Güneş uyanalı iki saat, ben uyanalı bir saat olmuştu. Kanıksanmışlığı ile yabancılığı at başı giden rahat yatağımdan çıkmak, pencerelerime kalp masajı yapan sabah ayazının soğukluğunda zordu. Fakat kalktım; uyuyarak geçen elli yılın ardından elli birinciye doğru seyrederken daha fazla uyumanın, bu önemli ve beklenen sabaha yapılacak tek kötülük olduğunu hissetmiştim. Kendime doğru işleyen güçlü bir vicdanım hep olmuştu.
Gövdemi kaldırıp sırtımı siyah yastıklarıma dayadığımda, ayılana dek, sol yanıma boylu boyunca uzanmış penceremdeki kış manzarasını seyrettim. Alev alır almaz üstüne bir kova su boca edilmiş bir kömür parçası gibi Güneş de misyonunu yerine getirmekte zorlanıyordu.
Birkaç gün önce olsa, ayrıldığım evimin penceresinden büyük ve istikrarlı bir kaosa bakardım.İnsan kalabalıkları,trafik, korna sesleri, bağırışmalar ve birçok başka obje… Şimdi ise ucu bucağı görünmeyen bu denize, ince bir şerit halindeki kumsala ve ona paralel geçen asfalt fakat sakin yola bakıyorum. Bu bir tercih; çok daha güzel evler vardı bu sahil şehrinin iç kısımlarında fakat hepsinin karşı kıyısı doluydu. Bense karşımda sürekli bir kara parçası görmekten bıkmıştım ve denize bakan bu evi seçtim…
Birkaç gün önce olsa, ayrıldığım evimin penceresinden büyük ve istikrarlı bir kaosa bakardım.İnsan kalabalıkları,trafik, korna sesleri, bağırışmalar ve birçok başka obje… Şimdi ise ucu bucağı görünmeyen bu denize, ince bir şerit halindeki kumsala ve ona paralel geçen asfalt fakat sakin yola bakıyorum. Bu bir tercih; çok daha güzel evler vardı bu sahil şehrinin iç kısımlarında fakat hepsinin karşı kıyısı doluydu. Bense karşımda sürekli bir kara parçası görmekten bıkmıştım ve denize bakan bu evi seçtim…
Seçmek… Sabahın kasveti, zihnimin sersemliğinden çekilip ayılmama izin verdiği an takıldığım ilk kelime bu oldu. Burada olmama neden olan şey, evet: seçim… Yıllarımızı önce kurban, sonra bedel yapan şeydi tercihler. Ve bütün tercihlerin ötesindeki gerçek tercih, yaptığımız her şeyin kurban ya da bedel olması arasındaki o ince farktaydı; evet…
Ceviz ağacından bir masa; çeşitlerce kalem, afili defterler, kağıtlar ve karşı cephede ben. Taarruza nazır iki manga… Birazdan cephanemden sağlam bir silah seçip ilk atağı gerçekleştireceğim.
Elli yıllık ömrünün amacı, şu masanın başına böyle bir evde geçebilmek ve yıllar önce terk ettiği bir dostla kavuşmasını başlatmaktı. Çocukluktan başlayıp hayaletler diyarına ertelenen bir kavuşma… Elleri ve kalemler. Kalemler ve defter.Sayfalar dolusu bir günce.
Yalnız büyümüş her çocuk gibi, sığındığı gerçek bir dostu vardı. Şimdilerde internete konmak için çekilen fotoğraflar nasılsa, o zamanlar o da, soğuk yatağını bedenine giyip uyumadan önce güncesine yazmak için yaşardı her ne yaşarsa… Ortaokulda başlamıştı, lisede devam etti, üniversitede seyreldi, mezuniyetten sonra can cekişti, evlendikten sonra bitti…
Lise sonda bir kızla tanışmıştı. Ufacık olup da gözlerinde dev besleyenlerden… İlk kez ona aşık oldu; şanslıydı. Son aşkı da o oldu. Onunla üniversite okudu ve onun kocası oldu. Bu zamanlar boyunca ona hiç yalan söylemedi. Ailesi gibi. Günlüğü gibi. En çok da kendisi gibi…
Artık hiçbir şey yazmak gelmiyor içimden. Neden bilmiyorum; belki de evlenmek, onunla bir yuva kurmak, yalnızlığımı da süpürdü. Bilirsin; erkekler genelde birisi arkalarını toplasın diye evlenirler. Ne şanslıyım ki, yalnızca dağınıklığımı değil, yalnızlığımı da süpürebilen bir karım var. Ona layık mıyım? Bunca zamandır onunlayım, demek ki evet. Bunca zamandır onunlayım; belki de bu yüzden hayır. Kıstas nedir ki?
