Bugüne dek ulusal ve uluslararası pek çok projeye imza atan fotoğraf sanatçısı Timurtaş Onan, İstanbul ve özellikle Beyoğlu’nda 80’li yıllardan bu yana yakaladığı karelerle biliniyor. Özellikle 80’li yıllardan bugüne baş döndürücü bir hızla yaşanan ve yaşanmakta olan sosyokültürel değişimlerin en net biçimde görülüp izlendiği İstanbul’da, tam da bu süreçte çektiği fotoğraflarla sokağın ve hayatın kaydını tutan Timurtaş Onan, arşivinden çıkardığı fotoğrafları “İstanbul Her Şeye Rağmen” adını verdiği kitapta topladı. Oldukça özenli, özel ve sınırlı sayıda baskılarla hazırlanan “İstanbul Her Şeye Rağmen” 150 adet siyah beyaz fotoğraftan oluşuyor. Kitaba dair daha fazla bilgiyi, bu röportajın sonunda bulabileceksiniz.
Timurtaş Onan’la yeni fotoğraf kitabı “İstanbul Her Şeye Rağmen” çerçevesinde geçmişten bugüne fotoğrafı, fotoğrafçılığı ve İstanbul’u konuştuk. (Röp: Koray Sarıdoğan)
Yeni fotoğraf kitabınız “İstanbul Her Şeye Rağmen”i kutlayarak başlamak isterim. Bu başlıkla, bu kadar uzun zamanı kapsayan bir seçki yapma fikri nasıl oluştu?
Fotoğrafla olan serüvenim İstanbul’da 80’li yıllarda başlamıştı. Sokaklarında yıllarca yürüdüğüm bu şehir her dönemiyle esin kaynağım oldu. Büyük bir arşive sahibim. Dünden bugüne farklı projelerle anlattığım İstanbul ile ilgili bir ön retrospektif hazırlama ihtiyacından doğdu bu kitap.
Kitaptaki fotoğrafların seçilip taranmasından basıma kadarki süreç bir buçuk yıl sürmüş. Nasıl, neye göre seçimler yaptınız?
Seçim aşamasında çok zorlandım. Negatifleri taradıktan sonra önümde binlerce fotoğraf vardı. Birkaç aşamada elemeye çalıştım. Yüzlerce fotoğrafı küçük kartlara basıp metal pano üzerinde eleyerek, gözüne ve birikimine güvendiğim fotoğrafçı arkadaşlarımın da fikrini alarak bir sonuca vardım. Eşim Sennur Onan’ın katkısı çok büyük tabii.
Baskı sınırlı sayıda mı yapıldı? Eğer öyleyse, ulaşmak isteyip baskıyı kaçıranlar için çok mu geç olacak?
Baskı 300 adet yapıldı. Ayrıca içinde kitap ile birlikte bir adet sınırlı sayı baskının olduğu 25 adet özel kutu hazırlandı. Kısa sürede tükeneceğini düşünüyorum.
Kitabın lansmanı geçtiğimiz ay Galeri Ark’ta yapıldı. Kitaba özel bir sergi de düşünüyor musunuz?
Aynı isimde bir sergi düşünüyorum. Çok yoğun bir süreçten geçtiğim için henüz tarihi belli değil. Önümüzdeki günlerde planlamaya başlayacağım.
Arşive girdiğinizde sizi şaşırtan, unuttuğunuz veya başka bir yönünü gördüğünüz fotoğraflar oldu mu?
Üzerinden zaman geçince daha objektif bakabiliyor insan kendi işlerine. Bazı fotoğraflar daha önce bu denli dikkatimi çekmemişti. Zaman faktörünün kimi fotoğraflarıma dönemin belgelenmesi açısından değer kattığını gördüm. Sosyal ve politik değişim sürecini yaşamama rağmen, benim için ilginç bir deneyim oldu.
