Bugün alternatif müzik türleriyle birlikte Türkiye’de Rap müziğin de yükseldiğini ama Rap’in birkaç adım öne geçerek ana akıma oturduğunu söylemek en azından içinde bulunduğumuz süreç için pek de yanlış olmayacaktır. Bunun, başka bir yazının konusu olan pek çok nedeni var elbette ama burada bizim için önemli olan ikisi şunlar: Bu yükselişin ayak seslerini aslında 2000’lerin başından beri, özellikle artık bir önceki kuşak sayabileceğimiz Ceza, Sagopa Kajmer, Fuat gibi isimlerin alttan alta yayılışından ve popülerleşmesinden duymaya başlamıştık. Sonraki ayak sesleri ise dijital platformlar sayesinde dağıtım ağının görece bağımsızlaşabilmesiyle duyulmuştu. Bu ve diğer sebepler oluşan kartopu, o günlerden bugüne yuvarlanıp kocaman olduğunda, yerli piyasada karşımıza çıkan en önemli isimlerden biri Ezhel haline gelmişti bile.
Ezhel’i müzikal anlamda özel kılan nedenler malum: Doğrudan Rap’in filizlendiği toprakların tarzını, dilini alıp bir taklit ortaya koymak yerine içinde büyüdüğü bu coğrafyanın sokaklarından, geçmişinden, dokusundan gelen ritmiyle, sözüyle, müziğiyle kısaca ruhuyla harmanladığı bir sound koydu ortaya. Bir müziği, onu zaten dinleyene dinletmek kolaydır; önemli olan o müzikle pek ilişkisi olmayana da flört ettirebilmek… Ben de onlardan biriyim: Hep belli başlı popüler örneklerini, üstelik bir önceki kuşaktan dinlediğim bu müziği, Ezhel’in kendi kariyeriyle birlikte ittirdiği bu türdeki gelişmelerden sonra dinlemeye ve bu yeni dalgayı yakalamaya başladım pek çokları gibi.
Ezhel’i özel kılan tek şey sadece müzikal başarısı değil tabii; tersinden düşünürsek, hızla yakaladığı şöhrete rağmen kaybetmediği samimiyeti, ağırlıkla bireysel bir noktadan yakaladığı müziğini yer yer muhalif bir tavırla donatması, bunu dozunda ve yerinde şarkılarıyla da dile getirişi ve içinde yaşadığımız siyasi konjonktürün getirisi olarak sonuçlarına “katlandırılmak” zorunda bırakılma denemeleri gibi komik çabalarla birleştiğine ortaya, yaşadığı dönemi etkileyen ama bu dönemi de temsil eden bir sanatçı çıktı.
“Ama bir an geldi, böyle olmayacak dedim. Bir an geliyor, ideolojin ne olursa olsun parasızlıkla, bir sürü dertle yaşamak zor. Bir sürü sıkıntı, tasa. Aslında Ais Ezhel zamanında çok politik şarkılar da yaptım yani ama artık sıkıldım. Çünkü bazı rap’çiler de sadece bundan besleniyor. Bana yapmacık bir şey gibi geliyor. Rap her şeyi anlatabildiğin bir müzik olmalı. Ben de kendime ait şeylerden bahsediyorum. Bazen kendi siyasi ideolojime ters gelen bir iki şey söyleyebiliyorum mesela.” (s.118)
Tüm bu söylediklerimi pekiştiren, özel bir işle karşı karşıyayız: Kazıdım Tırnaklarla bu yazıyı merak edip okuyanların çoğunun zaten tanıdığını tahmin ettiğim Barış Akpolat’ın ilk kitabıysa da ilk röportajı değil. Ben Barış’ı eski Rock FM’deki Sağır Sultan programıyla tanımıştım. Şimdilerde Radio Eksen’de devam eden programının yanı sıra uzun zamandır gazeteci ve müzik yazarı olarak üretmeye devam eden Barış Akpolat, yerli ve yabancı pek çok iyi röportaja imza atan bir isim olarak burada da yaptığı işe hâkim. Bir şeyler yapalım da olsun bitsin demek yerine sadece “Rapçi” Ezhel’in değil onun hikâyesinin ve müziğinin de izini sürmüş.