Azaldı cümleler. Toplasan tek bir kıymetli kelime olamayacak kadar anlamsızlaştı. Üç yıl geçti sol eline yüzük takıldığından beri. Evliliği hayal ettiği gibiydi; güzel ve yerinde aile ziyaretleri, akşam yürüyüşleri, yorgunluğun atıldığı ara uykular, güzel ev yemekleri, birlikte film izlemeler, arkadaş ağırlamalar, tatmin edecek uzunlukta sevişmeler… Her şey çok güzeldi. Bir şey dışında: her şey, çok fazla güzeldi. Ve ilk yalanını söyledi. Karısına… Ailesine… En çok da kendisine; ama günlüğüne değil… Vicdan, diye düşündü, iki ucu keskin bir kılıç; tutanı da savrulanı da kesebiliyor. Vicdanıyla kendisini kesti önce; sonra karısını… Sonra tanımadığı bir yatakta tanımadığı bir kadını. Ailesini, geçmişini, bütün gençliğini, dostlarını… Günlüğünün başına geçti, toplasan bir harf etmeyecek kelimelerle.
Psikolojiye hep meraklıydım. Biliyordum ki yapılan her şeyin bilinçaltında bir karşılığı vardı. Pek çok şey, tek bir motifin değişik versiyonları. Beyindeki tek bir hasarın sayısız yansımaları. Günlük tutmak, günlüğüm…Dürüstlük; senet ile kehanet arasında seyreder. Günlüğümse benim dürüstlüğümün tesciliydi; kendime karşı kendimi doğrulayan bir patent. İnsanların neden günlük tuttuklarını anlıyorum şimdi; günlük yazmak, yazılacak suçlardan yoksun olmanın neşeli eylemiydi. Fakat bu neşe, kişi büyüdükçe, kendisine söylemekten ve başkalarının öğrenmesinden korktuğu şeylerin tedirginliğiyle yer değiştirirdi. İlk hata yapıldığında, bile bile yapıldığında, günlüğüne karşı aynı dürüstlüğü koruyamaz insan. Kendisine karşı da… Tabiatına rağmen aynı kalmaya çalışan insan… Aynı kalmaya çalıştım; yapamadım. Aynılıklarla biriken bir farklılık varmış; bu gece anladım. Merasimleri sevmeyiz sevgili dostum; uzatmaya gerek yok. Teşekkürler ve hoşça kal…
Her şey bir defaya mahsus olsaydı eğer, bir sayfa yırtardı yazamadıkları uğruna ve yazmaya devam ederdi. Fakat tekrarlayacaktı bütün bunlar. İhanetler, hırslar, daha yukarı çıkmak için oynanacak oyunlar, yalanan kıçlar, el öptürülen zavallılar… Aklına, küçükken pek çok akşam yemeğinde babasının dostane ama sıkılı dişlerinden sızan cümle geldi: “Evde olan evde kalır evlat…” Kalmazdı; o kadar sıkılmıştı ki bu ilkeden, her zaman evde olan mahrem şeyleri anlatacak birilerini bulurdu. Çünkü ev diye kabullendiği tek şey günlüğüydü. Kimsenin bilmediği ve bilmeyeceği sayfalar. Ta ki büyüyüp orta yaşlara ulaşana kadar. Özel hayat ilkesinin ikiye bölünüp paylaşıldığı veya ırzına geçildiği kuruma adım atana kadar. İşte o günden sonra, o güne dek yazdığı her şeyi yaktıktan sonra gerçek evinin beyni olduğunu anladı. Gerçek evinin babası, fısıldadı beynine: “Evde olan evde kalır evlat” Gülümsedi: “Merak etme sen” dedi, “İnsanın evi beynidir. Ve beynimde olan, beynimde kalır!” Bu kadardı; insan hayatının tek bir milatı vardı: Evinin beyni olduğunu anladığı gün. Günlüğünü terk etmeye karar verdiği gün… O güne kadar gizlenmeyecek çocukluk masumiyetleri yaşanırdı; aşklar, kavgalar, haylazlıklar. Sonra savaşlar başlardı. Tek araç vicdandı; onun katili ya da maktülü olmayı seçerdi insan; ve kazanır veya kaybederdi. O kadar…
Beynim konuşuyor. Evimden konuşuyorum, sahibin sesini duyuyorsun. Buraya yerleşeli elli, sahibi olalı on sekiz yıl oldu. Burada her şey bulunur; huzur dışında. Tüm tatlar mevcut, vicdanın lezzeti dışında. Bütün benliklerim burada, öz-benliğimden başka… On sekiz yıldır bir trenin içindeyim. İnsan ya aydınlık, ya karanlık ister. Bu trenin iki saniyesi aydınlıksa, iki saniyesi tünel. Bakışlarım arızalı. İki dakika gürültüyse, iki dakika sükut. Duyuşum hasarlı. Halbuki istediğim biraz sadelikti. Tek bir karanlık; bir trenin yalnızca binişi ve inişi olsa, ortası ise kapkaranlık bir tünel… İşte bunu isterdim; olan biteni fark ettirmeyecek bir gidiş… Kulaklıklarımı kulağıma takmak ve hiçbir şarkıyı çalmadan sessizliğin volümünü sonuna kadar açmak. İşte bunu isterdim. Oysa tren, beni buraya, bu eve getirdi. Her şeyi geride bırakarak.
