Bazılarının
psikolojisi açık alanlar ister. Ben çocukluk karabasanlarımdan beri dar
alanlarda rahatım. Hiçbir geniş yatak, tek kişilik kanepe kadar huzurlu uykular
veremez. Hiçbir kanepe, duvar köşesinde sıkışmış sandalye kadar güvende değildir.
Hiçbir güneşli an, yağmur ve rüzgarın işbirliği kadar diri hissettirmez.
Gerçekten mutlu olduğumuz anlarda yaşadığımızı hissetmek zordur çünkü. Mutluluk
ölümü, mutsuzluk yaşamı hatırlatır. Mutluyken ölmekten, mutsuzken yaşamaktan
korkarız.
psikolojisi açık alanlar ister. Ben çocukluk karabasanlarımdan beri dar
alanlarda rahatım. Hiçbir geniş yatak, tek kişilik kanepe kadar huzurlu uykular
veremez. Hiçbir kanepe, duvar köşesinde sıkışmış sandalye kadar güvende değildir.
Hiçbir güneşli an, yağmur ve rüzgarın işbirliği kadar diri hissettirmez.
Gerçekten mutlu olduğumuz anlarda yaşadığımızı hissetmek zordur çünkü. Mutluluk
ölümü, mutsuzluk yaşamı hatırlatır. Mutluyken ölmekten, mutsuzken yaşamaktan
korkarız.
Zamanla
ilgili saplantıların geçmiş ve gelecekten kurtulduğu yerdeyiz. Şimdi daha büyük
bir sorun var: Zamanın dışında kalmak. Paralel evrenlerin dışına, kara deliklere
kapılmadan çıkmak gibi. Bunun için günün en tedirgin saatini yakalamak gerek.
Pek çok tezat gibi tedirginlik ve emniyet duygusu da birbirine bağlanıyor zira.
ilgili saplantıların geçmiş ve gelecekten kurtulduğu yerdeyiz. Şimdi daha büyük
bir sorun var: Zamanın dışında kalmak. Paralel evrenlerin dışına, kara deliklere
kapılmadan çıkmak gibi. Bunun için günün en tedirgin saatini yakalamak gerek.
Pek çok tezat gibi tedirginlik ve emniyet duygusu da birbirine bağlanıyor zira.
Tedirgin
saatleri ancak sabaha karşı, ama tam sabaha karşı yakalamak mümkün… Daha
biten günün mahiyetini anlamadan gelmekte olanın bilinmezliğinde… Olmak üzere
olanın şüpheli beklenişi… Geceden kalanların sabahın getirecekleriyle
karşılaştığı ve alacakaranlığa gömüldüğü yer… Gecenin karanlık işlerine
karşılık gündüzün masum hayatı… Konu gece ve gündüz ise sosyal sınıflar ikiye ayrılır
çünkü: Uyuyabilenler ve uyuyamayanlar… Yalnızca ikisi…
saatleri ancak sabaha karşı, ama tam sabaha karşı yakalamak mümkün… Daha
biten günün mahiyetini anlamadan gelmekte olanın bilinmezliğinde… Olmak üzere
olanın şüpheli beklenişi… Geceden kalanların sabahın getirecekleriyle
karşılaştığı ve alacakaranlığa gömüldüğü yer… Gecenin karanlık işlerine
karşılık gündüzün masum hayatı… Konu gece ve gündüz ise sosyal sınıflar ikiye ayrılır
çünkü: Uyuyabilenler ve uyuyamayanlar… Yalnızca ikisi…
Öyle
bir an ve mekan lazım ki zamanı durdurmakla, geçmişe çakılmakla ya da geleceğe
zıplamakla derdimiz olmamalı. Varlığına inanmadıkları halde Tanrı varsayımıyla
didişenler gibi, değiştiremeyeceğimiz halde zamanla uğraşmamalı; onu orada
bırakmalı ve dışına çıkmalı. Sevgilisi ve dostu olmayınca var olamayan acizleri,
okulları ve dersleri, diplomaları ve meslekleri, sınavları ve kadroları,
banknotları ve bankaları, fişleri ve faturaları unutabilmeli; belki de
saniyenin sekizde biri kadar… Ama unutabilmeli. Her şeyi söylemenin mümkün
olduğu yerden bahsederken, eksik bırakmıştı Orhan Veli; her şeyi söylemek ve
yapmak mümkünken hiçbir şey yapmaya gerek bırakmayan bir yerdi orası. Hareket
ve enerji ile ilgili tüm bilimsel teorilerden ve manevi öğretilerden uzak.
