“Ölümün olduğu yerde, hiçbir şey çok da ciddi değildir aslında.” Bu aralar Kafka’dan alıntılanan bu söz, moda deyimle, sosyal medyada, yerli yersiz çok kullanılıyor.
Öyle midir gerçekten. Ölüm var diye ciddiyet olmamalı mıdır?
Düşünceleriyle çağlar ötesi olmuş bu büyük yazarların ve düşünürlerin yapıtlarından seçilmiş, taşıdıkları anlamları duruma göre farklılaşan cümlelerin gelişi güzel kullanılmasına karşıyım. Yaşama ve insanlığa karşı sorumluluk hissederek, daha güzel bir dünya, daha güzel bir insanlık için fikir üreten, kafa yoran bu düşünürler, taşıdıkları sorumluluğun ağırlığında hep rahatsız ve huzursuz yaşamışlar, insanlık için kaygı duymuşlardır. Çağlara damgasını vurmuş bu büyük düşünürlerin, kaygı ve sorumluluk dolu yaşantılarında kitaplar dolusu ürettiklerini bir köşeye bırakıp yaşanan anın karamsarlığından ya da iyimserliğinden yola çıkarak, yazılanların içeriğini yansıtmaktan uzak, gelişi güzel bir cümleyi görünür kılmak, emeklerine yapılan en büyük saygısızlıktır.
Bence bu alıntı bize yaşatılmaya çalışılan kıyameti olağanlaştırmaya bir araç olarak kullanılmaktadır. Ölümün varlığının tek gerçek olduğundan yola çıkarak, yaşamın anlamsızlığını yaymak için kullanılmaktadır. İnsanı boş vermişliğe, isteksizliğe iterek, yaratıcılığını ve yapıcılığını yok etmektedir. İnsani duygularından ve iyimserliğinden uzaklaştırarak edilgen kılmakta, güdülmeye gereksinim duymasına yol açmaktadır.
İletişimin neredeyse ışık hızını aştığı çağımızda, hiçbir ekonomik yükü olmadan, sosyal medyanın yardımıyla görünür kılınan bu alıntı, yıllarca sürecek bir eğitimle yaratılacak bir olguyu bir anda yapmakta, hatta yarattığı güçlü etkiyle kalıcılığını da garantilemektedir. Üstelik bunu yaşadığı zamana damgasını vurmuş bir düşünür dilinden yaptığından, geçerliliğinin ve doğruluğunun da sorgulanmasını engellemektedir. Çünkü önemli olan, hâkim görüşün sorgulanmaması ve sistemin aksamadan süregitmesi için, tam da bu tip edilgen insanın yaratılmasıdır.
Edilgen, gücünün farkında olmayan, sorgulamayan, itiraz etmeyen, araştırmayan kısaca her şeyi kabule hazır bir insan.Günümüzde, ortalama hayatı ilke edinmiş toplum sınıfından bir yetişkin için uygun görülen çizgisel hayatta, hedefler de önceden belirlenmiştir. Bir ev ve bir araba alınacak, evlenilecek, düğündü, balayıydı derken yapılan masraflar kredi kartıyla ya da banka kredileriyle boğuşa boğuşa ödenilecek. Eğer başarırsa yıkılmayan evliliğinde eşle birlikte yaşlanılacak, yaşlılıkta çağın hastalıklarından şekerdi, kolesteroldü, prostattı ya da kanserdi, hiçbiri olmazsa bir kalp kriziyle ölünecek. Geride kalan ise; kendisine çizilen yaşamın koşuşturmasında gidenin bıraktığı boşluğun farkına ölümle varacaktır.
Kalanın hissettiği kayıp duygusu ne kadar yoğunsa, geride kalmak o kadar zor ve dayanılmaz gelecek, ölümün varlığında hayat anlamsızlaşacak, ciddiyetini kaybedecektir. “Ölüm varsa yaşamak niye”ye kadar sürüp gidecek bir bir karamsarlığın pençesinde az biraz kıvranılıp hayata kaldığı yerden devam edilecektir. Aynı tekdüze, çizgisel yaşama dönülecektir çabucak. İşte o zaman denilecektir ki; “Ölümün olduğu yerde, hiçbir şey çok da ciddi değildir aslında.” O zaman, üç günlük dünyada yiyelim, içelim, keyfimize bakalım, gerisi boş.
