Pek de tadı olmayan 21.Yüzyıl’ın şu ikinci on yılına, tüm zamanların en ünlü dedektif karakteri Sherlock Holmes, diziler ve filmler olmasa ne derecede erişirdi, tartışılır. Fakat görsel kültürün itici gücüyle her zamankinden daha çılgınca popülerleşen Sherlock Holmes, uyarlamalarının ötesinde bir edebi karakter olarak ne kadar biliniyor, işin perde arkasından ne kadar haberdarız, o da ayrı konu. Gerçi, kendi döneminde de yazarını gölgede bıraktığını göz önüne alırsak, “Aa, Aşk-ı Memnu’nun kitabı da çıkmış,” hikâyesinin çok da yeni olmadığını görmek zor olmaz.
Şimdi, 19.Yüzyıl’ın son yıllarında bir anda popülerleşen Sherlock Holmes’ün yazarının neler hissettiğini tahmin etmeye çalışalım mı, Conan Doyle’la empati yaparak? Düşünün, genç bir doktorken, üniversitenizdeki hocanızdan etkilenerek, bir tür hobi gibi kaleme aldığınız öyküler, çok okunur hale geliyor ve zeki olduğu kadar küstah da olan dedektifiniz dönemin kahramanı oluyor. Öyküler dönemin dergilerinde peş peşe yayımlanırken hem cebiniz doluyor, hem de kahramanınız ünleniyor. Ne kadar gurur ve mutluluk verici, değil mi? “Eserlerim, kahramanlarım benim çocuklarım gibidir,” diyen yazar klişesini de göz önüne alırsak, böyle bir ünü kazanan bir yazarda herhalde gam keder kalmaz diye düşünürüz. Hatta her yazar, kendisine böyle bir başarı getiren kahramanına, çocuğuna aşık olur deriz. Gelgelelim kazın ayağı pek de öyle değil.
Kazın ayağını anlatmadan önce şu ana kadar okuduklarımızı cebimize koyup biraz başka konular konuşalım.
Rasyonalist Dedektifin Spiritüalist Yazarı
Conan Doyle’u tanımayanlar, Sherlock gibi analitik ve rasyonalist düşünceden şaşmayan, görmediğine inanmayan, gördüğüne de hemen kanmayan bir dedektifin arkasındaki yazarı da en az onun kadar rasyonalist sanır çok normal olarak. Fakat Arthur Conan Doyle, inançları bakımından epey çetrefilli bir yol izlemiş. Sherlock’un gördüğünden şüphe etme yöntemini aynen uygular hayatına fakat bir farkla: Sherlock, gördüğünün gördüğü gibi olmadığını anlamaya çalışırken Doyle, görmediği şeyler de olabileceğini düşünür ve buna inanmak ister.
Bugünün popüler içerik sitelerinde “Conan Doyle Hakkında Bilmediğiniz On Yüz Milyon Baloncuk” tadındaki yazılarda, onun perilere inandığını ve perilerin varlığını kanıtlamak için epey çaba sarf ettiğini okumuşsunuzdur belki. Yazarın, bir dedektif gibi, döneminde pek popülerleşen paranormal birkaç vakayı araştırdığı, hatta bunlara inandığı bilinir. Uzunca anlatmayacağım, internette “Cottingley Perileri Vakası” olarak bulabilirsiniz. Fakat içerik sitelerinde eğlenceli ve biraz da karikatürize edilmiş bu olayın arka planı o kadar da eğlenceli değildir.
Bir röportajında, medikal eğitimin kendisini agnostik, yani “bilinemezci” yaptığını söyleyen Conan Doyle, hayatının ilerleyen yıllarında bilinemez gördüğü şeyleri bilinir hale getirmek için pek çok mistik ve spiritüalist deneyimlerin içine girmiş. İlk dünya savaşına doğru büyük bir bunalım eşliğinde adım adım gidilirken dönemin İngiltere’sinde, spiritüalizmi ruh çağırmaya indirgeyen birtakım toplulukların çoğalması, spiritüalizmin adeta popüler bir din, kimi zenginlerce ilginç bir eğlence deneyimi haline gelmesi gibi olayların bunda etkisi yadsınamaz elbette.
