Gökçe Bezirgan’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan öykü kitabı “Hasta Öyküler ve Kulağakaçan” üzerine bir
inceleme.
inceleme.
Uzun
zamandır kurgu okumaya ara vermiştim. Hem birkaç araştırma konusu için yapmam
gereken bir alan taraması olduğundan, hem de ve daha önemlisi, sürekli yeni bir
heyecanla, özellikle son dönem öykücü ve romancıların yazdıklarını alıp alıp
düş kırıklığına uğramamdan. Romanlar, sanırım az sözle çok şey anlatmak yerine çok
sözle az şey anlatmayı seven bir kuşak pratiğimiz olduğu ve yazara geniş bir
hamle alanı verdiği için bir nebze ümit vadediyor fakat kendimi sevmeye
zorlamama rağmen öyküler konusu vasatın altında kalıyor ne zamandır.
zamandır kurgu okumaya ara vermiştim. Hem birkaç araştırma konusu için yapmam
gereken bir alan taraması olduğundan, hem de ve daha önemlisi, sürekli yeni bir
heyecanla, özellikle son dönem öykücü ve romancıların yazdıklarını alıp alıp
düş kırıklığına uğramamdan. Romanlar, sanırım az sözle çok şey anlatmak yerine çok
sözle az şey anlatmayı seven bir kuşak pratiğimiz olduğu ve yazara geniş bir
hamle alanı verdiği için bir nebze ümit vadediyor fakat kendimi sevmeye
zorlamama rağmen öyküler konusu vasatın altında kalıyor ne zamandır.
Son
yıllarda çıkan öykü kitapları ve öykü yazarları, ne zamandır üzerine yazmak
istediğim başlı başına bir konu; fakat bu yazıyı ayırmak istediğim Gökçe Bezirgan’a
daha fazla fatura çıkarmamak için onun kitabına geçelim ve ilk paragraf da
kitap hakkında söyleyeceklerim için bir girizgah olsun.
yıllarda çıkan öykü kitapları ve öykü yazarları, ne zamandır üzerine yazmak
istediğim başlı başına bir konu; fakat bu yazıyı ayırmak istediğim Gökçe Bezirgan’a
daha fazla fatura çıkarmamak için onun kitabına geçelim ve ilk paragraf da
kitap hakkında söyleyeceklerim için bir girizgah olsun.
“Hasta Öyküler ve Kulağakaçan”, Bezirgan’ın
ilk kitabı. Aslında elimizde iki ayrı öykü kitabı dosyası var; aradaki “ve”
bağlacı da bunu ifade ediyor. “Hasta Öyküler”, 2012 yılında Yaşar Nabi Nayır
Ödülü’nü almış, ödüllerle ve bilhassa jürilerle aram iyi olmadığı için bunu
kitabın girişindeki biyografiden öğreniyorum.
ilk kitabı. Aslında elimizde iki ayrı öykü kitabı dosyası var; aradaki “ve”
bağlacı da bunu ifade ediyor. “Hasta Öyküler”, 2012 yılında Yaşar Nabi Nayır
Ödülü’nü almış, ödüllerle ve bilhassa jürilerle aram iyi olmadığı için bunu
kitabın girişindeki biyografiden öğreniyorum.
Genel
anlamda kurgu, özel anlamda öykü denildiğinde; sıradan okur, özel bir şey
aramayabiliyor çoğu zaman. Ne anlattığı pek belli olmayan, anlatılmak istenen olayı
lirizme kurban eden hatta çoğu zaman olaydan eser olmayan öyküler (öykü iddiasında
olanlar), karşımıza en çok çıkan örnek. Bir de olay, olay, olay anlatıp hiçbir
yere varmayan, hiçbir zeka parıltısı olmayan, dili zaten hak getire örnekler
var ki onlar da “gerçek hayattan insan manzaraları anlattım” bahanesine
sığınıyorlar. Dolayısıyla bir öykü okurken ya dilinde, ya olayında ya da
kurgusunda bir zeka parıltısı, bir üslup özgünlüğü aramaktan başka bir
beklentim yok benim bir okur olarak.
