J. Hakan Dedeoğlu’nun Karakarga Yayınları‘nca yayımlanan Bunu Biz İstedik İstanbul romanına dair Koray Sarıdoğan’ın kaleme aldığı kitap incelemesi.
Distopyalar, ilk bakışta bize yalnızca “Çok uzak bir gelecekte belki olabilecek veya olması pek de mümkün olmayan” felaketleri anlatır gibi görünür. Bu önerme yakın geçmişte bir miktar doğru sayılabilirdi ama yirmi birinci yüzyılın daha ilk çeyreğini tüketmeden medeniyetimizin bizzat kendi eliyle getirdiği değişimlerin bir sonucu olarak distopyalar artık hemen yarın olabilecek şeyleri anlatabildiği gibi belki de çoktan bir yerlerde olmuş veya olmakta olan felaketleri de anlatıyor demek yanlış olmaz. Bu yüzden distopik eserler, başka alanlarda olduğu gibi edebiyatta da sayıca artarak çıkmaya devam ediyor karşımıza.
Ne mutlu ki bu türün iyi örneklerini Türkçede de görebiliyoruz üstelik. Bant Mag.’den tanıdığımız J. Hakan Dedeoğlu’nun Karakarga Yayınları’nca yayımlanan Bunu Biz İstedik İstanbul romanı, yazarın ilk romanı olmakla birlikte bir distopya. Adı bize iki ipucu veriyor, bu ipuçlarını detaylandırarak derinlere girmeye başlayalım.
Birincisi, İstanbul’da geçen bir felaketler zincirinin hikâyesi bu. Polisiye, korku, fantastik ve bilimkurgudan konuşurken her defasında tekrarladığım üzere, bu türleri Türkçede yazmak ve okumak bir güzellik, evet; ama bu türleri yerelleştirerek, buranın dokusuyla birleştirerek okuyup yazma deneyimi, hele bir de eser başarılıysa ayrı bir tat, bir yenilik veriyor ve sanıldığı gibi bir doku uyuşmazlığı da yaşanmıyor aslında. Bu açıdan Bunu Biz İstedik İstanbul, anlattığı karakterler, olaylar ve en önemlisi atmosfer itibariyle ilk sayfasından başlayarak okuru ayakta tutabiliyor. Türün okuru olmayanların bile ilgisini yakalayan bir dile sahip olmakla birlikte salt distopya yazmak, yani doğrudan türün dinamiklerine oynamak adına deneysel bir metin olma hatasına düşmüyor.
Bu anlamda metnin en güzel yapısal özelliği, olayları karakterlerin hikâyeleri üzerinden vermesi. Oskar FM adlı bir radyo istasyonunda tek başına kalan ve yayın yapmaya devam eden yayıncı Kaan Mordoğan’la başlayan roman, Babil adlı bir barda bir araya gelen karakterlerle ve onların bölümler halinde sunulan hikâyeleriyle birleşiyor. Farklı duygular, farklı hayatlar üzerine kurulan ve İstanbul’un başına gelenleri adım adım bize anlatan her bir hikâye, Babil adlı mekân ve burada radara takılan Oskar FM yayınıyla birleşiyor. Peki kim bu karakterler? Arka kapak yazısından alıntıyla tanıyalım, bu sayede ipucu vermeden de romanın konusuna uzaktan bir bakalım:
Zeytinburnu’na uzaylılar teşrif ettiğinde, birdenbire cinnet geçiren insanlar birbirini parçalıyor, beklenmedik bir kar fırtınası şehri etkisi altına alıyor, insanlar ansızın ortadan kayboluyordu. Uzaydan gelen Haluk’a gönlünü kaptıran dünyalı Merve, kayıp eşyaları bulma gücüne sahip yalnızlar yalnızı Aybüke Hanım, dünya yanarken didişmeye devam eden iki genç Sarp ve Emir, karamsarlığı bahtsızlığıyla başa baş giden Yener, neredeyse hayat orucu tutan çizer Sadi, onun pervasız dostu Leyla ve hepsinin başına geleni bilen müzisyen Derya Deniz…
Felaketlerin nasıl olduğunu anlatırken tedirgin ediciliği elden bırakmayan hikâyenin, bana lezzetli bir okuma deneyimi yaşatmasının en büyük sebebi, ne dilde ne içerikte aşırılığa kaçmadan, sıra dışı olaylar zincirini anlatması. Son birkaç yıldır sıkça karşımıza çıkan, hiperaktif ve muzip bir dil inşa etme kaygısına kurguyu kurban etme hatasına düşmemiş J. Hakan Dedeoğlu. Bu pek acayip olayları vakur, aynı zamanda hem sakin hem de diri bir dille aktarmış ve bu sayede bu tür bir romanın en çok ihtiyacı olan atmosferi kurabilmiş.
Adı bize iki ipucu veriyor demiştim, ikincisi de Bunu Biz İstedik… kısmının işaret ettiği yer. Elbette romanı okuyan herkes için gerek yazarın kurgusuna, gerek okurun algısına bağlı olarak farklı açılımları olacaktır bunun. Ama ben en çok, insanın karanlığına işaret eden yanını sevdim bu ifadenin. Anlatılan hikâyelerde üstten bir şekilde, göstere göstere değil de olaylara, karakterlerin tepkilerine sızdırılarak gösterilen “insanın karanlık tarafı” meselesinin bu şekilde verilmesi, yukarıda anlattığım unsurlarla birleşince asla boşa sayılmayacak bir okuma deneyimi sunuyor bize.
Son olarak, kitabın sonunda, romanla ilişkili çizimler var. Sadi Güran imzalı illüstrasyonların, odaklarını koydukları nokta, yani bakanın gözü olarak seçtikleri yerler ve romandaki atmosferle uyumu hoşuma gitti. Sadece, Karakarga’nın pek çok kitabında olduğu gibi neden aralara yedirmek yerine en sona bırakıldığını pek anlamadım; herhalde diğer türlü daha bütüncül olabilirdi diye notumu ekleyip kitabı hiç düşünmeden önereceğimi söyleyerek sözü bitireyim.
İNCELEMEK ve SATIN ALMAK İÇİN TIKLAYIN
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)