Gezginci Erdem imzalı bu serinin önceki yazıları için:
Savaş Belleğim | Futbol Belleğim
Erdemli insanlar, kötü insanların gerçek hayatta yaptıklarını kendi hayal dünyalarında yaşamakla yetinen kimselerdir. Sigmund Freud
Filistin askısı ve elektrik, sonrasında babaannemin börek yaparken yaktığı yüzlerce kitap, darbe dendiğinde aklıma ilk gelenler. İlk gençliğimin çözülmesi gereken bir bulmacası gibi önümde duruyordu 12 Eylül… Oradan buradan ama en çok da babamdan edindiğim çelişkili bilgiler ve bana anlatılanlarla zihnimde oluşan, çoğu zaman fantastik olarak anımsadığım görüntüler beni 12 Eylül darbesini yaşamış biri yapar mı bilmiyorum. Bildiğim bir şey var, o da hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı hissi üzerine hayatlarımızı kurduk ve o hayatlar bile eskimeye başladı.
12 Eylül’ü yaşayanların tek bir ortak noktası var: haksızlığa uğradıklarını düşünüyorlar. Öncesinde kardeş kardeşi kırıyordu, huzur kalmamıştı diye mırıldanıyorlar ama darbe sabahı nefeslerinin kesildiğini anladıklarından mıdır nedir, dolu dolu haykırıyorlar: eskiden ne güzeldi be… Yeninin çirkin olduğunu hissettikleri sıralar ben doğuyorum ve toplumun bana yüklediği misyon, öyle çok da soru sormamak. Eski ile yeniyi kıyaslarken diyaloglara kulak kabartıyorum.
- Aşağıdaki kahveyi taramışlardı, biz çıkardık ölüleri…
- Arka sokak sağcılarındı, bizim sokak solcuların…
- Hepsi yalan olmasa bir gecede olaylar bıçak gibi kesilmezdi.
- Bakma iyi oldu.
- Ekmek bulamıyorduk.
- Çok kişinin canı yandı ama…
Ve daha niceleri… Bol acılı cümleler, bol amalı cümlelere; bol amalı cümleler de bol paralı cümlelere evriliyordu ve riyakar karakterlerimizin temelleri devrimci, ülkücü ve mütemadiyen asker seven büyüklerimiz tarafından atılıyordu. Özal’a savrulan tumturaklı küfürler liberal, kapitalist, para göz, kısacası albenili şerefsizler olmamızı engellemiyordu.
Her insanın içinde bir peygamber uyuklar ve o uyandığında, dünyadaki kötülük biraz daha artar. Cioran
Nazım okuyup Zülfü dinliyordum, devrim hayalinin posasıyla ideolojik bir kimlik bulmaya çalışıyordum. İçimdeki eksiklik duygusundan Kenan Evren’i sorumlu tutuyordum ve o öldüğünde “Eşeği saldım çayıra” türküsünü yüksek sesle dinleyeceğime dair kendime söz vermiştim. O öldü, o ölene kadar toplumdaki sahtelik hissi o kadar büyümüştü ki, içimdeki eksiklik komple ben olmuştum, bu yüzden değil türkü dinlemek karşıma dikilse heykel gibi donup kalırdım.
Birkaç sol oluşumda bulundum. En soldan merkeze doğru en basit deyimiyle ideolojik bir dedikodu çizgisi üzerinde şaşkınlık içinde ilerledim. Faşizmin yok olması için bir araya gelmiş, darbe mağdurlarının çocukları olarak birbirimizi beğenmiyorduk ve daha da önemlisi sevmiyorduk. Olması gereken ile olan arasındaki fark babalarımızın özlediği o temiz duygulardı. Kibirliydik, çıkarcıydık, isteklerimiz bitmek bilmiyordu ve devrimin hayaletleri olmaktansa nesnelerin şövalyeleri olabilirdik. Gerçek devrimcileri tenzih ederim ama darbe dediğin yıkar, sarsar, ne bileyim düşürür, kalkarsın sonra… Darbe sonrası gençlik olarak çürümüşlüğümüzle nam salmaya hazırdık. Kenan Evren Picasso’nun tablosuna bakarken: “Yahu bu resmi ben de yaparım!” derken boş konuşmuyordu, elinin altındaki topluma şekil veriyordu. Nitekim etrafınıza bakın, eleştiri ile dalga geçmek arasındaki çizgi çoktan kaybolmuş ve her alanda sığ değerlendirmeler ne kadar da revaçta. Picasso’nun tablosuna bakıp, “Bunu ben de yaparım” demeyecek kaç Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı vardır dünyada?
Aynı aymazlığın günümüz siyasetine yansıması boğuluyormuş hissi veriyor zaten. Günümüz siyasetine dair en yakıcı sorunun ve ondan daha yakıcı cevabın 12 Eylül’den bizlere miras kaldığını düşünüyorum.
“Ve günün en yakıcı sorusu şu: Kendilerine Atatürkçü, laik, solcu, çağdaş vs. diyenler niye bu kadar sevgisiz, kıskanç, birbirine düşman? Buna karşılık AKP çevreleri niçin birbirine bu kadar sıkı sıkıya bağlı? Meclis’e gidiyorsunuz: CHP’li milletvekillerinin yüzünden düşen bin parça, birbirine selam vermeyen, koridorda gördüğü zaman yolunu değiştiren pek çok kişi var. Konuştukları zaman kasılmış bir ağız ve gevrek bir ses tonuyla: “katılımcılık, demokrasi” filan gibi birkaç klişeyi dile getiriyorlar ama temel unsurları sevgisizlik, kıskançlık. Birbirinden nefret! Diğer “sol” partilere bakın. Başkanlar birer derebeyi gibi “küçük aşiretlerin” başında olmayı, posterlere, otobüslere resimlerini bastırmayı marifet sanıyor. Hayatta kendi gücüyle başaramadığı bir şöhrete sahip olmaktan, partinin sırtına binerek egosunu tatmin etmekten başka bir derdi yok.” Livaneli – 25.04.2007 Vatan Gazetesi
İyi ve güzel olanın yerlerde sürüklenip kötünün yüceltilmesi, dahası bunun kurumsallaştırılması karşısında çaresizliğimiz belli değil mi?