anlamda kurgu, özel anlamda öykü denildiğinde; sıradan okur, özel bir şey
aramayabiliyor çoğu zaman. Ne anlattığı pek belli olmayan, anlatılmak istenen olayı
lirizme kurban eden hatta çoğu zaman olaydan eser olmayan öyküler (öykü iddiasında
olanlar), karşımıza en çok çıkan örnek. Bir de olay, olay, olay anlatıp hiçbir
yere varmayan, hiçbir zeka parıltısı olmayan, dili zaten hak getire örnekler
var ki onlar da “gerçek hayattan insan manzaraları anlattım” bahanesine
sığınıyorlar. Dolayısıyla bir öykü okurken ya dilinde, ya olayında ya da
kurgusunda bir zeka parıltısı, bir üslup özgünlüğü aramaktan başka bir
beklentim yok benim bir okur olarak.
“Hasta
Öyküler ve Kulağakaçan”, ilk olarak kapağıyla, sonrasında adıyla ilgimi çekti
ve kurgu kitap orucumu bozmak için başladığım yer oldu. Kitabın ilk bölümü olan
“Hasta Öyküler”, son yılların “çok hastalıklı, çok esrik şeyler yazmalıyım”cıların herhangi birinin elinden çıkan bir
eser beklentisi yaratsa da Gökçe Bezirgan,
buradaki “hastalık” dozajını öykülerine çok güzel yedirmiş; kağıt kesiği
tadında bir “hasta” yaklaşımı var kendisinin, öyle oldurmak için oldurmamış, sade
anlatmış. “Kulağakaçan” kısmı ayrı bir kısım olsa da bu hastalık-sıradışılık
izleği değişmiyor kitap boyunca.
Öyküler ve Kulağakaçan”, ilk olarak kapağıyla, sonrasında adıyla ilgimi çekti
ve kurgu kitap orucumu bozmak için başladığım yer oldu. Kitabın ilk bölümü olan
“Hasta Öyküler”, son yılların “çok hastalıklı, çok esrik şeyler yazmalıyım”cıların herhangi birinin elinden çıkan bir
eser beklentisi yaratsa da Gökçe Bezirgan,
buradaki “hastalık” dozajını öykülerine çok güzel yedirmiş; kağıt kesiği
tadında bir “hasta” yaklaşımı var kendisinin, öyle oldurmak için oldurmamış, sade
anlatmış. “Kulağakaçan” kısmı ayrı bir kısım olsa da bu hastalık-sıradışılık
izleği değişmiyor kitap boyunca.
Aforizmasız,
abartısız bir dil ile mektup ve günlük gibi farklı yazı türleri arasında
geçişlerle örmüş öykülerini. Çok kısa süren öykülere refleksli de olsam “fena
değil” dedirtti bana.
abartısız bir dil ile mektup ve günlük gibi farklı yazı türleri arasında
geçişlerle örmüş öykülerini. Çok kısa süren öykülere refleksli de olsam “fena
değil” dedirtti bana.
Tüm
bu nispeten “olumlu” eleştirilerim elbette tüm öyküler için geçerli değil. Dil
bazen çok akıcıyken, bazen bir anda ritim kırılıveriyor. Aynı şekilde, bir öykü
çok iyi bir hale gelirken, ya kendi içinde, ya da arkasından gelen bir sonraki
öyküde düşüveriyor. Ve yine buna bağlı olarak, benim gibi dikkat
dağınıklığından mustarip bir okurun dikkatini bir yerde tam çekerken, bir süre
sonra iki paragraf geriye gitmemi gerektiriyor. Diyebilirim ki yazar, zigzaglar
çizmiş ve okurun, kitabı bitirmek için bazen yükselirken bazen de düşmesi
gerekiyor el-mecbur.
bu nispeten “olumlu” eleştirilerim elbette tüm öyküler için geçerli değil. Dil
bazen çok akıcıyken, bazen bir anda ritim kırılıveriyor. Aynı şekilde, bir öykü
çok iyi bir hale gelirken, ya kendi içinde, ya da arkasından gelen bir sonraki
öyküde düşüveriyor. Ve yine buna bağlı olarak, benim gibi dikkat
dağınıklığından mustarip bir okurun dikkatini bir yerde tam çekerken, bir süre
sonra iki paragraf geriye gitmemi gerektiriyor. Diyebilirim ki yazar, zigzaglar
çizmiş ve okurun, kitabı bitirmek için bazen yükselirken bazen de düşmesi
gerekiyor el-mecbur.