Bir kısım cemiyet insanı bu inanç ve etkinliklerin merak uyandırıcı eğlencesindeyken pek çokları da hayatlarından ve çağlarından edindikleri düş kırıklıklarını, görünmediğine fakat var olduğuna inandıkları birtakım şeylerle telafi etmek istemektedir. Conan Doyle da bunlardan biridir aslında. 1901’de, savaşa giden oğlunu zatürreden, 1906’da uzun süre acı çeken eşini veremden, bir süre sonra da kardeşini, iki kayınbiraderini ve iki yeğenini çeşitli nedenlerden kaybeden Doyle için spiritüalizm eğilimi, belki de ardı ardına gelen bu kayıplarla yeniden iletişim kurmanın, acısını dindirmenin bir yoluydu.
İlk ruh çağırma deneyimini 1887 (bazı kaynaklarda 1881) yılında yaşamasına rağmen spiritüalizme inancını 1916’da ilan etmesini ve bu inancı paylaşan topluluklarda yükselişinin 1.Dünya Savaşı sonrasına denk gelmesini, yukarıda bahsi geçen ölümlerle bir araya getirdiğimizde, manzara bu açıdan netleşiyor.
Houdini ile Arkadaşlığı
Harry Houdini, döneminin ve tüm zamanların en ünlü illüzyonistlerinden. İllüzyonist dediysek öyle şapkadan tavşan çıkarmak falan değil. Elleri, ayakları ağır zincirler ve kelepçelerle bağlıyken suyla dolu kutulara girip kurtulmak gibi kaçış deneyimlerinden söz ediyoruz. Houdini ve Doyle’un sıkı arkadaşlıkları, birçok konuda dünya görüşlerinin zıtlığından kaynaklanan tartışmalardan etkileniyor. Doyle ne kadar spiritüalistse, Houdini o kadar katı bir pozitivist. Hatta Houdini’yi, pek sevdiği annesinin ruhuyla görüştürmek için bir ruh çağırma seansına götürdüğü de bilinir. Bu seansta gerçekten birtakım işaretlerle annesi, Houdini’yle konuşmuştur. Ne var ki İngilizce bilmeyen annesi Houdini’ye İngilizce işaretler göndermiş, Yahudi olmasına rağmen ona “İsa seni korusun,” demiştir. Bu bir dümen miydi yoksa ölünce aşkın bilince ulaşmış bir ruhla gerçek bir temas mıydı, bilemeyiz; aşmış zekasına rağmen Houdini de bunu çözememişse de bir şarlatanlık olarak gördüğü için Doyle’la arasının bozulmasını engelleyemez.
Sherlock’la Aşk ve Nefret İlişkisi
Şimdi gelelim en başta cebimize koyduğumuz bilgilere… Sherlock gibi rasyonalizmden ödün vermeyen, en gizemli, en ürkünç vakalarda bile görünene aldanmayıp somut deliller peşinde koşan bir dedektifi, spiritüalizme hayatını vermiş bir yazar nasıl ve neden yazar?
“Nasıl”ına cevap vermek kolay: Conan Doyle, her şeyden önce bir doktor. Joseph Bell gibi bir ilham kaynağı var. Bunların ötesinde Doyle, şaşılacak derecede çok yönlü bir kişilik. Tarih, askerlik, savaş, bilim, sanat, spor, siyaset derken epey geniş bir yelpazede birikim sahibi, okuyup yazmış, zeki ve sorular sormasını bilen biri.
Peki neden yazdı? Akla iki sebep geliyor; birisi, iflah olmaz bir sentezci olma ihtimali, diğeri ise maddi kaygılar. Sentez deyince aklım hep Ahmet Midhat’a ve onun çok yönlülüğü açısından Doyle’la benzeşmelerine gidiyor. Biz de Ahmet Midhat’ı hep Doğu-Batı çatışmasını anlattığı romanlarıyla tanıdık; oysa arka planda akla hayale gelmeyecek çeşitlilikte bir eserler yığını vardır. Hiçbirinde uzmanlık derecesinde derinleşemese de bu sayısız konu başlıklarında Türkçede kalem oynatıp fikir üreten ilk ve en önemli isimlerden biridir. Tıpkı Doyle gibi… Ahmet Midhat da felsefe ile din, materyalizm ile maneviyat arasında sentez kurmaya çalışmış, ikisinden birini seçerek hakikate ulaşılamayacağını düşünmüş, bu yolda yazdığı yazılar yüzünden gazetesi kapatılarak sürgüne gönderilmiş ve sürgün dönüşünde konuya farklı tonlardan yaklaşmaya başlamıştır.