Çok uzun zamandır fotoğrafla iç içesiniz. İstanbul ve özellikle Beyoğlu ayrı bir yere sahip. Burada kadrajınıza giren hayatlar hiçbir zaman kusursuz olmamıştır, peki “Her Şeye Rağmen” ifadesinin özellikle bu kitapla buluşmasının nedeni ne?
İstanbul zor şehirdir. Umut ve umutsuzluk at başı gider. Bazıları keyfini sürer, bazıları kartondan yatakta uyur. Ülkenin politik istikrarsızlığından en fazla etkilenen ve vurgun yiyen şehirdir. Şairlerin, yazarların şehridir. Doğduğum, büyüdüğüm yerdir.
Beyoğlu ise DJ’lik yıllarımdan beri sığınak oldu bana ve benim gibi bazı hayalperestlere. Sosyal hayatı ve mimarisi ile çok sevdiğim Taksim ve Beyoğlu 1990’dan 2000’li yıllara kadar bir toparlanma dönemi yaşamıştı. Son on yılda baklavacı ve nargile kahveleriyle garip bir alışveriş merkezi haline geldi. Alkazar ve Emek sineması gibi sinemalar, yıllarca gittiğimiz sanat mekanları, kafeler artık yok. Ama biz yine oradayız.
Kusurlu yaşamlar konusuna gelince benim insanlarım hep kusurlarıyla kusursuz oldular gözümde.
Kitapta 80’lerden bu yana çektiğiniz İstanbul fotoğrafları var. Nostalji, yeninin eskisi kadar güzel olmadığını hissettirir. Size “Her Şeye Rağmen” dedirten, dünden bugüne neler kaldı?
Nostalji yaşayan, durmadan eskiden şöyleydi, böyleydi diyen biri değilimdir ama kötü politikalar sonucu son yıllarda kentin dokusunun büyük kısmı olumsuz yönde değişti. İnsan yaşamının dikkate alındığı bir kentleşme ve yapılaşma yerine, kişi ve grupların çıkarlarına dayalı bir yapılaşma anlayışı hakim oldu ne yazık ki. Park, bahçe gibi boş alanlar kalmayacak bu gidişle. Doğduğum günden beri talan edilen şehir son yıllarda abartılı bir şekilde ranta kurban ediliyor.
Bugüne kalan en güzel şey bence her ne kadar yok edilmeye çalışılsa da hoşgörünün varlığı ve İstanbul’un hâlâ dünyaca imrenilen bir şehir olma durumu. Her türlü zulmü yaşıyor ama güzelliğinden ve ruhundan bir şey kaybetmiyor bu şehir. Çocuklar hâlâ sokakta oynuyor bazı mahallerde. Sohbet edecek birkaç sakin veya esnaf var. Tüm travmalara rağmen biz ve bizim gibi insanlar direnmeye devam ediyoruz onunla beraber. Tüm bunların toplamı “Her Şeye Rağmen”
Aynı soruyu arka mahalleler için de sormam abes kaçmaz sanırım. Şehrin, özelde Beyoğlu’nun ana caddelerini biliyoruz; peki ara sokaklarında, Tarlabaşı’nda, Dolapdere’de neler değişti bir fotoğrafçının kadrajından bakınca?
Tarlabaşı kentsel dönüşüm sürecine girildiğinden beri daha sorunlu bir yer haline geldi. 2008’de “Tarlabaşı’nda Neler Oluyor“ adlı bir belgesel film yapmıştım ihaleyi Çalık Holding’e verdiklerinde. Tarlabaşı sakinleriyle yaptığım röportajlardan oluşuyordu.
Dolapdere 80’li yıllardan beri fotoğrafladığım bir yer. Hâlâ aynı Dolapdere bence ama eski neşe yok. Eskiden düğünler ana caddelere taşardı.
