Eleştirel okuma, yapıtla okur arasında kurulan özel bir bağdır. Okuduğu metne çoklu bakış açısıyla bakılmasını zorunlu kılan eleştirel okumayı alışkanlık edinen okur, metinle arasında özel bağı kurmak için oldukça yoğun bir çaba harcar. Emek isteyen eleştirel okumaya yönelmek demek; okuma yetisi sonucunda kazanılan birikimin, kişinin okuduklarını sorgulamada yazılanlara anlam yüklemede kullanması demektir. Bu tür okuma, kişinin okuduğu metinle hesaplaşmasını, o metinde kendi görüş açısını oluşturmasını sağlar. Ayrıca; eleştirel okuma bağımsız düşünmeyi gerektirdiğinden, aynı zamanda kişinin özgürleşmesi demektir.
Yarattığı her bir karakteri, kurguladığı her bir öyküsü evrenselleşmiş Çehov’un bütün yapıtları, okuru eleştirel anlamda uğraştırır. Bu yapıtların en önemlilerinden biri de Altıncı Koğuş’tur. “Çehov benzeri olmayan bir sanatçıdır. Onu büyük bir yazar yapan yapıtlarının yalnız Ruslarca değil, dünyanın dört bir yanındaki insanlarca da hissedilip anlaşılabilmesidir,” diyerek, Çehov’un evrenselliğine vurgu yapan Tolstoy’dan yola çıkarak; Altıncı Koğuş’u önemli kılan ve günümüze taşıyan özelliklere bir bakalım.
Çehov’un bütün öykülerinde olduğu gibi, karakterlerinin ve işlediği konunun evrenselliğinin dışında, Altıncı Koğuş’ta kurgulanan dünya, bugün de geçerliliğini korumaktadır. Çehov’un yetkin bir sosyolog ve psikolog gibi, -ki öyküde Freud’u yakından takip ettiğine şahit oluyoruz- yerinde ve doğru tanımlamaları yaparak aktardığı olayların ve kişilerin dünyasından bugüne geldiğimizde çok da değişen bir şey yoktur. Yeryüzünde yaşayan insanların büyük çoğunluğunun yaşam koşullarının iyileşmesi, dünyanın güzelleşmesi anlamında fazla ilerleme kaydedilmemiştir. Hatta daha da bozulan bir dünyanın içinde yaşıyor olmamız, öyküyü sahiplenmemizi sağlamaktadır.
Sosyolojik, psikolojik, felsefi ve tarihsel anlamda derinliği olan bu yapıt; Rus Edebiyatı’nın en kasvetli öykülerinden sayılmaktadır. Çünkü Çehov bu yapıtında; ömrünü dolduran imparatorluklar çağının çöküşünü, toplumsal çözülüş ekseninde anlatmakta, 68 sayfada, koca bir insanlık tarihini, psikolojik derinlikle yansıtmaktadır.
Bu anlatıda mekân olarak hapishaneyle özdeşleşmiş bir hastane ve bu hastanenin deliler koğuşunun seçilmesi de çok anlamlıdır. Çünkü mekân, bir iktidar alanıdır. Kişilerin yönetilmesini ve denetlenmesini kolaylaştıran mekânlardan, yani iktidar alanlarından en önemlisi hapishaneler ve tımarhanelerdir. Bu mekânlar suçluyu ya da hastayı normal insan ortamından uzaklaştırmasının yanında, onun doğup büyüdüğü toplum içinde itibarsızlaştırılmasına yol açan en acımasız hükmetme biçimidir. Ayrıca suçluyu veya hastayı toplumdan uzaklaştırmak, yalnızlaştırmak bir yandan onun sömürülmesini kolaylaştırmakta, bir yandan da sistemle suç ortaklığı yapacak işbirlikçiler üretmektedir.