Bu, bizim müzik yayıncılığımız için özel bir format: Yani aslında geleneksel bir tarz olarak yaklaşık 60’lardan beri Amerika’da, Avrupa’da, halen hayatta ve aktif olan bir sanatçının -illa müzisyen olması gerekmez, bir oyuncunun veya yazarın vs. de olabilir- kitabını yazmak isteyen birinin, bir gazetecilik ve belgeselcilik faaliyeti yürüterek onunla zaman geçirmesi, onu gözlemlemesi ve onunla konuşmasıyla ortaya çıkan bu işlerden Türkçede daha önce yapılanını bilmiyorum. Nehir söyleşi kitapları var ama bu format ondan tamamen farklı, bu açıdan da özel bir yerde.
Peki, bu kitapta neler buluyoruz? Başka tanıtım ve inceleme yazılarında “röportaj” kelimesi çok sık geçeceği için bunu sadece bir röportaj kitabı sanabilirsiniz ama Barış Akpolat böyle bir kolaycılığa kaçmamış. Az önce belirttiğim gibi, burada, kahramanının yani Ezhel’in de kimi zaman dile gelip soruları yanıtladığı bir yolculuğun bu zamana kadarki hikâyesi var.
Barış Akpolat’ın Ankara’ya, Ezhel ve Bugy’nin birlikte yaşadıkları eve gitmek üzere Pendik Tren Garı’ndan yola çıkıp Ankara’ya varmasıyla başlıyor hikâye. Ankara’ya geldiği günün ertesi sabahı da ilk röportaj başlıyor.
“Önde Sercan, arkada Ankara’daki eski dostlarından DJ Azer Babamız ve ben… Taksiciden Ankara Misket havası çalan radyolardan birini rica etti Sercan ve devam etti: ‘Abi bizim olayımız budur burada, bunlarla büyüdük, bunlarla yaşıyoruz.’” (s.28)
Bu, röportajlarla birlikte Sercan’ın da hayatının başlangıcına gidiyor, büyüdüğü Ankara’ya uzanıyoruz. Burada, Ezhel’in Ankara’sında, aslında hem Başkent’in, hem çok da uzakta olmayan yakın zamanın değişimini, mahalleler, insanlar, komşuluk gibi örnekler üzerinden okuyoruz. Bunu çerçeveleyen sokak yaşamı ve bir altkültür olarak Rap, bize herkesin iyi kötü bildiği bu hızlı değişimlere farklı bir yerden bakma şansı da sunuyor.
“Hatta yıllar sonra arkadaşlarıyla oraları görüntülemek için gittiğinde hiçbir şeyin eskisi gibi kalmadığını gözlemlediğinden bahsediyor: ‘Gittim böyle, o zamanlardaki alt komşumuz tanıdı beni, evine girip bir çorba içtim. Hâlâ kalmıştı yani,’ diyor eski insan ilişkilerini işaret ederek. ‘Ama tabii yalan olmuş yani, neler değişmiş. Orayı bile yenilemişler. Çok başka bir atmosferi vardı, kaybolmuş, gitmiş…’” (s.31)
Ezhel’in Rap yolculuğuna gelindiğinde, onun asıl patlamasını yaratan Müptezhel albümünden önceki CJ, Ice ve Ais Ezhel yolculuğunun nüvelerini de izliyoruz:
“Albüm daha çıkmadan bir plak şirketi tarafından teklif edilen 15 bin lirayı ellerinin tersiyle itip yollarına devam ettikleri bu albümün peşinden çok şirket koştu. Fakat Ezhel doğru bildiğinden şaşmadı. Açlıktan kanepe altında poğaça parçası ve bozuk para aradıkları bir dönemde 15 bin lira gibi bir parayı reddeden insana ne teklif ederseniz edin o albümü size vermez. O albüm bütün bu Ezhel İmparatorluğu’nun temelini attı. O albüm nice insana devasa salonlarda konser ve iş imkânı sağladı.” (s.3)
Ezhel’i sabit bir merkeze koymak yerine, bir müzik yazarının yapması gerektiği gibi -ve bizde pek yapılmadığı gibi- yazarın, Barış’ın da Ezhel’i keşfetme, tanıma, anlama hikâyesini izliyoruz. Bir gözümüz, Ezhel’in ilk tanınmaya başladığı dönemlerden, hayatından kulisine dek uzanırken, yani hikâyenin tam içindeyken, diğer gözümüz de Barış’la birlikte dışarıdan izliyor, yorumlayıp tanık oluyor. Bu iki boyutlu ilerleyiş, kitabı dipdiri bir anlatı haline getiriyor.
Bunun güzel yanlarından biri de yazarın, anlatıcının kendi hikâyesiyle açtığı parantezler. Ezhel’le Ankara’da geçirdiği günlerde deneyimlediği sakinlik, koşuşturmacadan uzak ama hem muhabbete hem eğlenceye ayrılabilen zamanları, herkesin birbirinin nerede olduğunu bildiği, aynı akşam birkaç mekânda zaman geçirilebildiği, 90’ların ve 2000’lerin başındaki İstanbul’un Rock merkezli ortamlarına benzettiği paragraflar çok keyifliydi. Bu gibi unsurlar sayesinde bu bir Ezhel kitabıysa da onda kaybolup gitmiyoruz, Barış Akpolat’ın hikâyeleştirdiği bir serüven okuyor, yazarın da hayatının, kafasının birkaç noktasına uğruyoruz.
Başka neler var? Ezhel’in yolunun geçtiği freestyle yarışmaları, bu dönemin diğer Rapçileriyle yollarının kesiştiği yerler sayesinde onlarla da bu hikâye içinde karşılaşma şansı, Bugy Buğra’nın da bir kısmına katıldığı röportajlar ile detaylandırılan içerik ve fazlası… En çok merak edilen ve Barış’ın da sormaya çekinmekle birlikte bir şekilde konuşulmuş olan aile ve baba konusu. Burayı çok uzun okumuyoruz aslında ama birkaç soru-cevaplık akışın bir parçası, bize sadece Ezhel’in hayatıyla ilgili değil aile, çocuk, baba kavramlarına dair de çok kilit bir özet sunuyor. Okurken takılıp kaldığım, üzerine birkaç dakika düşündüğüm bir parça bu:
-Sizin ailede şiddet var mıydı hiç?
–Babam yoktu ki şiddet olsun.
(s.96)
Ve elbette, her sansür ve baskı girişimi örneğinde olduğu gibi, Ezhel’i sessizleştirmek yerine onu tanımayanlara da tanıtıp daha da büyüten 2018’deki “uyuşturucu kullanmaya özendirme” suçlaması ve #FreeEzhel süreci…
“Ezhel’in tutuklanması belki de sadece Ezhel’e yaradı. İçerideki koşulları, sıkıntılı günlerini ve özgürlüğünün elinden alınması gerçeğini yadsımış görünmek istemem. Ezhel’i susturmak isterlerken milyonlarca genci harekete geçirmiş ve hatta bunu da sanki kendi bacaklarına sıkmak istercesine seçimlerden önce yapmışlardı. Ezhel’in geniş dinleyici kitlesinin vereceği kararları tartmadan davrandıklarını düşünüyorum.” (s.159)
Tüm bu anlattıklarımdan da anlaşılacağı gibi, bazılarının “Dünkü çocuğun kitabını yapmışlar” gibi çok muhtemel eleştirilerine karşılık bu kitap bize sadece popüler bir figürün portresini sunmuyor. Onun üzerinden ülkenin, müziğin, bir altkültürün yakın geçmişini okuyoruz. Üstelik alanı, hedefi, hayali ne olursa olsun nitelikli işler üretmek ve başarmak isteyenler için de genç ama iyi niyetli, ne istediğini bilen bir sanatçıdan güçlü bir ilham ve motivasyon örneği sunuyor.