Arka mahallelerde fotoğrafçı olarak iletişim kurmak eskisi kadar kolay değil. Son on yıldaki olaylar sonucu Türkiye’nin geneline hakim olan paranoya oraları da etkiledi.
Kitaba önsöz yazan Erhan Şermet, bu sefer farklı bir yol seçerek “politik alanın dilini dönüştürmek yerine kendi dilini arayan gündelik dünyanın varlığını hatırlattığınızı” söylüyor. Bu bağlamda şunu merak ediyorum: Bu karelerdeki değişime nereden bakarsak bakalım, politik arka planından sökmemiz mümkün mü? Zamanın getirdiği bunca olumsuz değişim her durumda olacak mıydı?
Sonuçları politik arka plandan sökmek mümkün değil tabii. Bu kadar olumsuz değişim olmayabilirdi kesinlikle. 80 darbesinden sonra Neoliberalizmin tesis edilme sürecinin getirdiği sonuçlar bunlar. Apolitize bir toplum yaratıldı. Arkasından da ben yaptım olducu, baskıcı ve ötekileştirici politikalar devreye girdi. Gündelik dünyanın dilinde bunları da yakalamak mümkün. Erhan Şermet benim sosyal sorumluluk olarak yaptığım “Gezi’yi Hatırlamak”, “Tarlabaşı’nda Neler Oluyor”, “Sokak Çocukları” gibi projelerimle karşılaştırıldığı zaman kitaptaki seçkinin günlük hayatın varlığını hatırlatarak onun üzerinden süreci anlattığımı söylemiş.
Sanatınız, günlük hayatı, yaşandığı ânlar içinden yakalıyor. Sıradan, kurgusuz olan görüntüde sizi cezbeden, fotoğraflarınızı görecekleri etkileyen nedir tam olarak?
Sıradan, kurgusuz olarak çekilmiş bir fotoğraf yoktur bence. Çekim süreci sadece gördüklerini aktarmak değildir. Gerçeğin bir şekilde yorumlanmasıdır. Deklanşöre basma anında kameranın arkasındaki kişinin dünya görüşü ve birikimleri büyük rol oynar.
İstanbul “Her Şeye Rağmen” 80’li yıllardan bugüne dek İstanbul sokaklarında yaşama dair biriktirdiğim anılardan bir seçki.
Benim karelerimle, izleyici günlük yaşamın akışı içinde içsel bir yolculuğa çıkabilir diye düşünüyorum. Sıradan insanların bazen dramatik bazen de ironik hikâyeleri. Etkileyici yanı bence samimiyeti.
Yakın zamanda kaybettiğimiz Ara Güler, “Fotoğraf, gerçeklikten bir parça koparmaktır,” demişti. Bu tavrı sizin karelerinize de yakın buldum. Buna karşılık kurgu fotoğrafa bakışınız nasıl?
“Gerçeklikten bir parça koparmak” ifadesi dediğiniz gibi bana yakın duruyor ama kurgu fotoğrafa karşı değilim. Az önce belirttiğim gibi fotoğraf zaten çekenin kurgusudur.
Sanat kendi biçimini yaratma arzusu ise farklı kişiler farklı anlatım biçimleri, farklı teknikler deneyebilirler bence. Herkes ayrı dosya sonuçta, geçmişleriyle ve travmalarıyla.
Önceki soruya bağlı olarak; bugünün yapaylaşan insanı ve dünyasına rağmen sıradan olan, ânın içinde akan görüntüler büyüsünü koruyor mu hâlen?
An’ın büyüsü benim için çok önemli ve hâlâ kendini koruyor.
Müzik, sinema ve edebiyat (özellikle son ikisi) birbirlerini kesintisiz etkileyen dallar. Siz bu üçüyle de haşır neşir olan bir fotoğrafçısınız. Bu disiplinlerarası bakış, vizörünüze veya vizörün arkasındaki Timurtaş Onan’a nasıl yansıyor?