Çehov, yukarıda sözünü ettiğim gerçekliği, Rus İmparatorluğu’nun bir ceza kolonisi olan Sahalin Adası’nı ziyaret edip, oradaki korkunç şartları gözlemledikten sonra yazdığı bütün yapıtlarında işlemiştir. Altıncı Koğuş bu yapıtlardan biridir. Kasveti de bu gerçekliğinde yatmaktadır. Sahalin Adası’nı ziyaretinden döndükten bir yıl sonra, onun için zenginlik ve güzellik dünyası olan Avrupa’nın önemli merkezlerinden Viyana, Venedik, Roma, Fransa, Monte Carlo ve Paris gezisine çıkması, yazma serüvenindeki önemli değişim duraklarıdır. Bir yıl içinde dünyanın iki değişik yüzünü görmüştür. Bu iki yüzün insanda yarattığı farklılıkları bizzat yaşamıştır. Bu yaşanmışlık görme biçimini, dolayısıyla da yazma biçimini derinden etkilemiştir. Altıncı Koğuş bu sürecin sununda yaratılmıştır.
Öykünün bir başka özelliği; Çehov’un Altıncı Koğuş’taki karakterlerine, kurgunun içinde olduğunuzu unutmanıza fırsat vermeden, diyaloglarla felsefe tartıştırması ve açıktan aydın eleştirisi yaptırmasıdır. O dönemde aydınlara hâkim olan Stoa felsefesini, nihilizmi gözler önüne sermesidir. Bugüne taşınan benzerlikleri ve bu kısacık öyküye sığdırılan fikirlerin yoğunluğu ve gücü, hapishane ile akıl hastanesi arasındaki ayrımı yok eden, her ikisini de eşitleyen Altıncı Koğuş’un beş sakininin çarpıcı hikâyesini okunmaya değer kılmaktadır.
Öyküdeki iki önemli karakterin, Dr. Andrey ile Gromov’un, felsefe tartışmaları için, bu tür tartışmaların gerektirdiği yöntemden uzak olduklarını söyleyip bana itiraz edebilirsiniz -ki bence tartışma diyalogları felsefi yönteme de sahiptir- edebi bir eserdeki felsefi tartışmada “yöntem” aramanın doğru olmadığı görüşündeyim. Ayrıca yöntem olmayışı öykünün felsefe boyutunu yok saymamız için bir neden olarak ortaya sürülemez. Bana göre; Platon’un Şölen’i ne kadar edebi değeri yüksek bir felsefe yapıtıysa, Altıncı Koğuş da felsefe değeri o kadar yüksek bir edebi yapıttır.
Ayrıca “Felsefi tartışmada “yöntem” nedir? Belli kıstasları var mıdır?” diye soruları sıraladığımızda, kalıp olarak kullanılacak bir kıstasın olmadığını, tarih boyunca felsefe tartışmasının çeşitli yöntemlerle yapıldığını görüyoruz. Altıncı Koğuş’ta ise Gromov; Dr. Andrey’in fikirlerine karşılık verirken, Zenon’un ve Kant’ın tartışma yöntemini* kullanmaktadır. Bu tartışma bölümleri; insanı derinleştiren, öykünün kurgusunu zenginleştiren, kuvvetlendiren ve doyumsuz okumayı sağlayan çok güzel bölümlerdir. Öykünün doğal parçası olan bu tartışmalar Altıncı Koğuş’u Çehov’un diğer öykülerinden ayıran en önemli özelliktir. Sadece bu özelliğinden yola çıkılarak Altıncı Koğuş üzerine felsefi anlamda uzun uzadıya bir inceleme metni yazılabilir.
Felsefi bakış açısının yanında sosyolojik ve tarihsel bakış açısından bir incelemeyle de Altıncı Koğuş için çok şey söylenebilir. Çehov’un yaşadığı dönemdeki Rusya’nın ve dünyanın sosyoekonomik yapısı göz önünde bulundurularak yapılan analizle; dönemin insana zorunlu kıldığı yaşam biçiminin, ona kazandırdığı ve kaybettirdikleriyle toplumsal ve bireysel kişiliği üzerindeki etkileri yapıtta gözlemlenmektedir.
Altıncı Koğuş 1892 yılında yazılmıştır. Bu çağ imparatorluk çağının bittiği, feodal ilişkilerin yerini kapitalist ilişkilere bıraktığı çağdır. Dünyada dengelerin alt üst olduğu, yeni bir düzenin yapılandığı bu çağ, öyküde Rus İmparatorluğu özelinde eskinin çürümüşlüğü, bu çürümüşlükte toplumun çözülüşü ekseninde çok iyi yansıtılmaktadır. Yitirilen, yozlaşan değerlerin yerini alacak yeninin yarattığı sancıların yoğun çekildiği bu dönemi Çehov, yozlaşan ilişkiler çerçevesinde ve toplumsal harabiyet üzerinden anlatmaktadır.
