[su_button url=”https://kalemkahveklavye.com/dosya-turkiyede-yazar-yayinci-okur-iliskisi” target=”blank” background=”#d43839″ size=”10″ icon=”icon: shopping-cart”]Bu içerik KalemKahveKlavye’nin “Yazarla Birlikte Yol Almak: Türkiye’de Yazar – Yayıncı/Okur İlişkisi” dosyası kapsamında yayınlanmıştır. DOSYANIN TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN[/su_button]
Bir yayınevi için “yatırım yapılacak yazar”ın ölçütleri neler?
“Yatırım” kelimesini yayınevi-yazar ilişkisini ele alabileceğimiz bir kavram olarak görmüyor ve kabul etmiyoruz. Burada ifade edilmek istenen bir yazarın kitabını yayınlamaya karar vermek, uzun erimli bir ilişki kurmayı hedeflemek, okurunu bulmasını sağlamaya çalışmaksa bunun tek bir ölçütü var: Metnin niteliği.
Bu ölçütlerde edebi değer mi, ticari trendlere uygunluk mu ağır basıyor?
Sorular yanıtları koşullar ve bu sorunun sorulma biçimi de “gerçekçi” bir yanıt vermeyi güçleştiriyor. Hangi gerçek kültür yayıncısı salt “ticari” kaygılar üzerinden ilişki kurduğunu söyleyebilir? Bu sorunun cevabını okurlar verebilir, bu sorunun cevabını bir yayınevinin yayın kataloğu söyler.
Özellikle hangi aşamadan sonra bir yayınevi bir yazarın arkasında durulabilir hale geliyor? İlk kitabını basmış olması yeterli mi yoksa satış rakamları birincil bir gereklilik mi? Başka bir deyişle editörün/yayınevinin gelecek vadeder bulduğu bir yazar, sırf ilk kitabı beklenen karşılığı bulmadı diye yerini bir başkasına mı bırakıyor?
Yayınevinin kitabı basması zaten o yazarın arkasında durduğunu gösterir, bunun aşaması olmaz. Bir yazarın yalnızca ilk kitabı satmadığı için yayınevinin o yazarla yollarını ayırdığını/ayırabileceğini iddia etmek ise yayınevine herhangi bir ticari meta pazarlayan kurum muamelesi yapmaktır.
Bugünün ekonomik, sosyolojik ve politik koşullarında “yazar yetiştirmek”, uzun vadeli, dolayısıyla riskli ve yorucu geliyor mu?
Elbette gelmiyor. Sorularınız yayınevlerini itham eder bir tonda, eğer yazarlarla birlikte yol almayacaksak (“yetiştirme” kavramını da bir o kadar sorunlu buluyoruz), onlar bize, biz onlara katkı sunarak kendi edebiyatımızı oluşturmayacaksak ya da bunu zül kabul edeceksek, yayınevi ne işe yarar?
Yayınevinizin bugüne kadar yatırım yaparak her anlamda olumlu sonuçlar aldığı isimler kimler oldu?
Daha önce de belirttiğimiz gibi, “yatırım” kelimesini kabul etmediğimiz gibi, burada belli isimler vermek de doğru değil. Yollarımızı ayırdıklarımız da dahil olmak üzere, birlikte çalıştığımız her yazar bize bir şeyler kattı; biz de onlara bir şeyler katmış olduğumuzu umuyoruz.
Editörlerin, gelen dosyaları değerlendirme yöntemleri hep tartışılageldi. Sizin için özellikle gelecek vadeden bir eser hangi özelliklere sahip olur? Sizin yayınevinizde editörlerle ilgili bu konuda stratejiniz ne?
Kavramlar üzerinde ısrarla durmak şart. Gelecek vadeden değil, “edebi” eder bizim için mühim. Editörler stratejik davranmaz, gözünü olası avantajlara dikmiş haris pazarlamacılar değildirler. Editörler yayınevinin kolektif olarak belirlediği bir edebi anlayış üzerinden hareket eder, binlerce yıllık edebiyat tarihinin birikimi temele alarak eserin yetkinliğini ölçer ve eldeki malzemeyi güçlendirmek için kendi görüş ve önerilerini aktararak yazarla beraber çalışır. Bu noktadaki değerlendirmeler elbette belirli bir öznellik barındırır. Gerek kimi okurlara gerek piyasaya hakim olan, kafa kol ilişkilerinin belirleyiciliği, ticari beklentilerin yüksekliği gibi söylencelere karşı kendi adımıza sağlam bir kozumuz var: Bastığımız kitaplar ve çalıştığımız yazarlar.
Bugün pek çok yazar, ajanslar aracılığıyla yabancı dillere çevriliyor. Dosya değerlendirme aşamasında “Bu eser falanca yabancı diller ve okuru için de elverişli” açısından bakıyor musunuz yoksa öncelik Türkçe okuru mu?
Bir kitabı değerlendirirken “Bu kitap başka bir dile çevrilir mi?” diye ölçütümüz yok. Bir eser güçlüyse, bunu okuduğunuzda hissedersiniz, çevrilirse yine güçlü bir eser olacaktır zaten. Ayrıca “pek çok yazar”ın yabancı dillere çevrildiğinden de bahsedemeyiz, çok sınırlı sayıda yazar çevriliyor; İngilizce, Fransızca, Almanca gibi önde gelen dillere çevrilen sayısı daha da az. Hal böyleyken bunun bir “kriter” olması mümkün mü?
Yabancı dile çevrilecek eserlerin yolculuğu ana hatlarıyla nasıl ilerliyor? Yayınevi hangi aşamada yazarını yabancı dilde görmek istiyor?
Sanıyoruz yine “aşamadan” satış rakamlarını kast ediyorsunuz. Yoksa her yayınevi yazarını yabancı bir dilde görmek ister, niye istemesin? Pek çok yayınevi bu süreci kendi başına değil, telif hakkı ajanslarıyla yürütür. Ancak her iki durumda da “kriter” yazarın Türkçede halihazırda çok satması değildir.
Türkiye’de hızlı yaşanan sosyokültürel ve politik değişimler karşısında geçmişten bugüne değişen okur zevkini nasıl yorumlarsınız? Yatırım yapılması gereken yazarın tanımı nerede, nasıl değişti?
Sosyokültürel ve politik değişimlerin okurun tercih ve beğenisini değiştirmesi kaçınılmaz. Ancak yayın politikamızı okurun beklentisine ya da buna bağlı ticari kazanıma göre belirlemiyoruz. Kaliteli edebiyatın, nitelikli eserlerin arz edildikleri müddetçe okurdan hak ettiği ilgiyi gördüğünü düşünüyoruz.
Kitabını basmak haricinde “bir yazara yatırım yapma” enstrümanlarınız neler?
“Yazara yatırım yapma enstrümanları” vb. bizim sözlüğümüzde bulunan tabirler değil. Bir kitabın okuruna ulaşması için çeşitli tanıtım faaliyetleri yürütüyoruz.
Bir ilk kitap dosyasıyla gelen yazarın, metni dışında hangi ölçütler önemli bugün? Mesela dergilerde, sosyal medyada tanınıyor olması gibi ölçütlerin ağırlığı, eseriyle aynı oranda önemli hale geldi mi?
Hayır. Metin dışı hiçbir unsur bizim için önemli değil.
Önceki soruya bağlı olarak, kimi yayınevleri sosyal medyada, dergilerde veya WattPad gibi uygulamalardaki okur veya takipçi sayısına göre yazar transferi yapabiliyor. Dolayısıyla artık yazarların kendilerini yatırım yapılabilir hale getirmesi de söz konusu mu sizce?
Kimi yayınevleri yapıyor, evet. Kimi yayınevleri de yapmıyor. Biz ikinci türdeki yayıncılar arasındayız.
Bir yazar sevdiği insanlarla rahatça çalışabildiği, edebiyat anlayışını karşılayan editörlerle, yayın yönetmenleriyle, grafikerlerle çalışabilme hakkına, kendini ait hissedebildiği yayıneviyle çalışma hakkına her zaman sahiptir. Ancak bunun takipçi sayısı gibi “dijital ün”severliğe ya da ticari beklentilere odaklanmasını sadece ahlaken yanlış bulmakla kalmıyoruz; aynı zamanda yayıncılık sektörü açısından dezavantajlı bir durum olarak da değerlendiriyoruz. Bunun dolaylı sonucu transfer parasını ödeyen yayınevlerinin (yayıncılık konusundaki başarıları söz konusu olmaksızın) büyümesi ve tekelleşmesidir. Bir diğeri de niteliğin düşmesidir. Bir yazarın gideceği yayınevini belirleyen yegâne unsur PR çalışması-transfer ücreti olduğunda ya da yayınevinin yazarla çalışmak istemesinde takipçi sayısı etkili olduğunda buradan edebiyat adına olumlu bir sonuç çıkacağını düşünmüyoruz.