“28 Şubat 1000 yıl sürecek.” Bir Genelkurmay Başkanı
Sürmedi.
Şaşkınlık içinde seyrediyoruz televizyonu. 11 yaşındayım. En çok askerlere güveniyoruz, diğer yandan böyle saçma bir ülke haline dönüşmemizin baş sorumlusu askerler. Çelişkili ve sancılı bir çaresizlik ile darbelerimiz iç içe geçiyor. Bu seferki postmodern ve daha az karmaşık. Laiklik eşittir türbansızlık, din eşittir şeriat algılarının bol dalavereli kapışmasında yine kaybedenler aynı kişiler oluyor. Önceki darbenin karanlık dumanı dağılmamışken yeni darbemiz güneşin yakın zamanda komple kapanacağını haber veren bulutları ile geliyor. 28 Şubat’ı yaşayanların tek bir ortak noktası var: haksızlığa uğradıklarını düşünüyorlar. Adaletsizlik mitoz bölünüyor. Bir yanda laiklik elden gidiyor diyenler, diğer yanda din elden gidiyor diyenler, 28 Şubat’ı farklı açılardan kınıyorlar.
Benim dinim, benim kişisel konumdur. O benim kişisel hayatımı, kişisel ahlakımı yönetir. Ve benim dinsel felsefem benimle inandığım Tanrı arasındadır; aynen diğerlerinin dinsel felsefesinin onlar ve Tanrı arasında olduğu gibi. Ve bu en iyi olan yoldur. Malcolm X
Okul Beyazıd Camii’ne yakın olduğu için ve henüz ideolojik olarak bölünmek aklımıza gelmediği için ara sıra Cuma Namazına gidiyoruz. O günlerde Beyazıd Camii’İnde namaz kılanlar öfkeli öfkeli secdeye yatıyor, öfkeli öfkeli dualar mırıldanıyor ve ellerinde olsa kubbeyi yarıp nefret olup yağacaklar memleketin en laik yerlerine. Namaz sonrası avluda toplanan kalabalık “Tekbir” nidalarıyla Beyazıd meydanına doğru yürüyor. İnsan yakılan memleketin çocuğu olarak korkuyorum, akşam evde genç kızların üniversite kapılarında sürüklendiklerini görüp irkiliyorum ve anlamlandırmaya çalıştığım bu askeri müdahaleleri bazı büyük başların kendi çıkarları için organize ettiğini görmeye başlıyorum.
Güneş gidiyor yavaş yavaş ve necip Türk milleti ampulle tanışıyor. Gerisi bilindik hikaye…
Her ideoloji insan psikolojisine karşıttır. Camus
Açıkçası darbeyle ilgili bir yazı kaleme alıp belleğimi bu konuyla ilgili özgürleştirmeyi 15 Temmuz 2016’dan çok önce düşünmüştüm. Şimdi geldiğimiz noktada yılanların dönem dönem deri değiştirmesi gibi memlekette çeşitli nedenlerle darbe olduğunu görüyoruz. Artık darbeleri asker, siyaset, dış güçler ve benzeri kavramların dışında bireylerin davranışları ve bu davranışların topluma etkisi üzerinden yorumlamaya eğilimliyim.
Gün içinde yaşadığımız iktidar savaşları, bilgelik ile cahilliğin mücadelesi, yalan ile doğrunun güreşi, aman tadımız kaçmasın diye salık verilen suskunluk görevleri, egolarımıza kınında durmayı öğretemeyişimiz, farklılıklara karşı tüylerimizin diken diken olması, canımız sıkılmasın diye ötekileştirdiklerimiz, ezmek ve üzerinde durmak isteğimiz ve daha niceleri bence aslında darbeler ile doğrudan ilgili.
Hoşlanmadığımız iş arkadaşımızın sokaklarında tanklar yürütüyoruz söz gelimi. Sırf biz istiyoruz diye altımızdakilere yapmamaları gereken şeyler söylüyoruz ve kibri vicdan ile karıştırdığımızdan ikna odalarımıza davet ediyoruz onları. Bizimle aynı düşünmeyenlere işkence etmekten çekinmiyoruz ve hesap vermekten korktuğumuzdan “o zaten öyleydi, balkondan atladı.” diye kıvırıyoruz. Yetişkin beyinlerimizde yaşını büyütüyoruz çocuklarımızın ve hayallerini asıyoruz. Yasaklar koyuyoruz en sevdiklerimize huzur ortamı bozuldu diye hanelerimizde. İlişkilerimizdeki köprüleri askerlerle kapatıyoruz ve zorbalık etmekten çekinmiyoruz. Velhasıl her gün, her saat minik darbeler tertip ediyoruz zaten.
Küçük darbelerimiz büyüyor ve kurumsallaşıyor. İçimizdeki karargah aydınlanmadıkça bu böyle devam edecek gibi.
Mühendis / Yazar. Çeşitli kitap eklerinde kitap inceleme / eleştiri yazıları çıktı. Kalemkahveklavye site ve dergisinde öykü, deneme, kitap incelemeleri yazmaya devam ediyor.