Ecem Acay, Mehmet Çimen’in A7 Kitap’tan çıkan Her Şeyin Bi’ Şeyi Vardır adlı öykü kitabını inceledi.
“Her şeyin bi’ şeyi var!” Bu sözü oldukça sık duymaya başladık son birkaç yıldır. Tartışma anlarında, cevap verilmek istenmeyen sorular sorulduğunda geçiştirmek için bu söz söylenmeye başlandı. Peki, sizce doğru mu bu? Gerçekten de her şeyin bi’ şeyi var mı?
Mehmet Çimen’in yazar olmadan önce çok okuduğu ve kendini buna hazırladığı belli oluyor. Her Şeyin Bi’ Şeyi Vardır’da bütün ailesini kaybedip Moskova’ya yerleşen Şevket Kızanoğlu’nu okuyoruz. Bir suç işlemiş; yargı sürecinde altı ay boyunca konuşmayıp sonrasında fikrini değiştiriyor ve dava süreci de başlıyor. Onun tercümanlığını yapan Fahri’yle olan sohbetleri, yazarın psikoloji ve felsefe alanlarında kendini ne kadar geliştirdiğini gösteriyor bizlere. Kitabın adının da geçtiği şu diyaloğa bir bakmanızı isterim mesela:
“…Varsa Allah, hani o zaman nerede, niye saklanıyor?”
“Da Vinci’yi de görmedik ama sanat elçileri, Salvator Mundi’yi onun yaptığını söylediğinde, beş para etmeyen tablo, dünyanın en pahalı tablosu oluverdi. Allah’ın elçisi de bu dünyanın muhteşem yaratıcısını haber vermiş. Ne var yani bunda? Sen somut bir tablo ile soyut sanatkârına inanıyorsun da ben neden somut dünyanın soyut sanatkârına inanamıyorum?”
“Konu dünyanın ne kadar değerli olup olmadığı değil ki Şevket abi? Dünya bizim için zaten en değerli.”
“Resmin yakınına girip orijinal mi sahte mi anlıyorlar ya! İşin erbabı, bunu olsa olsa Da Vinci yapmış diyor hani. Biz de bu dünyayı birisi yaratmış olmalı diyoruz be Fahri? En basit anlatımı bu.”
“Daha basit anlatımı yok mu Şevket abi? Benim gibi gerizekâlılar için.”
“Var. Çıkar kâğıdını yaz.”
…
“Her şeyin bi şeyi vardır!”
“Her… Şeyin… Bir… Şeyi… Vardır. Yazdım.”
“Bu kadar. En basit hali bu.”
“Ne abi bu?”
“Basit olmak en zorudur. Alınganlık yapmana gerek yok. Her şeyin bi şeyi vardır. Maymuncuk gibi anahtar verdim sana. Açmayacağı kapı yok. Niçin şöyle, böyle deyip duruyor mu kafandaki tilkiler? Her şeyin bi şeyi vardır de onlara. Öyle olması gerekiyormuş, olmuş işte. Allah var mı diye soruyorsun ya? Hemen uygula bak. Her şeyin bi şeyi vardır. Her varlığın, bir yaratıcısı vardır. Gördün mü çözüldü problem!” deyip makaraları koyuverdim. Kafakola aldığım gibi Fahri’yi, önüme yuvarlayıverdim. “Her yuvarlananın, bir yuvarlayanı vardır. Bak aynı formül yine.” (Sayfa 24-25)
Bu satırlar beni şaşırttı, çünkü böyle bir geçiş beklemiyordum. Yazarın sokak ağzıyla, komik ve absürt bir dille yazdığını, öyle de devam edeceğini düşünmüştüm ama aralara serpiştirdiği bu diyaloglar kitabın değerini oldukça artırdı.
Kahramanımız Şevket’in dedesiyle ayrı bir bağı var, bunu sürekli görüyoruz ve onun sürekli dedesinin şekillendirdiği düşünceler bütünü üstünde durduğunu anlıyoruz. Dedesi yasakladığı için elinden geldiğince küfür etmiyor, etse bile kelimeleri değiştirerek kendinden sansür uyguluyor. Dedesini rüyasında göremediği için kızıp bir süre küfür edeceğini söylüyor mesela. Bunlar hem keyifli hem de üzücüydü. Ailesindeki her bir bireyi kaybeden bir adamın, onca yıl geçmesine rağmen hâlâ bir aile hasreti çekiyor oluşu güzel yansıtılmış.
“Her şeyi bilen insanların sıkıcılığı yok üstümde. Bilmemek içinde olası umutlar barındırır. Aynı zamanda olası korunmuşlukları da. Olası umutlar ve olası korunmuşluklar içinde yaşamak insana korku tünelinde ilerleme hissi verse de nihayetinde orasının lunapark olduğunu bilmesi, o eğlenme alanının sahibinin kendisine kötülük etme niyetinin olmadığını bilmesi ona güven verir, onu mutlu eder.” (Sayfa 32)
Çimen, başta absürt ve kopuk bir yazım tarzı var gibi görünse de hikâyeyi bozmadan, söylemek istediklerini güzelce yerleştirmiş kitabının içine. Yazarın psikoloji alanıyla ilgili olduğunu, “kendi hayatını yönetmeyi bilen biri” hissini verişinden de anlıyoruz. Bana öyle geldi en azından. Şevket’in psikoloğuyla olan konuşmalarının daha fazla olmasını isterdim. Özellikle şu “meşguliyet terapisi” konusu çok ilgimi çekti.
“İç dünyanı bir oda gibi düşün. Oda sessiz olursa, bu iki sesi mutlaka duyarsın. Odada kendi seslerini çıkarmaya başlarsan, onların sesi duyulmamaya başlar. Odayı boş bırakmamak lazım. Odayla ilgilenirsen, ne bileyim temizlersen, süslersen, güzel şarkılar söylersen, sadece o ses değil, o sesin malzemesi olan hayalimde oluşan o istemediğim görüntüler de azalıyor.” (Sayfa 38)
Şevket’in mahkeme günü sorgulandığı an, bir terapi seansı gibi geçiyor. Buraya biraz anlam veremesem de Şevket’i, verdiği kararları ve iç dünyasını çok iyi anladım. Birçok insanın da kendinden bir parça bulacağını düşünüyorum kitapta.
“Önce kendimi bulmam lazım. Bunun için içimdeki hariçten gazel okuyanları temizlemem lazım. Geriye kalan biz olacağız.”
“Siz diyerek başka sesler de mi duyduğunuzu söylüyorsunuz?”
“Dört ses duydum. Bedenimin sesi ve kötücül şeytani ses, bunlardan ikisi. Geriye kalan iki sesten birisi gerçek benim. Ben ruhum. Dördüncü ise çok uzaklardan bir iki kere cılız sohbetini duyduğum ses. Tanışırsak belki ona yaslanırım.” (Sayfa 64)
Hayatımızın belli dönemleri, belli dönüm noktaları oluyor ve tamamen bu dönüm noktaları üstüne oluşuyor karakterimiz aslında. Sağlam ve sağlıklı bir şekilde atlatabilenler şanslı. Yara alanlar da bütün hayatlarını o yaraların üstünü örtmek, saklamak ya da iyileştirmek için harcıyor. Her Şeyin Bi’ Şeyi Vardır, bana bunları ve kendi dönüm noktalarımı düşündürdü. Size de başka kapılar açacağını düşünüyorum ve okumanızı tavsiye ediyorum. Sağlıcakla kalın!
*
Her Şeyin Bi’ Şeyi Vardır
Mehmet Çimen
A7 Kitap
80 Sayfa