“Nasıl da bilinmez bir yuvarlak benim için bu dünya; yanardağlarıyla, ıssız adalarıyla, açık denizleriyle… Onu portakal gibi soya soya, en küçük çekirdeğine kadar görmek için gidiyorum.”
Hayat her birimize roller biçerken, içimize de bir tutku düşürür. Aslında odur ya zaten insanı yaşamın devamlılığına, hayatta kalmaya zorlayan. İçimize düştüğü an bizi yaşamaya zorlayan arzumuz aslında bir sebeptir. Artık bir sebebimiz vardır. Çünkü her şey için bir sebep gerekir. Bilhassa yaşamak için. O sebeptir insanı yollara düşüren, insana savaşmayı öğreten, hantallaşmasını engelleyen, direnme gücü veren veya pes etmekten vazgeçiren.
“Hayaller hareketlerin tohumlarıdır. Beni de harekete hayallerim geçirdi.”
Hayatını; vahşi doğayı, daha doğrusu bütünüyle tüm doğayı, dünyayı tanıma arzusu üzerine kurmuş olan vahşi doğa fotoğrafçısı Nazan Aşkalli’nin kaleme aldığı Sana Gelirken Ben adlı eseri okurken, bir yola çıkmanın sebepleriyle doluyor ceplerimiz. Bir hayatı yaşamak istemenin ve vazgeçmemenin gerekliliğini anımsatıyor bize. Burnumuza kadar bunca gerçeğe batmışken hayalin de yanıbaşımızda oturabilme gibi bir lüksü olduğunu hatırlıyoruz.
Asyalı esir fillerin acıklı yaşamına tanık olup bunu Zambaktan Bir Masal adıyla kaleme aldıktan sonra Moby Dick’te bir beyaz balinanın kuyruk sallayışına tanık olma hayaline kapılıp yollara düşme hikâyesiyle çıkıyor karşımıza Nazan Aşkalli. Kurgu ile gerçeğin kesiştiği satır aralarında biz de hayallerimiz ve gerçeklerimiz arasında bir gezintiye çıkıyoruz.
“Antik Yunan tanrıları, Neruda, Storni, Melville, Borges…Yanıma kattığım herkes arkamda durmuş bana bakıyor. Sessizce. Gardel bir sigara daha yakıyor. Şarkı falan söyleyecek hali yok. Macellan ve Drake karşımda ve bana okyanusun kapısını açmaya uğraşıyorlar. Bana şaşkınlıkla bakan uçak yolcularının gözünde şu an Picasso’nun Guernica tablosu gibiyim.”
Yazar bu uzun ve meşakkatli yolculukta anılarını ince ince satırlara işlerken tahayyülünde canlandırdığı diyaloglarla da bizi tarihte bir gezintiye çıkarıyor. Borges’e neden yazdığını anlatırken, bir süre sonra Einstein’ın yan odadan onların konuşmasına kulak misafiri oluşuna tanık oluyoruz. Bir yolculuk esnasında Pablo Neruda’nın yaşama itirafını dinlerken, bir anda Homeros’un Akdeniz kıyılarının şu anki haline şaşkınlıkla ve tanımaz bir ifadeyle bakışını hayal etmeye başlıyoruz. Yazar bize gerçek anılarını sunarken, aslında bir yandan bu isimlerle hayal dünyasının da kapılarını aralıyor.
“O kadar yol gittikten sonra balinamla karşılaşamayacağım düşüncesi içimi kemiriyordu. Bu yolculuğu yazacak biri olarak bunu bir hayal kırıklığı olarak görecektim. Bana dönerek, “Dert mi bu” dedi, “o zaman da kıtalar aşıp balinanın kuyruğunu nasıl göremediğini anlatırsın! Önemli olan senin böyle bir yolculuğu yapman. Balinanın kuyruğu bahane!” Haklıydı, o konuşmadan sonra içime okyanuslar serpilmişti.”
Öte yandan Sana Gelirken Ben, medeniyetin gösterişinden ve insanların zenginleşmek adına doğayı katletme merakından bunalan bir insanın, özünü aramak için doğaya geri dönüş isteğinin yanı sıra hayata geçememiş, kaybolmuş bir kitabın taslağının da yansımasıdır. Kaybolan notlara, deneyim ve duygulara bezenmiş onlarca sayfaya, anılara, fotoğraflara da bir selamdır.
Okyanusta hırçın bir dalganın gelişindeki kararlı tınılara benziyor Aşkalli’nin cümleleri. Şairane bir üslûpla bizi anılarında gezdiriyor. Şehirlerden, ülkelerden, kıtalardan ve okyanuslardan geçerken biz de hayallerimize olan bağlılığımızı sorgulamaya başlıyoruz.
“Ben buraya balinamı görmeye gelmiştim. Ama bu yolculukta hızla değiştim ve insanlığın kararttığı yeryüzünün geleceğini gördüm. Telef olmuş penguenler gibi, azalan su ve yiyecek kaynakları ve bize cömert davranmayacak olan doğa şartlarıyla boğuşacağız. Buz parçasına tırmanmaya çalışan fok gibi hayatta kalmaya çalışacağız. Korkarım birbirimize kıyacağız bir parça ekmek, bir bardak su için.”
Ve çıkılan tüm yolculuklarda olduğu gibi bu yolculukta da sebebimizden uzak bir gerçekle baş başa kalıyoruz. Bir beyaz balinanın kuyruğunu görme hayaliyle yollara düşerken dünyanın acı gerçekleriyle yüzleşiyoruz. Yok olan güzelliklere, yaşanmaz hale gelen doğaya, yaşam alanları bencilce tarumar edilmiş canlıların mücadelesine seyirci kalmanın, onları bilmemekten daha acı olduğuna tanık oluyoruz. Bilip de bir şey yapamıyor olmanın çaresizliğine tanık oluyoruz.
Sana Gelirken Ben‘i okurken yaşadığım en güçlü duygu da aslında beni hayatta tutan, yaşamaya iten sebebimin saklandığı yerden çıkıp tekrar gerçekleşme arzusuyla içimde parıldaması oldu. Bazen hatırlamaya, birilerinin bize hatırlatmasına ihtiyaç duyuyoruz çünkü. Çünkü bazen gerçekten de unutuyoruz var olma nedenlerimizi ve yönümüzü şaşırıyor, yolumuzu kaybediyor, ne yapacağımızı bilemez halde elimiz bağrımızda kalıveriyoruz şaşkın şaşkın. Her insanın dönemsel olarak düşebileceği bu haletiruhiyeden çekip çıkarılması için de aslında böyle bir esere ihtiyaç var. Şanslıyım ki böyle bir dönemde okuma fırsatım oldu.
18 Eylül 1992’de Mersin’de doğdu. Yedi yıl blog yazarlığı yaptı. Çeşitli dergi ve yayınlarda öyküleri, incelemeleri ve denemeleri yayımlandı. Freelance içerik editörlüğü ve redaktörlük yapıyor. Lisans öğrenimini Osmangazi Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı.