İstanbul’dan Son Mektup, çok satan Davetli Listesi kitabıyla Türkçe okurunca da tanınan Lucy Foley imzalı bir tarihi roman. Kitap Epsilon Yayınevi’nden İren Kori çevirisiyle yayımlandı.
Kitabı bir tarihi roman yapan özelliklerin üzerinde durarak başlayalım. Tarihi roman okurlarının büyük kısmının bu türden beklentisi daha ziyade insanlık tarihine damga vurmuş, “tarihi anlatan” kitaplar olması. Lucy Foley’in kitabı ise tarihi arkaplanı çok iyi çalışılmış, bunu hem tarihi olaylar hem de mekân ve dekor anlamında kotarmış, kurmaca kahramanları anlatan bir hikâye olarak karşımıza çıkıyor.
İşgal dönemi İstanbul’unda geçse de sık sık şehrin işgal öncesi yaşantısına gerek karakterler gerek tarihi arka plan açısından göndermeler yapan İstanbul’dan Son Mektup, ilk bakışta bir tarihi aşk romanı gibi görünse de başka pek çok unsurla sarıp sarmalanmış bir hikâye anlatıyor bize.
Üzerine titizlikçe çalışılmış, hem iyi araştırılmış hem de bir kurgunun dekoru olarak yazıya iyi dökülmüş bir İstanbul tasviri içinde buluyoruz kendimizi. Mısır Çarşısı’nın rengârenk ahengi, İstanbul Boğazı’nın eşsiz manzarası, bu manzaraya yansıyan akşamüstleri, ferahfeza yaz havası…
Ne var ki ana kahramanımız Nur, bu manzaraya bakarken bu kadar huzurlu değil. Savaşlardan yorgun düşmüş ve nihayetinde işgal altına girmiş İstanbul’la arasında yabancı bir ülkenin askerleri ve sonu görünmez bir esaret var. Nur artık Boğaz’ın karşı yakasına baktığında çocukluğunun güzel günlerinin geçtiği beyaz konağı hatırlayarak hüzünleniyor. İşlemeler yaparak geçinmeye çalışan Nur’un sokağa çıktığında işgalci askerlerle karşılaşma, onlarla göz göze gelme ihtimali bu hüzne korkuyu da ekliyor.
Sokaklarda gizli saklı, dikkat çekmemeye çalışarak gittiği o çocukluk evinde kaybettiği geçmişi, mutluluğu, özgürlüğü arıyor. Aklında o günlerin anıları dipdiriyse de gerçek hayat, gerçek İstanbul artık çok farklı. Gözleri uzaklara daldığında yalnızca çocukluk günlerini, eski evlerini düşünmüyor. Savaştan kendisi dönmediği gibi öldüğüne veya yaşadığına dair tek bir haberin bile gelmediği erkek kardeşini, yaşamak için geçinmek zorunda kaldığından yetiştirmek zorunda olduğu satılık işlemelerini, birlikte yaşadığı annesinin, büyükannesinin ve en çok da, işgalden sonra muhtaç halde bularak bakımına aldığı oğlan çocuğunun -ki romanda onu “Oğlan” adıyla okuyoruz- sorumluluğunu da düşünüyor.
Nur ve ailesinin evlerinden çıkmalarının sebebi de işgalci İngiliz askerlerinin eve el koyması ve burayı bir hastaneye çevirmesi. İşte bu hastanede, diğer ana karakterimiz olan Dr. George Monroe çıkıyor karşımıza. Nur, ölesiye nefret ettiği, ülkesi gibi evlerini de işgal edenlerden biri olan Dr. George Monroe’yla tesadüfi karşılaşmasının tekrarlanmayacağını düşünse de Oğlan için gereken tıbbi bir malzeme için çaresizlikle eski evlerine, yani işgalcilerin hastanesine gidiyor. Ve gitgide başka bir noktaya evrilen, kendince ve toplumca yasak olan bir aşka sürükleniyor.
İngiliz Yazar Lucy Foley, tarihi kurgu ve gizem türlerinde kalem oynatıyor. Yazarın daha önce yine Epsilon Yayınevi’nden çıkan Davetli Listesi romanı anadilinde olduğu gibi Türkçe okurlarınca da beğenilmişti. Bugün itibariyle yayımlanmış altı kitabı olmakla birlikte İstanbul’da Son Mektup, diğer mecralarda olduğu gibi Goodreads’te çok beğenilmiş. Öyle ki çok satan ödüllü romanı Davetli Listesi’nden daha yüksek bir puanı var.
İngiliz Edebiyatı okuyan, önceleri çeşitli yayınevlerinde editörlük yapan Lucy Foley, artık tam zamanlı bir yazar olarak yılın bir kısmında İngiltere’de, bir kısmında da Ortadoğu’da çalışmalarına devam ediyor. Biyografisinde bahsettiği üzere “Londra’da yaşıyor ama seyahat etmeyi seviyor -hem gerçek hayatta hem de kâğıt üzerinde. Yazdıklarımda uzak yerlerin ortaya çıkması da bundan.” Nitekim, İstanbul’dan Son Mektup romanını da Tahran’da bir bahçede yazdığını belirtmiş.
Bu seyyahlık hali, İstanbul’da Son Mektup’ta da karşımıza çıkıyor. Çünkü farklı karakterlerin bölümleri yalnızca İstanbul’da değil, karla kaplı Kafkas Cephesi’ne, alev alev yanan Mısır çöllerine, Yolcu karakterine eşlik ettiğimiz Avrupa sokaklarına dek uzanıyor. Bir yanıyla aşkı ve sevgiyi anlatırken bir yanıyla da zalimler ve mazlumlar dengesi üzerinden savaşı, ırk ve kimlik siyasetinin düşürdüğü nefret tuzağını anlatıyor.
İlgi çekici ve atmosferik diline rağmen geniş bir hamle alanında yazılmış romantik metinlere çok sempatiyle bakmıyorsanız İstanbul’da Son Mektup sizi bu açıdan yorabilir. Söylemeden geçemeyeceğim üzere, buna eklenen daha büyük bir dezavantaj olarak çeviri dilinin mekanik, yapay ve açıkçası edebi çeviri üslubundan epey uzak seyretmesi de okuru bir miktar yoruyor.
Buna rağmen İstanbul’dan Son Mektup, içerdiği unsurların ve türün sevenleri için duygulu, heyecanlı ve sürprizli bir hikâye vadediyor.
[…] bir diğer çok sevilen kitabı İstanbul’dan Son Mektup‘un incelemesini BURADAN […]