bir an ve mekan lazım ki zamanı durdurmakla, geçmişe çakılmakla ya da geleceğe
zıplamakla derdimiz olmamalı. Varlığına inanmadıkları halde Tanrı varsayımıyla
didişenler gibi, değiştiremeyeceğimiz halde zamanla uğraşmamalı; onu orada
bırakmalı ve dışına çıkmalı. Sevgilisi ve dostu olmayınca var olamayan acizleri,
okulları ve dersleri, diplomaları ve meslekleri, sınavları ve kadroları,
banknotları ve bankaları, fişleri ve faturaları unutabilmeli; belki de
saniyenin sekizde biri kadar… Ama unutabilmeli. Her şeyi söylemenin mümkün
olduğu yerden bahsederken, eksik bırakmıştı Orhan Veli; her şeyi söylemek ve
yapmak mümkünken hiçbir şey yapmaya gerek bırakmayan bir yerdi orası. Hareket
ve enerji ile ilgili tüm bilimsel teorilerden ve manevi öğretilerden uzak.
Orada,
erken uyumak ve uyanmak zorunda olanların, çok içenlerin ve duygusuz
sevişenlerin, yaşama sevincini uykunun ya da yatak arkadaşının varlığına
bağlayanların giremediği bir alan var çünkü. Asfaltların sarı ışıkla,
pencerelerin yağmur tıkırtısıyla, şarkıların karamsarlıkla, görünmeyen varlıkların
ensedeki soğuklukla baş başa kaldığı; çok nadir geçen bir arabanın neden o
saatte oradan geçtiğinin bir önemi olmasa da tereddütte bıraktığı, maskelerin
düştüğü ve kıyafetlerin çıktığı bir yer. Varoluşun en saf haliyle; akıl ve
fikirle, duygu ve ruhla hissedildiği bir yer. Hiçbir hırsın ve savaşın
olmadığı. Bütün hataların affedildiği ve bütün kayıpların artık acıtmadığı… Burun
kemiğinin alına açıldığı noktada iki parmak: Su dolmuş sinüsleri sıkarken ve gittikçe
gevşerken, yıllanmış meseleleri bir şarkı süresince açıp yeniden kaparken ve
bir şarkının notasıyla artık kim bilir hangi hayatta yaşayan eski sevgiliyi ve
dostu kendince affeden, bağrına basan, zamanın getirdiği ve götürdüğüyle olan hesabını
zamanın muafiyet sınavında bırakan, ölümü ve yaşamı birer kıstas olmaksızın, alelade
bir başlangıç ve son gibi bekleyen, kabullenen, korkmayan, düğünde oyun gibi,
mezuniyette kep gibi, sabahın günaydını gibi bir ritüel olarak hazmedildiği,
beklendiği ve sızlanılmadığı bir hayatı yaşamak… Zamanla kavga etmemek, sakin
olmak, her şeyin geçeceğini telkine gerek olmadan bilmek, yerkürenin ev sahipliği ve gökkubbenin koruyuculuğunda, dünya evine serilmiş yer yatağının serin döşeğine uzanmak. Kasmamak ve sakin kalmak… Ego nedir,
bilinçaltı nedir, libido nedir, hırs ve azim nedir, kavga ve savaş, aşk ve
ihanet, öfke ve nefret nedir bilmeden yol almak. O adam seni hiç kandırmamış, o
kadın seni hiç aldatmamış, o dostun selamı hiç kesilmemiş ve bütün o kabuslu
özlemler hiç olmamış gibi olmak… Gelecek hiç gelmeyecek, ekonomik baskı
gırtlağına hiç çökmeyecek, büyük adam olmadığın, hanım kız olmadığın için kimse
hesap sormayacak gibi davranmak. Hepsi, en fazla bir şarkılık zamanda ve hepsi
en az bir ömürlük derinlikte. Yatay yönde ilerlemek yerine dikey yönde dalmak.
