Dalia Grinkevičiūte’ün ölümünden yıllar sonra bulunan elyazması anılarından oluşan Oysa Gökyüzü Muhteşemdi Epsilon Yayınevi’nden çıktı. Kitabı Çağla Özden inceledi.
“Anılarımdan korkuyorum. Beni paramparça ediyorlar. Ama tek bir işe yarıyorlar -başıma ne gelirse gelsin, içimdeki önlenemez yaşama arzusunu uyandırıyorlar.
Yaşamak istiyorum, yaşamak, lanet olsun, yaşama dönmek istiyorum.”
İnsan, doğmayı seçemiyor olsa da yaşamını nasıl sürdüreceğine, hatta sürdürüp sürdürmeyeceğine karar verebilir. Herkesin tek bir yaşamı vardır fakat tek bir yaşam biçimi yoktur.
Hayat öngörülemez büyük olaylarla aniden değişebilir, tek bir kuvvetli anın etkisiyle bambaşka bir yöne gidebilir. Değişimler, dönüşümler, krizler, yeniden başlamalar… Hepsi yaşamın mayasında vardır ve bizi bekler.
Karanlık zamanlarını, yaşama arzusuyla aşabilmiş bir genç kızın hikâyesi Oysa Gökyüzü Muhteşemdi Epsilon Yayınevi etiketiyle ve Emine Gülçin Erkman çevirisiyle okurla buluşuyor.
1941’deki Litvanya işgalinden sonra annesi ve erkek kardeşi ile birlikte Sovyetler tarafından Sibirya’ya sürülen Dalia Grinkevičiūte, gençliğinin ilk yıllarını yuvasından ve bildiği hayatından çok uzakta, Kuzey Kutbu’nda geçiriyor ve yirmi bir yaşında bu karanlık dönemi arkasında bırakarak annesiyle kaçıp Litvanya’ya dönmeyi başarıyor. Yaşadığı bu travmatik dönemin anılarını kâğıt parçalarına yazıyor.
Dalia Grinkevičiūtė’ün kaleme aldığı anıları, sadece kendinin değil, evlerinden sürülen ve Sovyet işgali yıllarında hapsedilen 300.000 Litvanyalı hakkında. Fakat gözetlendiğini hissettiği için onları cam bir kavanozun içinde baba evinin bahçesine gömüyor. Gerçekten korktuğu başına geliyor ve kısa bir süre sonra KGB tarafından tutuklanarak tekrar sınır dışı ediliyor.
Bir çalışma kampında hizmet ettikten ve ikinci bir sürgün dönemine katlandıktan sonra, Grinkevičiūtė 1956’da eve dönüyor ancak orijinal el yazmasını bulamıyor. Grinkevičiūtė, anılarını 1974’te yeniden yazmaya başlıyor. Rusça yazılmış ve gerçek soyadı altında imzalanmış bu metinden alıntılar, 1979’da Paris merkezli Rus muhalif dergisi Pamiat‘ta, tam metin olarak da 1988’de Litvanya’da Pergalė dergisinde Lietuviai prie Laptevų jūros (Laptev Denizi kıyısındaki Litvanyalılar) başlığı altında yayımlanıyor. Dalia ise bunu göremeden hayatını kaybediyor.
Ölümünün üzerinden geçen dört senenin ardından yazdıklarını sakladığı cam kavanoz, bir şakayık çiçeğinin yeri değiştirilirken tesadüfen bulunuyor ve öyle büyük bir yankı uyandırıyor ki Litvanya tarihinin en önemli belgeleri arasında yerini alıyor. Öyle ki Dalia’nın anılarının günümüzde Litvanya okullarında okutulması zorunlu. Ayrıca bu çarpıcı anılar Vilnius’taki ulusal müzede saklanıyor.
Hatta geçtiğimiz yıl, Litvanya’dan ilk toplu sürgünlerin 80. yıldönümünde Grinkevičiūtė’ün el yazmalarından oluşan sergi, özel bir aydınlatmayla ve alıntıları okuyan aktör Birutė Mar’ın sesiyle ziyaretçilerle buluştu.
Litvanya Ulusal Müzesi’nin zeminine yerleştirilen stantlar, bilinmeyene doğru bir yolculuğun, sürgündeki yaşamına, yorucu fiziksel emeğe ve sıkı bir çalışmanın ardından derme çatma bir okul bankında oturarak tutuşturulan daha iyi bir gelecek umuduna tanıklık eden eşyaları sergiliyor.
“Ah siz güneşli günler! Daha sonraki zor zamanlarda sizi o kadar sık hatırladık ki!”
Bunca insanı bu kadar derinden etkileyen bu anıların tek özelliği zor günlerin şahidi olmaları değil elbette. Okuyanların kalbine dokunan, empati kurmalarını sağlayacak kadar içlerine işleyen bu anılar, güçlerini Dalia’nın şüpheye yer bırakmayacak kadar güçlü kaleminden alıyorlar. Yaşadığı korkunç anıları hem tüm gerçekliğiyle hem de edebi bir dille anlatmayı başarmış olması Oysa Gökyüzü Muhteşemdi’yi uluslararası bir çok okunan kitap haline getirmiş.
“Hayatı yakalamak ve dizginlemek istiyorum, böylece onu kendim yönetebileceğim ve onun tarafından her yöne savrulmayacağım. Biz daha yaşayacağız, Dalia, daha savaşacağız. Berbat bir düşman ile… Hayat ile… Asla vazgeçmeyeceğiz.
Daha on beş yaşında olmam hiç umurumda değil.”
Dalia’nın hikâyesinde beni en çok etkileyen -tahmin ediyorum ki okuyucuların çoğunluğu da bundan etkilenmiştir- sürgüne gönderildiğinde on dört yaşında olan yazarın hayata karşı tutumu, iştahı ve ruhani olgunluğu… Ölümün, açlığın, dışlanmanın, aşağılanmanın, yalnızlığın sarmaladığı bir hayatta kaç kişi bu denli güçlü kalabilir?
Nietzsche’nin “Amor fati (kaderini sev)” bakış açısında insanın hayatını tüm yaşadıklarına rağmen olumlaması, yaşadığı her şeyden öğrenmesi gerekenleri çıkarması, yola devam etmesi ve kaderini aşması anlatılır. Okuması kolay olsa da hayata geçirmesi zor olan bu felsefenin örneklerinden biri olarak gösterebileceğimiz Oysa Gökyüzü Muhteşemdi hayatın bir kabulleniş ve aynı zamanda bir karşı çıkışla dönüştürebildiğinin kanıtı olarak günümüze ulaştığı ve dilimize kazandırıldığı için çok şanslıyız.
1987, İstanbul doğumlu. Felsefeci, yaratıcı drama&tiyatro eğitmeni. Başta KalemKahveKlavye olmak üzere çeşitli mecralarda yazılar kaleme alıyor. İlk kitabı Aristoteles · Hayatı Bir Şölen Sofrası Gibi Bırakmalı Ne Susuz Ne de Sarhoş 2022’de Destek Yayınları’ndan çıktı. Evli ve iki kedi annesi.