Fotoğraf çekmeye Michelangelo Antonioni’nin Blow up adlı filmini gördükten sonra merak sardım. Daha sonraları yeni gerçekçilik akımı yönetmenleri Vittorio de Sica, Luchino Visconti, Roberto Rosselini’nin filmlerini seyrettim. Godard, Truffaut derken15 yaşıma geldiğimde tam bir sinefildim. Theo Angelopoulos, Jim Jarmusch ve BelaTarr hayranıyım. Babamın Varlık dergileri ve cep kitapları serisi bana edebiyatı sevdirmiştir. Mark Twain, Anton Çehov, Panait Istrati, Oğuz Atay, Ferit Edgü, Sait Faik gibi yazarları çok sevdim. Atilla İlhan, Turgut Uyar, Baudelaire, Cemal Süreya’nın şiirleri hep benimleydi. Müzik çocukluğumdan itibaren en büyük tutkum olmuştur. İlk aldığım Long Play 1969 yılında David Bowie’nin Space Oddity albümüydü ve gerisi geldi. Tom Waits son yirmi beş yılda en çok dinlediğim müzisyen.
Sokaklarda zaman zaman bir müzik sesi gelir kulağıma, bir film sahnesi, bir şiirden yada romandan bir iki satır. Fotoğraflarımdaki kişileri bazen bir roman veya film karakteriyle özdeşleştiririm. Bazen arka sokakta bir kahvede fotoğraf çekmeden ânı yaşamayı severim.
Yakalamışken soralım: Fotoğraf dersleri vermeye devam ediyor musunuz? Sizden öğrenmek isteyenler nereden ulaşabilir size?
Fotoğraf dersleri vermiyorum ama deneyimlerimi paylaştığım yurtdışı ve yurtiçi workshop’larım var. İsteyenler timurtas@artstudioant.com adresinden ulaşabilirler bana.
“İstanbul Her Şeye Rağmen” Hakkında
Fotoğraf sanatçısı Timurtaş Onan’ın, 80’lerden bugüne İstanbul’un gündelik yaşamına dair görsel hikayelerle yüklü yeni fotoğraf kitabı “İstanbul Her Şeye Rağmen”fotoğraf severlerle buluşuyor!
Bugüne dek ulusal ve uluslararası pek çok proje ve sergiye imza atan İstanbullu fotoğrafçı Timurtaş Onan’ın 80’lerden bugüne İstanbul fotoğraflarından oluşan “İstanbul Her Şeye Rağmen” kitabı fotoğraf severlerle buluşuyor. Kitap, 80’lerden bu yana İstanbul’un geçirdiği kültürel, ekonomik, demografik ve mimari değişimlere detaylı olmasının yanı sıra panoramik bir bakış da sunuyor. Kitapta ağırlığı analog 120 adet siyah beyaz fotoğraf yer almaktadır. Kitabın 25 adedi 25 sınırlı sayıda fotoğraf baskısıyla, sertifikalı ve özel kutusu ile satışı yapılacaktır.
Fotoğraf çekmeye başladığı 80’li yıllardan bu yana İstanbul’u sayısız defa kadrajına almış olan Timurtaş Onan, yeni kitabıyla bu kadim kentin hafıza kutusuna yeni bir andaç bırakıyor. İstanbul’un simgesi olan tarihi yapılar, dar sokaklarıyla güngörmüş Suriçi; çarşılar, pazarlar, camiler, meydanlar, gecekondu mahalleleri; martılar, balıkçılar, hamallar, sokak çocukları, yaşlılar; vapurlar, takalar, simit tablaları, oltalar ve banklar, kendilerine özgü hikayeleriyle birbirlerini bütünleyerek fotoğraftaki yerini alıyor. Onan’ın fotoğrafları, “an”da kendini gösteren hesapsız ve kurgusuz gerçeğin; sersemleten, büyüleyen, değiştiren, dönüştüren ve “her şeye rağmen” kendini var eden olagelişini belgeliyor. Timurtaş Onan, “İstanbul Her Şeye Rağmen” kitabıyla dışarıdan ne kadar müdahale edilirse edilsin; hayatın ve şehrin her şeyden azade kendine özgü bir akışı olduğunu ve bu akışı hiçbir şeyin değiştiremeyeceğini ortaya koyuyor.
