4k/KalemKahveKlavye Dergi’nin Nisan-2012 tarihli “Öz” konseptli sayısında yayınlanmıştır.
En başta, bu sıralar Hakan Günday neler yapıyor, diye başlamak isterim. Son zamanlarda DOT Tiyatrosu ile birlikte çalıştığını biliyorum. Buradaki çalışmalar, yeni projeler hakkında vereceğin ipuçları var mı?
Aslında ben de tam olarak ne yaptığımı bilmiyorum. Mutlaka anlatılması gerektiğine inandığım birtakım hikâyeler var ve onları anlatabileceğim en doğru yolları arıyorum. Zaman daha çok bu yolları aramakla geçiyor. DOT tiyatrosuyla çalışmalara gelirsek, bunu ilham alışverişi olarak düşündüğümüz takdirde hiçbir zaman sona erebileceğini düşünmüyorum. Arada da birkaç oyun çıkarsa ne ala.
Bildiğin üzere, 4k-Dergi’nin bu sayı konsepti “Öz”. Hakan Günday’ın kişisel veya yazar olarak, “öz” algısı nedir?
Öz, benim için son derece flu ve değişken bir kavram. Bir hayalete benziyor. Bazen bütün gerçekliğiyle karşınızda, bazen de hiç var olmamış gibi. Ama galiba hakkında fikir sahibi olmanın bir yolu var: O da, yazmak. Eğer bir fotoğrafı çekilecekse, eğer neye benzediği biraz olsun anlaşılacaksa, bunun ancak yazmakla mümkün olduğunu düşünüyorum. Yazarak sınırlanırını çizmekle. Belki ne olduğunu değil ama ne olmadığını anlamakla.
Roman kahramanların, bilinçli olarak bir amacın peşinde olmasa da kendiliğinden ortaya çıkan bir arayış söz konusu. Aslında “hiç”e varacak olan ve yazarının da bunu gayet iyi bildiği bu kahramanları arayışlara itmenin sebebi ne?
Arayanların hikâyesinin yanında bulmuş olanlarınki ilaç prospektüsü gibi kaldığından olabilir. Arayış içinde olan bütün o karakterlerle birlikte benim de arıyor olmam olabilir. Ve son olarak, herhangi bir yanıta tutunmaktansa, başlangıçtakinden daha fazla sorunun içinde kaybolmanın sarhoşluğunu yaşamak için olabilir.
Kahramanlara biçtiğin roller üzerinden, okuyucuya anlatmak istediğin asıl şey nedir? Bir mesaj kaygın var mı yoksa sadece okuyucuyu çarpmak mı mesele?
Benim tek derdim, bir hikâye anlatmak. Okuyucu çarpar mı, teğet mi geçer, ilgilenmiyorum. Ve bir devlet dairesi yönetmeliği yazmıyorum ki mesaj kaygım olsun. Benim tek kaygım, hikâyenin hakkını verememek olabilir. Zihnimde belirenleri kelimelere dökememek.
Düşünebilen, ölümlü ve sosyal olduğu söylenen bir varlık olarak insanın “öz”ü maddesel mi, manevi midir sence? Ya da ayırmak doğru mudur bunları?
Belki de öz, bireyden toplumu çıkarınca kalan şeydir. Böyle bir çıkarma işlemi de hem maddi hem de manevi olacaktır.
“AZ”da, el yazınla basılan bir kısım var. Burada hayatının anlamını
bulan insanların kalpleri sökülerek yerlerine anlamını buldukları nesneler
konuluyordu. Buradaki anlamı, varoluşsal bir “öz” olarak ele alırsak; herkesin böyle bir anlamı olabileceğini ve onu bulabileceğini düşünüyor musun?
Diyelim ki bir gezegen var ve orada bireyler, hayatlarının anlamını bulamadan ölemiyorlar. Ne olurdu sence? Nüfus yoğunluğu yüzünden yaşayacak yer kalmaz mıydı? Yoksa insanlar, gündelik hayatın gündelik sorunlarından başlarını kaldırıp anlamlarının peşine düşer ve genç yaşta kendileri olarak mı ölürlerdi? Bilemiyorum. Yaşadığımız gezegen böyle bir yer olmadığı için de bu soruna doğru bir yanıt vermek herhalde mümkün değil.
Birey ve yazar olarak Hakan Günday’ın özü ile en çok kesişen ve ona en uzak kalan romanları hangileri?
Özün, yapılanlarla kesişmesi ya da onlardan uzaklaşmasının pek de mümkün olmadığını düşünüyorum. Çünkü galiba öz, bütün bunları kapsayacak kadar karmaşık ve çok katmanlı. Eğer herhangi bir bireyin özünden bahsedeceksek, basit ve sade olması mümkün değilmiş gibi geliyor bana. Hatta tutarlı bile olmak zorunda değil. Tamamen çelişkilerden örülmüş olması bile büyük ihtimal. Her ne kadar öz kelimesi, bir kesrin sadeleştirmesini çağrıştırsa da, sonuç tam bir sayıya da düşse, bu herhalde evrenin tozunu almak ve geriye sadece evrenin kalmasına benzeyecektir. Ve bir evren ne kadar basit ya da sade olabilir?