Aslında yaşam, bize inandırılmaya çalışıldığı gibi, çizgisel değildir. Tam tersine döngüseldir. Birbirini etkileyen, tetikleyen, birbirini doğuran döngüsel olayların karmaşıklığında, genel olarak çok da planlanamayan bir olgudur yaşam. Kişilerin tek tek etkilendiği ya da etkilediği, öngörülemeyen olayların sürprizinde her günün yeni umutlara ya da umutsuzluklara yol açtığı, karmaşık bir yapıdır.
Diyalektik olarak birbirini etkileyen bu karmaşık yapıda herkes ölümün varlığının farkındadır ama insanoğlu, ölüme karşı yaşamı diri tutma istencinde olan ve bilincini bu yolda geliştiren insanların çokluğunda kendini tekdüzelikten kurtarabilmiş, ölümü aşan yaratılarda bulunmuştur.
Yüzyıllarca mucizevi dayanıklılığını ve yeniliğini koruyan, güzelliğinden hiçbir şey kaybetmeyen sanat eserleri ve bu eserlerin süslediği dünya, yaşamı hem anlamlandırmakta hem de güzelleştirmektedir. Yüzyıllara meydan okuyan destanlar, şiirler, romanlar ve öyküler hep hayatı anlamlı kılma çabalarıdır.
Toplumların değişen üretim hızlarında güdülendikleri tüketim mekanizmasının pompaladığı “Sahip olma” duygusunun karşında, bireylerin yitip gitmemek için “Olmak” duygusunu geliştirebilmesi, kalıcılığın ve güzel bir dünyanın oluşmasının temel koşuludur. Onca ölümlere karşılık yok olacağını bile bile yaşamın sırlarını çözmeye çalışması, verici olması döngüsel yaşamın güzelliklerindendir.
Döngüsellikte ölümün varlığı yaşamın varlığını çağrıştırmakta hatta kışkırtmaktadır. İnsan verdikçe karşısındaki kişiyi zenginleştirirken, içindeki yaşama sevincini de coşturur. Almak için vermez, dünyaya ve yaşama karşı bağlılık ve sorumluluk duygusu geliştiği için verir. Ölüm artık gerçekliğini yitirir, doğallığında yaşama daha sıkı sarılmaya aracılık eder. Yaşama sıkı sarılan insan ise; yapılan haksızlıklara başkaldırır, sorgular, kötülüklere karşı savaşır, güzel bir dünya için çaba harcar, öleceğini bile bile.
Büyük ozanımızın dediği gibi; şakaya gelmeyen, büyük bir ciddiyet isteyendir yaşamak. Ve eğer yaşamı insanlığımızla sarıp sarmalamayı başarabilmişsek, ölüm “başüstüne”dir. Kabul edilebilen, uğruna harcanan emekle, varlığını yokluğunda eşitleyen bir olgudur.
Güzelliklerin yanında çirkinlikleri, barışın yanında savaşı, iyiliğin yanında kötülüğü ve daha nice karşıtlıkları yaratan insanın, en büyük yaratısı “Umut ”tur.
Umut var olduğu sürece, ölüm çok da önemli değildir ve umut var olduğu sürece yaşamak daha bir ciddiyet kazanmaktadır. Çünkü içimizde umudun sönmeyen ateşinde yaşama anlam katmak için kendimizi yeniden üretiyor, gözlerimizi güzelliklere sabitliyor, ellerimizin yaratıcılığında parmaklarımıza çeviklik kazandırmak için çabalıyoruz.
Öyleyse; ölümün var olduğu yerde yaşamak çok ciddi bir iştir, bir sorumluluktur.
Kafka’nın El Yazmaları Artık İsrail’in
Yakması için arkadaşına verdiği Kafka’nın el yazmaları, uzun süren davanın ardından İsrail Devleti’nin oldu. Uzun süredir devam eden mahkeme sürecinin ardından İsrail Yüksek Mahkemesi’nin kararı, Franz Kafka’nın el yazmalarının İsrail Ulusal Kütüphanesi’ne getirilmesi yönünde oldu. Peki tüm bu süreç nasıl gelişti? Bunun için Kafka’nın ölümünden öncesine gitmek gerekiyor. Brod ve Kafka Franz Kafka 1924’teki ölümünden önce arkadaşı…