Karen Horney; “Davranış ölçüleri kültürden kültüre değiştiği gibi, çağlara, sınıflara ve cinslere göre de değişmektedir,” der. Altıncı Koğuş bu anlamda psikolojik derinliği olan bir yapıttır. Çağın yarattığı yeni davranış ölçüleri, değişip dönüşen toplum içindeki insanda yeni psikolojik rahatsızlıklar, yeni sorunları da yaratmıştır. Bu anlamda Altıncı Koğuş, kapitalistleşmeyle birlikte yoğunlaşan, çoğalan tedirginliği, endişeyi ve kayıtsızlığı, hem kişilere hem de topluma yaptığı yıkıcı etkiler açısından işleyen bir yapıttır.
Öykünün ana karakterlerinden Gromov’da en belirgin haliyle işlenen psikolojik rahatsızlık endişe ve tedirginliktir. Dr. Andrey’de ise kayıtsızlıktır. İlişkiler ve gelecek için çok büyük tehdit olan, “hiçbir şeyi değiştiremem, etkileyemem” düşüncesinin sonucunda oluşan kayıtsızlık da önemli, psikolojik bir yıkımdır. Hissetmediğimiz yaraları iyileştiremeyiz, aksine derinleşmesine yol açarız. Tıpkı Andrey’in değiştirebilecek gücü olduğu halde kendiliğinden değişebileceğine olan inançla kayıtsız kaldığı sorunların, en sonunda kendi yıkımına sebep olması gibi. Andery’in ölümü sembolik bir ölümdür elbette. Aslında Andrey’in şahsında ölen bir büyük toplumdur.
Bugün Altıncı Koğuş niye gündemimize oturmuştur? Niye defalarca okuyup, her defasında derin anlamında kaybolmaktayız?
Çünkü aynı çürümeyi yaşayan toplumun bireyleri olduğumuzun farkındayız. Gittikçe çoğalan ve olağan hale gelen endişe ve tedirginliğimizde, kayıtsızlaşmanın ağırlığını yaşamaktayız. Yapacağımız seçimde tıpkı Andrey gibi, kendimize haklılık payı çıkarmaya çalışmaktayız.
“Her türlü zorbalığın toplum tarafından makul ve yerinde bir gereklilik olarak karşılandığı, beraat kararı gibi her türlü merhamet göstergesinin toplumda tatminsizlik ve intikam duyguları uyandırdığı bir dünyada adaleti düşlemek gülünç değil mi?”(Altıncı Koğuş, İş Bankası Yayınları, sf:8)
Çehov Altıncı Koğuş’ta Marx’ın uyarısını tekrarlıyor aslında; “Bu toplum örgütlenmesi insan doğasına aykırı.” Düşler gerçekçi olmak zorundadır.
* Elea Okulu’nun kurucusu Zenon’un tartışma yöntemi; fikrin saçmaya indirgenerek çürütülmesine dayanır. Sokrates’te tartışma soru-yanıt yoluyla yapılır ve karşısındakinin öne sürdüğü fikri mantıksal sonuçlarına ulaştırarak çürütme tekniği yöntem olarak kullanılır. Aristoteles’te tartışma yöntemi sadece eğitimde yararlı olabilecek bir zihin jimnastiğidir. Kant’ta tartışma yöntemi aşkın ve metafiziksel konularda yargıların yanlışlık ve çelişkilerini gösteren bir akıl yürütme olarak nitelendirilir. Hegel ve Marx’ta ise tartışma yöntemi; varlık ve düşüncenin tez-antitez ve bu ikilinin çatışmasından çıkan sentez olmak üzere üç adımlı bir gelişme süreci anlamında kullanılmıştır.
Kesinlikle katılıyorum.6.Koğuş aslında tam bir felsefe yapıtı ve hala güncel.
Dikkatimden kaçan birçok noktayı açıklamışsınız. Keşke daha uzun bir yazı olsaydı diye geçirdim içimden. Elinize sağlık.
İki günde iki kez okuduğum ve halen etkisinden çıkamadığım bir kitap oldu benim için. Dönemler farklı olsa da yaşanılanların benzer olması üzücü ve düşündürücü ne yazık ki. Değerli yazınız için kaleminize, zihninize sağlık.