiyorum.
“İlk tarihler, ilk söylevler, ilk yasalar dizeler halinde yazıldılar; şiir düzyazıdan önce bulundu; böyle olmalıydı çünkü güçlü duygulanımlar akıldan önce konuştu. Müzikte de aynısı oldu; ilk bakışta ne melodiden başka müzik ne de sözün değişen sesinden melodi vardı; vurgular şarkıyı, nicelikler ölçüyü oluştururdu ve insanlar doğal sesler ve ritimle olduğu kadar eklemlemeler ve onların eklemlediği seslerle de konuşurdu. Söylemek ve şarkı söylemek eskiden aynı şeydi, der Strabon, bu da gösteriyor ki, diye ekler, belagatin kaynağı şiirdir. İkisinin de aynı kaynağa sahip olduğunu ve başlangıçta bir ve aynı olduklarını söylemek gerekirdi. İlk dilbilgicilerin sanatlarını müziğe tabi kılmış olmaları ve her iki alanın da hocası olmaları şaşırtıcı mıydı? Sadece eklemlemeler ve bunların eklemlediği seslerden oluşan bir dil o halde zenginliğinin sadece yarısına sahip demektir; düşünceleri dile getirebilir, doğru ama duyguları, imgeleri yansıtabilmek için bir ritme ve tek tek seslere, yani bir melodiye gerek duyar: işte Yunan dilinde olan bizimkinde olmayan şey.”
Melodi Üzerine başlıklı bölümde, duyum üzerine işleyen ve resim sanatı karşılaştırmasıyla müziğin sonsuz dünyasını rengârenk ifadelerle tanımlayan harika bir anlatı var. Bu kısımda yine coğrafyalar, uluslar ve yerel kodların insanlar üzerindeki etkisinin nasıl farklılaştığını desen, tema, ezgiler ve sesler üzerinden görmeye çalışıyor. Özellikle resim, müzik ve diğerleri sorusuna sıkça cevapta arıyor. Aslında metin içinde bu cevapları vermeye de çalışıyor diyebilirim.
Armoni üzerine diye devam eden başlıkta ise altını çizmediğim çok az cümle var. Bu cümleler üzerine bir şeyler demek zorlaşıyor. Bu cümlelerle birebir göz göze gelmek daha fikir açıcı olabilir. Yazımın sonuna bunları eklemekten keyif duyacağım çünkü bu anlatım tam da o cümlelerle sonlansın istiyordum. Umarım ifade sanatını, müzik sanatının sonsuzluğuyla anlatıp kalbimde yer etmiş bu eseri kendi ifadelerimle daha da kısır bir hale getirmemişimdir.
“XIV Armoni üstüne” başlıklı bölümden,
“…Keyfimize uygun en güzel şarkılar, ona hiç alışkın olmayan bir kulağı hep şöyle böyle etkileyecektir; bu, sözlüğüne sahip olmamız gereken bir dildir.”
“…tek sesten başka armoni yoktur.”
“Bay Rameau’ya göre, belli bir yakınlıktaki tiz sesler doğal olarak pes seslerini de esinlerler ve eğitim görmemiş ama doğru kulağa sahip bir insan doğal olarak bu pes sesi mırıldanmaya başlayacaktır.”
“…akorlar ile güçlü duygulanımlarımız arasında ortak ne vardır?”
“ Tek başına armoni, sadece ona dayanır gibi görünen anlatımlar için de yetersizdir. Gök gürültüsü, suların çağıltısı, rüzgârlar, fırtınalar basit akorlarla tam anlamıyla anlatılamaz. Ne yapılırsa yapılsın sadece gürültü ruha hitap etmez; kendilerini anlatmak için nesnelerin konuşmaları gerekir; bir taklitte her zaman bir tür söylemin doğanın sesini tamamlaması gerekir. Gürültüyü gürültüyle anlatmak isteyen müzisyen yanılır; sanatının ne güçlü yanını ne de zayıf yanını tanıyordur; onun hakkında beğeniden ve bilgiden yoksun olarak yargıda bulunmaktadır.”
“XV. En canlı duyumlarımızın genellikle tinsel etkilerle harekete geçtikleri üstüne” başlıklı bölümden,
“… Bir İtalyana İtalyan ezgileri, bir Türk’e Türk ezgileri gerekir. Herkes sadece kendisine tanıdık gelen vurgulardan etkilenir, sinirleri, ancak tını onları hazırladığı ölçüde müziğe uygun olur; söylenenin kişiye harekete geçirebilmesi için konuşulan dili anlatması gerekir. Bernier’nin kantatlarının bir Fransız müzisyeninin ateşini tedavi ettiği söylenir, başka uluslardan müzisyenlerin ise ateşini yükseltirdi.”
“… sadece hoşa giden ve hiçbir şey anlatmayan şarkılar da usandırır; çünkü haz kulaktan kalbe değil kalpten kulağa taşınır……. Ruhun bütün işlemlerinin maddileştirilmeye çalışıldığı ve insan duygularından her türlü tinselliğin çekip alınmaya çalışıldığı bu yüzyılda, yeni felsefe beğeniye olduğu kadar erdeme de zararlı hale gelmezse şaşarım.”
“XVI, Renkler ve Sesler arasında kurulan yanlış benzerlik” başlıklı bölümden,
“…Sistem zihniyeti her şeyi birbirine karıştırıyor ve insanlar kulaklar için resim yapmayı bilmediklerinden gözler için şarkı söylemek akıllarından geçiyor.”
“…müziğin alanı zamandır, resminkiyse uzamdır.”
“.. resim doğaya, müzik insana daha yakındır.”
“..Müzik armonisi gotik döneme ait bir buluştur.”
“Telli çalgıları olan bütün halklar bunları ses düzenine göre akort etmek zorundadırlar; ama bu çalgılara sahip olmayanların şarkılarında, sistemimize girmeyen ve notaya dökemediğimiz için bizim yanlış diye nitelediğimiz ton değişimleri bulunur.”