Müzik Yayıncılığında Yeni Bir Proje: muzikmentor
Müzik yayıncılığı açısından kaydadeğer ve sevindirici bir girişimden de bu kitapla birlikte bahsedelim. Türkiye’de özellikle 1980 sonrası 2000’lerin başına dek, Rock müzik çerçevesinde gelişen altkültürün de etkisiyle müzik yayıncılığı özellikle süreli yayıncılık alanında nitelikli bir hacme ulaşmıştı. 2000’lerin ilk birkaç yılında süren artçıların ardından gelişen teknoloji, ekonomik ve kültürel konjonktür nedeniyle müzik yayıncılığı pek yüz verilen bir yayıncılık alanı olamadıysa da 90’larda belli konularda zirve yapan bu mecralarda yetişen fanzinciler, dergiciler, yazarlar, 2000 sonrasının kültür yayıncılığına yön veren noktalarda rol oynadılar, oynuyorlar.
Bugün internetteki kişisel bloglar, ağır aksak ilerleyen ve en çok da ekonomik nedenlerle pek uzun ömürlü olamayan kolektif mecralar ve yayın programında tek tük müzik kitaplarına yer veren yayınevleriyle birlikte Kara Plak Yayınları gibi sadece müzik kitabı basan yayınevlerinin varlığı söz konusu olsa da malum ortamda 2000 öncesindeki kadar aktif bir müzik yayıncılığı görmek ne yazık ki mümkün olamadı.
Bugün özellikle Youtube’daki belli başlı kanallar üzerinden ilerleyen bu alanın matbuattaki karşılığı olabilecek bir girişim, bu mecralardan da tanıdığımız isimler tarafından başlatılmış durumda. Barış Akpolat’ın bu kitabını dizinin ilk kitabı olarak seçen Karakarga Yayınları, dizi editörü olarak Tolga Akyıldız’la yol almaya başlamış. Akyıldız’ın çözüm ortaklığı firmasından adını alan ve müzikmentor Kitaplığı adı verilen seri, bu kitabı izleyen yeni kitaplarla devam edecek.
Bu girişimden hareketle tuhafıma giden ve sadece Türkiye’ye özel bir durumdan söz etmek isterim: Evet, yayıncılık, tür ve kategori fark etmeksizin belki de en zor zamanlarını yaşıyor. Okuma oranları, kâğıt fiyatları, dağıtım tekeli, kitabın bütün mutfak süreci için ayrılacak bütçe, vs. derken büyük bir darbe alındığı ve en büyük sermayeye sahip yayınevlerinin bile en masrafsız ve garanti yollardan bütçelerini büyütmek istediklerini görüyor, kimilerini eleştirsek bile bir oranda anlayabiliyoruz. Ama bir şekilde, yılda on binlerce kitabın basıldığı bir sektörde müzik yayıncılığı gibi önemli bir alanın bu kadar geri plana atılması, sadece “Müzik kitabını kim okuyacak abi!” gerekçesiyle açıklanamaz diye düşünüyorum.
Doksanların altkültürünü yönlendiren Rock ve onun kadar olmasa da Punk ve Rap müziğin, internetin olmadığı bir zamandaki yayılımının zorluğu tahmin edilebilir. Böyle bir ortamda bile müzik yayıncılığı bırakın bandrol giyen dergi ve kitapları, fanzinler üzerinden bile sayı başına binlerce satışla ilerleyebilmişken bugün müziğin hızla yayılabildiği, dinleyicinin ona kolayca ulaşabildiği, çok çeşitli türlerde üretimlerin yapılabildiği ve en önemlisi de müziğin gündemi yönlendirebildiği bir dönemde müzik yayıncılığına çok daha fazla şans verilmesi gerekiyor.
Elbette bu noktada şu söz konusu olacak: “Herkes her şeyi zaten internetten okuyabiliyor, insanlara kitabı nasıl aldıracağız ki?” Eh, işte orada da özgün, yenilikçi ve yaratıcı fikirlerle okura gitmek gerekiyor. Barış Akpolat’ın Ezhel kitabı Kazıdım Tırnaklarla işte tüm bu nitelikleri taşıyan bir örnek olarak kütüphanemizdeki yerini aldı bile.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)