İletişim:
Sennur Çevik Onan 0530 952 79 73 / 0216 356 22 59
sennur@timurtasonan.com / sennurcevik@gmail.com
İstanbul “Her Şeye Rağmen”, Erhan Şermet’in Önsözü
Sözcüklerin ve parıltılı kavramların her şeyin üstüne çıkabildiği, tüm yaşam manzaramızı örtüp kısıtlı biçimde yorumlanıp anlaşılabilir (ya da anlaşılamaz) hale getirebildikleri tuhaf bir çağda yaşıyoruz. Hayatımızın içinde yer alan hiçbir şeyin politik alandan ve yarattığı dilden azade olamadığını yaşadıkça fark ediyoruz. Tıpkı J.G. Ballard’ın politikayı reklamcılığın bir kolu olarak tanımlayışına günden güne daha da çok hak verdiğimiz gibi. Her şey bir adlandırma, anlamlandırma ve sözcüklerin dünyasında uygun yere oturtmaya dönüşüyor; kabulenmek gittikçe güçleşse, politik dilin yaşamda yansıma bulan somut sonuçları aynı dilin çizdiği resimlere ne kadar uzak ve rahatsız edici olabilse de.
Toplumların yaşadığı gerilimlerin iktidarın baskın politik dili ile gerçeklik arasındaki artan mesafeyle büyüdüğünü biliyoruz. İkilik büyüdükçe gerçeklik duygusu parçalanmaya başlıyor ve artık günlük hayat da örtülü çok anlamlılığın-anlamsızlığın baskısıyla tatsızlaşıp gerilime teslim oluyor. Gerçek delilik iktidarın diline safça kanıp savrulmak mıdır, yoksa saçmalığı hissederek böylesinin daha kolay olduğunu varsaymak ve dayatılan dili konuşmaya başlamak mı? Zor zamanlarda deliliğin tersi nadir görülen, ödülü olmayan bir yalnızlık halidir hiç şüphesiz.
İşte böyle zamanlarda ‘her şeye rağmen’ sözcüklerini daha sık işitir oluruz. Egemen dilin çarpıklığı her şeyi zehirlemiştir, ama bu üç sözcüğün ifade ettiği baskın/baskıcı dilin dışında kalan bir alanın (o dilin varlığına rağmen) hala varolageldiğidir. Sözcüklerini henüz bulamamış olsa da, her şeye rağmen o alan bireylerin iç dünyalarıyla var olabildikleri, gerçek yaşamlarının ta kendisidir.
Zen Budistlerden çağdaş düşünürlere, bu dünyanın gördüğü nice bilge insan sözcükler dünyası ile içinde yaşadığımız dünya arasındaki farkı vurgulamıştır. ‘Gökteki ay ile ona işaret eden parmağı karıştırmamak’ bu kadar önemli iken sanatçı nereye sığınmalıdır? Hiç şüphesiz politik alanın dilini ters yüz edip geri yansıtmak bir yoldur, diğer bir yol ise kurgulanan dilin eğretiliğine, son analizde gerçek yaşama ne kadar yabancı olduğunu hatırlatırcasına günlük yaşamın küçük insani öykülerine ve akışına odaklanmaktır.