Sentez konusuna kadar birbirlerine çok benzeseler de sentezcilik noktasında maalesef Doyle’u, Ahmet Midhat kadar savunucu rolünde göremiyoruz. Zira o, bir dönemine kadar agnostizmi, sonrasında spiritüalizmi savunduğunu ayan beyan belli ederek tarafını seçer. “Maalesef” diyorum, çünkü Doyle’un mutlaka bir şekilde yazmaktan zevk aldığını düşünsek de Sherlock’u yazmasının başlıca sebebinin ekonomik olduğunu düşünmek kalıyor geriye.
Bir röportajında buna ucundan cevap veriyor Doyle; bunu bilmek birçok edebiyat sever ve Sherlock hayranı için acı verici ve şaşırtıcı olabilir ama ekonomik sebeplere bağlıyor onu yazmasını. Sherlock’u, medikal ve kriminal alanda eğitim aldığı genç bir doktorken yarattığını, sonuçlarının kendisini de şaşırttığını, dünyanın farklı yerlerinde okunması bir yana, Holmes’ün gerçek bir karakter olduğunu sanan insanların ona mektuplar yazdığını belirtiyor.
Doyle, Holmes’ü yazdığı dönemde henüz agnostik olduğunu belirtiyor ve yaşadığı deneyimlerin ardından spritiüalizme yaklaşırken eşzamanlı olarak Sherlock’tan koptuğunu düşündürüyor. Kahramanıyla aşk ve nefret ilişkisi içerisinde bir mücadele halinde.
1891’de annesine “Holmes’ü öldürmeyi düşünüyorum, hikâye bitsin gitsin istiyorum. Aklımı daha iyi şeylerden alıkoyuyor anne,” diye yazmış. “Daha iyi şeyler” neydi? Yazdığı farklı tür ve konulardaki diğer kitapları mı yoksa spiritüalist deneyimleri mi? Her ikisi de olabilir, çünkü Doyle’un spiritüalizm üzerine de Türkçeye hiç çevrilmemiş 23 eseri olduğunu unutmamak gerek.
Annesinin “Sana nasıl uyuyorsa öyle yap, ama insanlar bunu pek hoş karşılamayacaktır,” dediği kararını 1893’te uygulayan Doyle, Sherlock’u en büyük düşmanı Moriarty ile birlikte Reichenbach Şelalesi’ne yuvarladığı “The Final Problem” hikâyesini yazıyor. Bu sahneyi Jeremy Brett’in ve Robert Downey Jr.’ın canlandırdığı Sherlock uyarlamalarında seyrettik. BBC uyarlamasının “The Reichenbach Fall” bölümünde Sherlock, tek başına binadan atlamıştı.
“Banka Hesabımı da Sherlock’la Birlikte Gömüyorum”
Otobiyografisinde, 1893’teki bu kararını yazarken “Banka hesabımı da Sherlock’la birlikte gömecek olsam da…” notunu düşmesi, Sherlock’la ilişkisinin ekonomik önceliğini ortaya koyuyor ne yazık ki. Ve devam ediyor: “Bu beyefendiyi öldürmekle suçlanıp durdum, fakat bunun bir cinayet değil bir nefs-i müdafaa olduğunda ısrarcıyım. Çünkü ben onu öldürmeseydim, o beni öldürecekti.”
Daha da ilginç olan bir notunda “Daha yüksek çalışmalarıma engel olmaması için Sherlock’a dokunmasaydım, şu anda edebiyattaki yerim daha sağlam olurdu.” “Daha yüksek çalışmalar” mı? Sherlock’tan da mı yüksek? Bir tür kader cilvesi olarak değerlendirilebilecek bu tezat, öte yandan çok üzücü, değil mi? Sherlock’un, yazarının üvey evladı olduğunu kabullenmek gerçekten kolay değil.
