Çok güzel yerler gördüm. Ve görüyorum da hâlâ. Güzel denizler, ağaçlar, göller ve kuşlar… Yorgunluğumu benden devralan, kendimi kucağına bıraksam her şeyi rahata kavuşturacak gibi hissettiğim manzaralar… Önce gördüklerimle şimdikiler arasındaki çelişki, öncekilere aşkla, şimdikilere alışkanlıkla tutunmuş olmam. Bir kaçışın ardından varılan manzarayla, bir kaçışa açılan manzara arasındaki fark, manzaraya bakan göze aittir yalnızca; ve bu neyi değiştirir göremiyorum.
Çok yoruldum konuşmaktan. Uzun ve gereksiz cümlelerden, ahkâm kesmelerden. Çok bilmekle çok susmak hangi şartlarda düz, hangi şartlarda ters orantılıdır, emin değilim. Ağaçların kuru dallarındaki sakinlik ve hali vakti yerindelik, ne de meyilli susturmaya ve olgunlaştırmaya. Denizin fon yaptığı bir manzaraya gömülebilsem, huzurla yaşayabilirim. Sonsuza kadar değilse de sonuna kadar… Huzurun tarifini öğrenmek, eskimekte olan bir merak artık bende. Çok yoruldum aramaktan, denemekten. Özgürlük varken uçmayı arzulamanın gerekliliğinden. Düz yolları özlüyorum. Dikey değil de yatay seyreden yolları… Göğe yükselen uçakla, düz rayda seyreden tren arasındaki fark, kazanılmış zamandan fazladır ve bu, neyi değiştirir göremiyorum.
Çok tanınma ihtimalinin çekiciliği; rengi güzel ama sönük bir balon… Yoruldum hırsla kenetlenmiş dişlerden, planların bitmeyen mesaisinden. Susmak iki türlüdür: Bilen insan terbiyesinden, ketum insan sevimsizliğinden susar. Çok önemli sandıkları sıradan sırları olanlarla, gerçek sırlarını gizlemek için daha fazla konuşanlar arasındaki fark; ikincilerin, inanılmış kelimelere sahip olmasıdır ve bu neyi değiştirir, göremiyorum.
Çok zaman yiyen danışıklı dövüşler ve sinsi sevişlerden ziyade, herkesin kendi köşesi iyidir. Köşemde güzelim; evsiz, yurtsuz, savunmasız ve saldırısız köşemde. Yoruldum insan bazlı meselelerden. Yoruldum iki satır öğrenen herkesin âlim kesilmesinden. Doğru işi yanlış yerde yapmaktan… Tüm isyanlardan, öfke nöbetlerinden, toy tepkilerden arınmış bir yorgunluk bu; saf, sade, sakin… Parçalanmış tuğlalardan gökdelenler yaratmaya muktedir… Kendiliğinden kontrollü bir asosyallik. Arınmış bir manzaraya bakınca, kırık geçmişinden kırk ömürlük yaşama sevinçleri devşirebilen bir yerde… Sabahın laciverdi ile akşamın laciverdi arasındaki fark; birinin gündüze, diğerinin geceye gebe olmasıdır ve bu neyi değiştirir, göremiyorum.
Çok anlatmanın, anlaşılabilmenin sahip olduğu tüm değerleri çekyatın altına yerleştirdim. Anlaşılmak için yırtınanlara karşı ödemeli gönderebilirim. Kâbuslarımı, boş hayatımın dil altı hapı yaptım. Tadına doyamadığım kâbuslarımın altyapısına film müzikleri hazırladım. Ben âşık olduğum bir şarkı için sağır olmaya hazırım. Sevdiğim bir romanı okurken kör olmaya razıyım. Tüm kelimeler, tek kitaplık cahillere kalsın; satır aralarına çoktan sızdım ben. Zira sakin bir mağlubiyet ile öfkeli bir galibiyet arasındaki fark, ilahi ve fahri bir zafer kadardır ve bu neyi değiştirir; inan umrumda değil. Çünkü umrum yok.
Bir olayım var biliyorum, ama bir ilacım yok…
*Sanıldığı gibi “Sükûn” “sessizlik” demek değildir. Sükût ile sükûn arasındaki fark; kalabalığın sessizliği veya tenhanın gürültüsü kadardır ve bu çok şeyi değiştirebilir.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)
ihtiyacım varmış böyle güzel bir yazıya, ne güzel de oldu okuyunca.. kalemine sağlık..
öyle yerlere gittim öyle düşüncelere vardım ki…teşekkürler!