Timurtaş Onan her iki yolu da deneyen bir fotoğrafçı. İstanbul “Her Şeye Rağmen” de tercihinin Gezi Belgeseli gibi önceki kimi çalışmalarından farklı olarak bu kez ikinci yol olduğunu görüyoruz: Timurtaş Onan politik alanın dilini dönüştürmek yerine kendi dilini arayan gündelik dünyanın varlığını hatırlatıyor bize. Kitabın ilk sayfasında bir tülün ardından İstanbul’un tanıdık siluetine bakıyoruz, hemen sonraki sayfalarda ise tül kayboluyor ve kendimizi şehrin sokaklarında buluyoruz. Tek gerçek öykülerin, vatanımız olan küçük insan hikayelerinin içindeyiz artık. Örtülü bir kronolojiyle şehrin 1980’lerden günümüze dönüşümünü insanların günlük öykülerinin bir fonu olarak takip ediyoruz. Timurtaş Onan fotoğraflarını ‘gündelik hayattan enstantaneler, küçük öyküler‘ olarak tanımlıyor. Gerçekten de günlük yaşamın akışı var bu fotoğraflarda. Dürbünle boğazın diğer yakasına bakan gençler, yabancısı oldukları bir şehri gezen erler, babalarının dolmuşa bindirdiği balonlu küçük kızlar, soğuk kış günü içe çekilen sigaranın zayıf tesellisi, sokakta dansın gösterişçi coşkusu ve sokak satıcısının tekerlekli tezgahının üstündeki uykusu tüm çağrışımlarıyla, şehir içinde kendini var etmeye çabalayan, Albert Camus’nün kahramanı Meursault’un ifadesiyle ‘tek insan türü olan sıradan insanların’ sonsuz coğrafyasından manzaraları sunuyor bize. Bu coğrafya insani olanın coğrafyasıdır, politik dil tarafından ne kadar kuşatılsa da, kendi dilini yaratıp konuşmaktan ne kadar uzak tutulsa da hayatla olan tek bağımızdır. Her şeye rağmen tesellimiz görünüş ne olursa olsun asla tam olarak teslim alınamayacağı ve kendi akışı içinde bizi her zaman şaşırtmaya hazır olacağıdır.
İstanbul “Her Şeye Rağmen” bize şehir hayatının anlamının ancak en küçük yapı taşlarında, günlük hayatın küçük ilişkilerinde bulunacağını hatırlatıyor. Bu ilişkilerin dili henüz tam olarak çözülmüş değildir; tıpkı insanın ne olduğu sorusuna yanıt veremeyişimiz gibi. Zor ve karanlık bir dönemden geçtiğimiz şüphesiz doğrudur, belki tek ümidimiz günlük insanın diliyle politikanın dilini kusursuz örtüştürebilen bir kurnazlığın henüz icat edilememiş olmasındadır. Bu durum ister iyi diyelim, ister kötü, tarihin akışı içerisinde sürprizi hala mümkün kılmaktadır.
Timurtaş Onan’ın fotoğrafları tüm yalınlıkları içerisinde haber bültenlerinin veya analizlerin bize bütün bir kumaş gibi sunduğu şeyin, tek tek ipliklerini sunuyor. Günlük yaşam ve tarih bu ipliklerin bir araya gelişi ile dokunmaktadır. Bu fotoğraflarda bir şehrin kalbi tüm kendiliğindenliği ile atıyor. Öyleyse olup biteni anlamak için sayfaları çevirelim, kalp atışını takip edelim; hatırlayalım ve hayal edelim.
Timurtaş Onan Hakkında
İstanbul’da doğdu. Fotoğraf çalışmalarına 1980 yılında başladı. 25 yıldır profesyonel olarak çalışıyor.
Bugüne kadar yurtiçi ve yurtdışında birçok etkinliğe katıldı, sergiler açtı ve projeler gerçekleştirdi. Sosyal konularda belgesel filmler çekti. İstanbul’u konu alan farklı projeleri ile tanınmaktadır. Sanatçının eserleri Türkiye ve yurt dışında kurum ve özel koleksiyonlarda yer almaktadır.