Üstelik bu “daha yüksek çalışmalar” sadece edebi faaliyetler de değil. İki kez başarısız sonuçlansa da parlementoya girmek için aday oldu, Boer Savaşı’nın haklılığını savunan bir kitap yazdı, söz konusu savaştaki İngiliz askerlerin gönüllü tedavilerini yaparak “Şövalye/Sir” unvanı aldı, haksız yere hapsedilen iki adamı özgür kılmak için giriştiği vaka başta olmak üzere pek çok gerçek vakada Holmes’ün yöntemlerini kullanarak dedektifliğe soyundu…
Sherlock’u öldürme kararının sonucu, annesinin dediği gibi oldu ve insanlar Doyle’a sürekli “Sherlock’u öldürmekle iyi yapmadınız,” demeye başladı. Doyle, bütün bu iç ve dış baskılara rağmen 1902’deki “Baskervilles’lerin Köpeği”ne dek elini Sherlock’a sürmedi fakat dönüşü muhteşem oldu. Büyüsünden hiçbir şey kaybetmeyen Sherlock Holmes, yeniden The Strand Magazine’de boy göstermeye başlamıştı.
Conan Doyle belki “sentezci” değildi, ama bilerek veya bilmeyerek zihnine doldurduğu bilgilerin sentezi sayesinde bugün halen adından söz ettiriyor. Hem doktor hem spiritüalist yazar Conan Doyle, eğitimi, inançları ve hayal gücü sayesinde modern gizem ve bilim kurgu türlerinde belirleyici etkiler yarattı. Savaşta denizaltıların tehlikelerini öngören ilklerden birisi olarak bir Sherlock Holmes hikayesi yazdı. “Kayıp Dünya” romanı Jurassic Park ve benzeri konuların öncüllerinden oldu. “The Ring of Thoth” öyküsü, muhtemelen 1932’de Boris Karloff’un çektiği “Mumya” filminin esin kaynağıydı. İnsan vücudundaki mikroskobik bir gözlemcinin hayali yolculuğunu özetleyen “Yaşam ve Ölüm Kanı” adlı 1883 tarihli tıbbi makale, Fantastic Voyage filminin ana fikrini içeriyordu. Kendisinin bile hayal edemeyeceği gücünü bugün artırarak sürdüren Sherlock Holmes, bunlar içerisinde en bilineni sadece.
Yine de neticede tüm bunlar, Sherlock’u arka plana atmaya, para kazanmak gerektiğinde tekrar çağırmaya değer miydi? Veya başka bir bakış açısıyla düşünürsek; tüm bunlar olmadan Sherlock, Sherlock olabilir miydi? Her biri uzun edebi tartışmalar götürebilecek bu sorular, şu an için en nihayetinde “okurun takdiri”ne kalmış…
Sonuç n’olursa olsun; yazarı değilse de biz Sherlock Holmes’ü her dönemde, her şeyiyle ve her haliyle çok sevdik.
[su_button url=”https://kalemkahveklavye.com/2018/07/unlu-okultist-aleister-crowley-ve-onun-anti-sherlock-dedektifi-simon-iff-koray-saridogan.html” target=”blank” background=”#d43839″ size=”6″ icon=”icon: shopping-cart”]AYRICA BAKINIZ | Ünlü Okültist Aleister Crowley ve Onun Anti-Sherlock Dedektifi Simon Iff | Koray Sarıdoğan[/su_button]
Kaynaklar ve Öneriler:
- Yeni Bir Din: Modern Spiritüalizm ve Sir Arthur Conan Doyle, Bahadır Ürkmez, Ateist Dergi, Sayı 10, Kasım 2014
- “Sherlock Holmes’ü Kandıran Küçük Kızlar”, Bahadır Ürkmez, yalansavar.org
- “Ünlü Okültist Aleister Crowley ve Onun Anti-Sherlock Dedektifi Simon Iff”, Koray Sarıdoğan, 221B Dergi, Sayı 3, Mayıs-Haziran 2016
- “The Burden of Holmes”, John J.Miller, wsj.com
- “Arthur Conan Doyle: 19 Things You Didn’t Know”, Rachel Ward, telegraph.co.uk
- Yazıda geçen röportaj: bit.ly/doyle-röp
- Doyle’un bir ruh çağırma seansının ses kaydı: bit.ly/doyle-seans
İlk olarak polisiye kültür dergisi 221B’de yayımlanan yazının gözden geçirilmiş versiyonudur.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)