Değişim ve dönüşüm. Yeterince anlaşılmamış iki kavram. Sıradan insanlar dönüşürler. Neyin tersiysen, hayatın ona dönüşmekten ibarettir. Yalancıları kınayarak yalancı olursun; aldatanı kınayarak aldatan… Kandırılmışa gülersin, kandırılırsın. Yalnız olana oh çekersin, yalnız kalırsın. Kınamak öyle zehirli bir ip, tutanı çeker kuyuya ve neticede; neyi kınarsan ona dönüşürsün. Değişmek ise asillerin işidir; gelişmenin, büyümenin, yolda olmanın anahtarı… İnsanlar bu ikisini karıştırdıkları için çok mutludurlar. Klozet üstünde uyuyan adamın hikayesi gibi; rüyalarında kral tahtındadırlar; uyandıklarında görürler ki yalnız kendilerinin değil binlerce insanın boku üstündedirler. Ben mi? On sekiz yıl öncesine kadar ikinci gruba dahildim. Artık birinci gruptanım.
Bunun uğruna karımı kaybettim. Doğmasını istediğim bir bebeği, kendi ailemi, dostlarımı, geçmişimi. Hayır, onlar beni terk etmedi. Ben onları oldukları yerde bırakıp, onlara acı vereni, kendimi terk ettim. Birkaç istasyon geride kaldı. Şu an konuşan ben ise, yani yengecin kabuk, yılanın gömlek değiştirmiş hali, buraya geldim… Bu eve… Son bir deneme için, son bir kavuşma…
Keşkelerimin en büyüğü, hayatımın en önemli savaşının gelip çattığı gün, bunu anlamamış olmamdı. İlk yalanımı söylediğim gün, göz göre göre dürüstlüğümün kalesini teslim ettim yalanıma. Savaşmadım; kıyamadığım bir sayfa uğruna ömrümün ve hayatımın tüm sayfalarını yırttım her gün yüzlerce kez… Şimdi rövanş zamanıydı. Çalıştığım bankada, kendilerine göre küçük bana göre büyük paraları, sahiplerinin oynanmış hesaplarından aşırarak elde ettiğim servetimin önemli bir kısmını buraya yatırdım; bu eve… Eşyalara. En önemlisi, önümdeki şu masaya ve üstündekilere…
Bugün büyük gün; kalemtraşla bilenmiş silahımı alıp bir savaş başlatacağım ve eski dostuma, güvenimin, benliğimin kalesine, günlüğüme kavuşacağım.
Hayatının en büyük ve en idealist planıydı bunu yapmak. Yıllardır beyninde biriktirdiği her şeyi, ilk kelimesinden başlayarak yazacaktı… Sadece konuşan fakat söylediklerinin hiçbirini yapmayan insanlar görmüştü. Nasıl gelmişse öyle gideceğini savunan. Kaybedilenlerin tekrar kazanılmayacağına inanan… Hepsinden nefret ediyordu ve onlardan başlayacaktı. Başlayacaktı ki; bir an ne çok şeyi kınadığını düşündü. Düşündü ve o an, kınadıklarına dönüştü. Planladığını yapamadı, son şansı bulamadı, geldiği gibi gidecekti ve kaybettiklerini kazanamayacaktı. Her şey, şu önündeki günlüğe yazılacak ilk kelimeyle yeniden başlayacaktı fakat yazacak hiçbir şey hatırlamadı geçen on sekiz yıldan.O çok sevdiği şarkıdaki gibi*, kazanılacak kaybedilecek bir şey yoktu artık.
“Bir gün” diye düşündü; “kendisini kınayarak yaşayan insanlar olur mu? Kendini kınayan ve kınadığına dönüşen…”
* “I’ve got nothing/to gain to lose”:
http://www.youtube.com/watch?v=tCXZ0Q4mVX4