Filmografisi:
Sokak Çocukları, 2007 , Tarlabaşı’nda Neler Oluyor?, 2008, Hayali Tacettin Diker, 2009, Kramp, 2010, Tarihi Yarımada/Yansımalar, 2010 ve Geziyi hatırlamak, 2014
Kitapları:
Beyoğlu Geceleri, 2005, Türk Fotoğrafçıları Kütüphanesi No: 30, 2006, İstanbul Blues, 2009 ve Tarihi Yarımada/Yansımalar, 2010
Seçme Kişisel Sergiler
2018 “Masumiyet Öyküleri” Galeri Ark
2017 “Zamansız“ Galeri Ark
2015 “Terkedilmiş“ İstanbul Fotoğraf Galerisi”
2014 “Paris” Bursa Fotofest
2014 “Beyoğlu Neoklasik” Atelierhaus im Anscharpark – Kiel / Almanya
2014 “Terkedilmiş“ İstanbul Merhart Galeri
2013 Işık ve Gölgeler Şehri İstanbul Place Guillaume, Luxembourg
2010 “Beyoğlu Neoklasik” Dortmund Kültür ve Sanat Tarihi Müzesi
2009 “Beyoğlu’nda Kar” Beyoğlu Belediyesi Sanat Galerisi
2009 “İstanbul Blues” Fransa’da Türkiye Mevsimi Kapsamında
Od’A Ouvroir’d Art Galeri, İstanbul, 2009
2007 “Beyoğlu Geceleri” Brünsbüttel Stadt Gallery, Almanya
2007 “Beyoğlu Geceleri” Athens Month of Photography / Artower Clio Gallery, Atina
2006 “Sonsuz Görüntüler” Ankara Çağdaş Sanatlar Galerisi
2006 “Sonsuz Görüntüler” İfsak Sergi Salonu
2006 “Beyoğlu Geceleri “ Fransız Kültür Merkezi, İstanbul
2003 “Kaleiçi Satılık” İstanbul Fotoğraf Evi
2003 “Kaleiçi Satılık” Çağdaş Sanat ve Kültürel Miras Uluslararası Etkinliği, Antalya Kaleiçi duvarlarında enstalasyon.
1996 “Değişmeyen Yönleriyle İstanbul” 12. İstanbul Fotoğraf Günleri, Devlet Güzel Sanatlar Galerisi
Seçme Karma Sergiler
2018 “Türkiye Blues” Avrupa Fotoğraf Ayı EMOP Berlin Fotogalerie Friedrichshain, Berlin
2017 “Sanatçıların Baharı – Printemps des Artistes “Od’A-Ouvroir d’Art”
2016 “Sınırlı” Galeri sanatçıları ile birlikte karma sergi – İstanbul Fotograf Galerisi
2014 Stanko Abadzic ile “Kesişen Yollar” – Depo Galeri
2011 Horst Hamann ile birlikte “Mannheim Gözüyle Beyoğlu – Beyoğlu Gözüyle Mannheim“ Mannheim Stadt Gallery.
2010 “Nekropolis” Tamer Serbay ile Charlotenburgh Museum, Berlin – Almanya
2009 “Balkanlar’da Işık ve Gölgeler” Helen Kültür Vakfı’nın düzenlediği sergide Balkanlardan 8 sanatçı ile birlikte, Atina, Belgrad, Bükreş ve İstanbul
2007 “Sonsuz Görüntüler” İngiliz heykeltraş David Cregeen ile birlikte Heykel – Fotoğraf Sergisi, The Royal Geographical Society, Londra
2007 ”Çingene Ateşi” Yunus Emre Aydın ile birlikte Depo Galeri (Ulis Fotofest kapsamında)
2006 “Triangle” David Cregeen – Tamer Serbay – Timurtaş Onan, Selçuk Üniversitesi
2005 “Eksi Artı Çok” Sadık Demiröz ile birlikte enstalasyon, Ankara Fotoğraf Sanatı Kurumu

1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)