Dünyanın dikeninde değil kuştüyünden yorganında gibi sakin, sabahın üşütmeyen
ayazında yüzen martı gibi umursamaz ve fincanda soğumayı bekleyen kahve gibi
olgun olmak… Zamanın dışında olmak… “Yekpare bir an” ama zamanın dışında bir
an.
erken uyumak ve uyanmak zorunda olanların, çok içenlerin ve duygusuz
sevişenlerin, yaşama sevincini uykunun ya da yatak arkadaşının varlığına
bağlayanların giremediği bir alan var çünkü. Asfaltların sarı ışıkla,
pencerelerin yağmur tıkırtısıyla, şarkıların karamsarlıkla, görünmeyen varlıkların
ensedeki soğuklukla baş başa kaldığı; çok nadir geçen bir arabanın neden o
saatte oradan geçtiğinin bir önemi olmasa da tereddütte bıraktığı, maskelerin
düştüğü ve kıyafetlerin çıktığı bir yer. Varoluşun en saf haliyle; akıl ve
fikirle, duygu ve ruhla hissedildiği bir yer. Hiçbir hırsın ve savaşın
olmadığı. Bütün hataların affedildiği ve bütün kayıpların artık acıtmadığı… Burun
kemiğinin alına açıldığı noktada iki parmak: Su dolmuş sinüsleri sıkarken ve gittikçe
gevşerken, yıllanmış meseleleri bir şarkı süresince açıp yeniden kaparken ve
bir şarkının notasıyla artık kim bilir hangi hayatta yaşayan eski sevgiliyi ve
dostu kendince affeden, bağrına basan, zamanın getirdiği ve götürdüğüyle olan hesabını
zamanın muafiyet sınavında bırakan, ölümü ve yaşamı birer kıstas olmaksızın, alelade
bir başlangıç ve son gibi bekleyen, kabullenen, korkmayan, düğünde oyun gibi,
mezuniyette kep gibi, sabahın günaydını gibi bir ritüel olarak hazmedildiği,
beklendiği ve sızlanılmadığı bir hayatı yaşamak… Zamanla kavga etmemek, sakin
olmak, her şeyin geçeceğini telkine gerek olmadan bilmek, yerkürenin ev sahipliği ve gökkubbenin koruyuculuğunda, dünya evine serilmiş yer yatağının serin döşeğine uzanmak. Kasmamak ve sakin kalmak… Ego nedir,
bilinçaltı nedir, libido nedir, hırs ve azim nedir, kavga ve savaş, aşk ve
ihanet, öfke ve nefret nedir bilmeden yol almak. O adam seni hiç kandırmamış, o
kadın seni hiç aldatmamış, o dostun selamı hiç kesilmemiş ve bütün o kabuslu
özlemler hiç olmamış gibi olmak… Gelecek hiç gelmeyecek, ekonomik baskı
gırtlağına hiç çökmeyecek, büyük adam olmadığın, hanım kız olmadığın için kimse
hesap sormayacak gibi davranmak. Hepsi, en fazla bir şarkılık zamanda ve hepsi
en az bir ömürlük derinlikte. Yatay yönde ilerlemek yerine dikey yönde dalmak.
Dünyanın dikeninde değil kuştüyünden yorganında gibi sakin, sabahın üşütmeyen
ayazında yüzen martı gibi umursamaz ve fincanda soğumayı bekleyen kahve gibi
olgun olmak… Zamanın dışında olmak… “Yekpare bir an” ama zamanın dışında bir
an.
Hayal
ettiğimiz uzak coğrafyaların çok azını görebileceğiz. Gördüğümüz zaman planladıklarımız
olmayacak ya da beklediğimiz şeyi hissedemeyeceğiz. Yine filmlerden ve
şarkılardan devşirdiğimiz ani duygu parlamalarımız olacak. Özünde, sadece
huzurlu ölebileceğimiz yerleri ve insanları aradığımız dekorlar, önce bu özü
fark etmemizi ve sonra huzurlu bir ölümün imkansızlığını öğretecekler.
ettiğimiz uzak coğrafyaların çok azını görebileceğiz. Gördüğümüz zaman planladıklarımız
olmayacak ya da beklediğimiz şeyi hissedemeyeceğiz. Yine filmlerden ve
şarkılardan devşirdiğimiz ani duygu parlamalarımız olacak. Özünde, sadece
huzurlu ölebileceğimiz yerleri ve insanları aradığımız dekorlar, önce bu özü
fark etmemizi ve sonra huzurlu bir ölümün imkansızlığını öğretecekler.
Yabancılaştım hayata; çünkü çok kanıksadım…