Roman kahramanlarının savunduğu şeyler, sizin birey olarak savunduğunuz şeyler mi? Kinyas ve Kayra’da “Seni anlıyorum demek büyük bir yalandır”, ya da Azil’de “Tanrı ne asil, ne de adil olmak zorunda” şeklindeki ifadeler gibi…
Muhtemelen bugüne kadar yazdığım karakterlerin savunduğu her şey, benim için birer soru. Örnek: Kinyas şöyle der: Seni anlıyorum, demek, büyük bir yalandır. Ben şöyle derim: Seni anlıyorum, demek, büyük bir yalan mıdır?
Kinyas ve Kayra’da bir sahne vardı. O sahneyi yaşasa Hakan Günday, ikiye ayrılan yoldan karanlık olanı mı, aydınlık olanı mı seçerdi?
Bugüne hangi yoldan geldim, inan hatırlamıyorum.
Kişisel soruları sevmediğini bilsem de sormak istiyorum: Hakan Günday, romanlarına ve kahramanlarına kendi “öz”ünden neyi, ne kadar veriyor?
Böyle bir hesap yapılabilir mi? Bir sayı ya da yüzde verilebilir mi, bilmiyorum. Ama o özden verilen her neyse, galiba üslubun oluyor.
Buna bağlı olarak Yazar Hakan Günday, kendi anlamını bulmuş birisi olarak mı yazıyor?
Tabii ki hayır.
Bir röportajda “Hakkımda bir şey bilinecekse doğum ve ölüm tarihim yeterlidir. Çünkü aradaki tire kadarım” demiştin. Bu, bir tevazunun mu yoksa özgüvenin mi ürünü? Hakan Günday için yaşam ve ölümün anlamları nelerdir?
Jeolojik katmanda toz kadar kalacağını hatırlayınca tire büyük bile kalıyor! Her neyse, böyle bir şey söylemiş olmamın nedeni aslında son derece basit: Beni boş ver, hikâyelere bak, demek için. Çünkü benim hakkımda konuşarak bir yere varmamız mümkün değil ama hikâyeler hakkında konuşarak biraz da olsa ilerlememiz mümkün. Bunun yanında hayat ve ölümün anlamları bir ihtimal birbirleri olabilir. Hayatınki ölüm, ölümünki de hayat. Tabii bu bize ölüm ve hayat hakkında hangi bilgiyi verir: hiç. Dolayısıyla bazen anlamları bilmenin hiçbir işe yaramadığı durumlar da olabilir. Hayatın anlamı şu ya da bu! Eee?
Öz kavramının aidiyet ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Şehirlerarası yaşamış biri olarak senin için aidiyet nedir?
Aidiyet, bir takım anıların diğerlerine üstün gelmesi olabilir. Hatta şimdiki zamanı etkileyecek kadar baskın olmaları anlamına gelebilir. Ve galiba benim anılarım hatırlanmaya devam etmek için eşit şartlarda savaşıyorlar. Hiçbirinin ayrıcalığı yok.
Sanatın ne için olduğu hep konuşuldu. Bugün yeni misyonlar yükleniyor. Ben kendi adıma edebiyatın bireysel olduğunu, sosyal ortamlarda üzerine konuşmak yerine yalnızca üretmek veya okumak gerektiğini düşünüyorum. Bu açıdan sen edebiyatın sosyal olup olmaması konusunda ne düşünüyorsun?
Benim için edebiyatın gerçek sosyalliği, ilham alışverişidir.
Edebiyat akademilerindeki yaygın gelenekçi bakışla birlikte Hakan Günday gibi “marjinal” denilebilecek yazarlar hakkında da makaleler yazılmaya başlandı. Sen, edebiyatın değeri ve anlaşılması için akademileri ne derece önemli buluyorsun?
Herhangi bir metin akademik olarak incelendiği için ne daha değerli ne de daha değersiz olur. Ama o metnin incelenmesi, elbette ki barındırdığı gizemlerin ve estetiğin ortaya çıkmasını sağlayabilir. En nihayetinde bir uzmanlık alanıdır. Bir illüzyon gösterisinin perde arkasını öğrenmek isteyenler için ideal olabilir. Dolayısıyla sihri azaltmadığı sürece gösteriyi daha da etkili kılabilir.
Çoğu yazarda olduğu gibi Hakan Günday’da da bir müzik eğilimi ve eserlerinde de fon müziği var. Bir röportajda müzik eğilimi için “ümitsiz” diyorsunuz. Yazmaya başladıktan sonra çalmaya devam ettin mi; bestelerin var mı mesela?
Ümitsizce çalmaya devam ediyorum.
Peki 4k-Dergi’nin bu röportajı anısına, okuyacaklar için Hakan Günday bir fon müziği seçebilir mi?
Ennio Morricone, “il triello”.
Geçtiğimiz aylarda yapılan Hakan Günday Zirvesi’nde 4k-Dergi’yi mümkün mertebe takip ettiğinizi söylemişsin. Yazar veya okur olarak, Hakan Günday’ın okuduğu kadarıyla 4k-Dergi’ye eleştirileri neler olur?
Daha çok öykü, daha çok şiir, daha çok ürün…
Düzenli takip ettiğin başka yayınlar var mı?
Doğrusu pek yok. Daha çok karşılaşmalardan ibaret.
Yalnızca internetten yayınlanan kendi halinde bir edebiyat dergisine bu röportajı verdiğin için teşekkürler…
Ben teşekkür ederim.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)
''İyi ki kitaplarından bir kısmını okumuşum'' dediğim kendine has tarzı ve yetisi olan bir yazardır.