Kimi zaman yazarlar, yayınevlerinin tutumundan; yayınevleriyse yazarlarının beklentilerinden ötürü anlaşmazlıklara, tartışmalara girebiliyorlar. Bu anlamda, küresel profesyonel yayıncılık anlayışında başkalarının başarıp bizim başaramadığımız, tökezlediğimiz noktalar neler?
Küresel-profesyonel yayıncılık endüstrisi de aynı sorunlardan mustarip, yalnızca ölçekte farklılık var.
Son yıllarda tür ve içerik açısından değişen bir eğilim var mı? Daha önceki dosya konumuz “Alternatif Türler” üzerineydi. Bilimkurgu, fantastik, korku, polisiye gibi görece ana akım dışında sanılan türler başta olmak üzere tüm türlerde, yazar ve okur bağlamında bir yönelim değişimi gözüküyor mu?
Bahsettiğiniz türler her zaman kendi sadık okuruna sahipti ancak son zamanlarda dünya çapında kendini hissettiren kültürel çıkışsızlık insanları bu alanlarla daha fazla haşır neşir kıldı. Yaşadığımız çağda distopya edebiyatına dönük ilginin tesadüf olduğunu söyleyebilir miyiz? Burada sinemanın, büyük prodüksiyonlarla çekilen dizilerin etkisi olduğunu da düşünüyoruz.
Özellikle son zamanlarda tartışılan bir konu da “Türkiye’de yazar transfer ücretleri.” Çok satan yazarlarda bahsi geçen astronomik ücretler gerçeğe ne kadar yakın?
Transfer meselesine yukarıdaki sorunuzda değinmeye çalıştık. Konuşulan meblağları gerçek ve akıl dışı buluyoruz.
Önceki soruya bağlı olarak, büyük yayınevlerinin bu kadar sermayeleri varsa daha çok yeni yazar yetiştirmek yerine yerini sağlamlaştırmış olanlara ayırması ne kadar doğru sizce? Gerçekten her şey bu kadar odaklı mı satış rakamlarına?
Bu sizin çıkarımınız. Pek çok yayınevi daha genç kalemlerle çalışmak için çaba sarf ediyor. Bu “eski” isimleri yok sayacakları anlamına gelemez. Soruyu bir de şöyle soralım: Yayınevlerine gelen yeni dosyaların mahiyetiyle bu “ağır top”ların eserleri karşılaştırılırsa ortaya nasıl bir sonuç çıkar? Ya da henüz reşit olmayan ve WattPad kitapları yazan kişilerin kazancı karşısında yıllarını edebiyata vakfetmiş insanların kazancını kıyasladığımızda nasıl sonuçlara varıyoruz?
Eskiden “tek şarkılık popçular” deyimi vardı. Bugün de tek kitaptan sonra kaybolmuş veya kendinden bahsedilmemiş yazarlar var. Bu açıdan artık “yazar yetiştirmek”, “eseri denemek” haline gelmiş olabilir mi?
Bu tabirleri uygunsuz buluyoruz.
Eklemek istedikleriniz?
Sorularınızın genel tonunda yayınevlerini ticari çıkar dışında bir şey gözetmeyen kurumlar gibi gösteren tavrınızdan, kültür yayıncılarıyla piyasa yayıncılarını bir tutan yaklaşımınızdan rahatsız olduğumuzu belirtmek zorundayız. Bu ayrımın altını hiç olmazsa “yayın camiasını” herhangi bir okurdan daha iyi bilen ve bu alanda bir şeyler yapma iddiasında olan sizlerin de ısrarla çizmesi gerektiğini düşünüyoruz. Farklı türde yayın yapan kurumlara farklı sorular gönderseydiniz çalışmanız daha anlamlı olurdu; zira hak etmediğimiz eleştirilere yanıt vermek ve göğüslediğimiz zorlukların görmezden gelinmesi noktasında doygunluğa ulaşmış durumdayız. O yüzden siz sektör emekçilerini bu konuda daha duyarlı olmaya davet ediyoruz.
Katılımınız için çok teşekkür ederiz.
Biz teşekkür ederiz.