Kitabın
iki ayrı bölümü olan “Hasta Öyküler” ve “Kulağakaçan”ın yazılma sıralarını
bilemiyorum, ancak “Hasta Öyküler”in gayet güzel olan ilk ve son hikayeleri
arasında kitabın güzel olup olmadığına dair fikrimi belirleyemeyecek kadar yorulduğumu
söyleyebilirim. Neyse ki sabrımın ödülünü ikinci yarı olan “Kulağakaçan”da
nispeten alabildim. Zira çok daha olgun, çok daha ne anlattığını/anlatmak
istediğini bilir öykülerden oluşuyor. Bunun temel sebebi, ikinci yarıdaki
öykülerin ilkine göre daha uzun olması olabilir. Söylediğim gibi: Lafı uzatmayı
seven bir kuşağız, üç sayfalık öyküde başarılı olamıyoruz. Bu yüzden de –bu bir
seçim işi midir bilemem ama- iki tür arasında seçim yaparken hangisini daha iyi
kotarabileceğimizi ya da seçimimiz ne olursa olsun onu nasıl daha iyi hale
getirebileceğimizi bilmek zorundayız.
iki ayrı bölümü olan “Hasta Öyküler” ve “Kulağakaçan”ın yazılma sıralarını
bilemiyorum, ancak “Hasta Öyküler”in gayet güzel olan ilk ve son hikayeleri
arasında kitabın güzel olup olmadığına dair fikrimi belirleyemeyecek kadar yorulduğumu
söyleyebilirim. Neyse ki sabrımın ödülünü ikinci yarı olan “Kulağakaçan”da
nispeten alabildim. Zira çok daha olgun, çok daha ne anlattığını/anlatmak
istediğini bilir öykülerden oluşuyor. Bunun temel sebebi, ikinci yarıdaki
öykülerin ilkine göre daha uzun olması olabilir. Söylediğim gibi: Lafı uzatmayı
seven bir kuşağız, üç sayfalık öyküde başarılı olamıyoruz. Bu yüzden de –bu bir
seçim işi midir bilemem ama- iki tür arasında seçim yaparken hangisini daha iyi
kotarabileceğimizi ya da seçimimiz ne olursa olsun onu nasıl daha iyi hale
getirebileceğimizi bilmek zorundayız.
Bu
fikrimden hareketle, Gökçe Bezirgan’ın bu kitabı için “okumayın, zaman kaybı”
diyemem, ama olağanüstü olduğu fikrine de kefil olamam. Yine de içimden gelerek
söylemek isterim ki bir sonraki kitabında bu kitabındaki küçük pırıltıların ne
derece olgunluğa ulaşabileceğini merak ediyorum.
fikrimden hareketle, Gökçe Bezirgan’ın bu kitabı için “okumayın, zaman kaybı”
diyemem, ama olağanüstü olduğu fikrine de kefil olamam. Yine de içimden gelerek
söylemek isterim ki bir sonraki kitabında bu kitabındaki küçük pırıltıların ne
derece olgunluğa ulaşabileceğini merak ediyorum.
İletişim Yayınları
redaktörlerine not:
Yazım ve özellikle noktalama konusundaki eski özeninizi kaybettiniz. TDK faşisti
birisi değilim, ama konulması gerekirken konulmamış bir noktalama işareti
öykünün anlam ve bütünlüğünü bozuyorsa, bu bir sorundur.
redaktörlerine not:
Yazım ve özellikle noktalama konusundaki eski özeninizi kaybettiniz. TDK faşisti
birisi değilim, ama konulması gerekirken konulmamış bir noktalama işareti
öykünün anlam ve bütünlüğünü bozuyorsa, bu bir sorundur.
**
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)