[su_pullquote]Kubilayhan Yalçın khy2017.wordpress.com[/su_pullquote]André Gide’in “Dostoyevski” biyografisi, kitabı keşfettiğim ilk günden bu yana peşimi bırakmayan, ne zaman okusam günlerce zihnimi bulandıran, neredeyse “canlı” hatta “şizofrenik” bir metin. Evde ne zaman “de yayınevi”nden çıkan o sarı kapaklı 1965 baskısı gözüme ilişse aklıma Urfalı Mateos Vekayi-Namesi’ndeki bir hikâye geliyor.
11.Yüzyıl’da yaşamış bu Ermeni tarihçiye göre Romalılar, bir tarihte Süryanilerin İncili’ni ateşe atmışlardı. Fakat İncil’den bir ses çıkmış ve kitap kendisini ateşten dışarı fırlatmıştı. Öfkeden kudurmuş Romalılar ancak dördüncü seferde kitabı yakmayı başarmışlardı. İşte o 9 canlı kitaplardan biri de Gide’nin bu çalışması. Ne zaman unutmak ya da yok etmek isteseniz önünüze atlar. İmdi; sanırım ilk şoku, Dostoyevski’nin küçük bir kıza tecavüz ettiğini ima eden o lanetli pasajda yaşamıştım.
Şöyle diyor André Gide: “Ve dahası var: Dostoyevski’nin kendi yaşamından bir anekdot. Dostoyevski’nin pek yakını olan bir Rus’tan duydum bunu. Birkaç kişiye anlatmak tedbirsizliğini gösterdim ve çok geçmeden herkes onu işine geldiği gibi kullandı […] Dostoyevski’nin yaşamında son derece karışık olgular var bazan. Bunlardan, özellikle biri var ki, Dostoyevski bu olguya daha önce Crime et chatiment’te [Suç ve Ceza] (t. II, p.23) dokunmuştu ve görünüşe göre bu olgu Ecinniler’in bir bölümünde tema olarak kullanılmıştı […] Küçük bir kıza tecavüz söz konusudur burada.Kirletilen çocuk bir odada kendini asmak üzeredir. Bu sırada bitişik odada, kızın kendini asacağını bilen suçlu, Stavrogin, onun ölmesini beklemektedir”* der ve okura şu soruyu yöneltir Gide: “Bu karanlık öyküdeki gerçeklik payı nedir?”
Gide önce biraz kaçamak yanıtlar verir ama sonra özellikle Dostoyevski hayranlarının boynuna giyotin gibi inen şu cümleleri yazar: “Ne var ki Dostoyevski’nin bu tür bir serüvenden sonra, ister istemez pişmanlık acısı adını vereceğimiz şeyi duyduğu bir gerçek.”**
Gide bu bölümün devamında Dostoyevski’nin bu lanetli olayı Turgenyev’e itiraf ettiğini de aktarıyor. Kitapta beni sarsan bir diğer bölüm ise, Dostoyevski’nin şu düşünceleri: “Dostoyevski’ye göre eylem adamı orta zekalı olmalıdır, çünkü üstün zeka kendi kendisinin eyleme geçişine engel olur.”***
Düşünce adamıyla eylem adamını birbirinden ayırıyor Dostoyevski. Ne yaman bir çelişki ama adamı kahredecek kadar da gerçek.
Günümüz Türkiye’sinde tam da bu durumu yaşamıyor muyuz? “Derin düşünce” siyasi, ekonomik ya da askeri konularda kılı kırk yararken “orta zekalı sağ siyaset” tepkisel, kaba saba hatta patolojik eylemlerde bulunuyor. Buna da “Yeni Türkiye” diyorlar. Ve bir kısım halka da bu hoyratlıklarını “eylem adamlığı” ya da “milletin adamlığı” diye fena kakalayıp, yutturuyorlar.
Kitap elbet bundan daha fazlası. Ama dediğim gibi lanetli bir kitap Dostoyevski. Statüko ve zihinsel konformizmi fena sarsıyor. Bu kısa gece doğaçlamasını, de facto bir kitap tanıtımı olarak kabul edebilirsiniz. Belki de lanetlenmek o kadar da kötü değildir…
*Gide, Andre. (1965) “Dostoyevski”. ( s.92). (Bertan Onaran, çev.) İstanbul: de yayınevi.
** A.g.y. (s.93)
*** A.g.y. (s.164)
1975 İstanbul doğumlu. İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Resim Bölümü ve Gazi Üniversitesi Müzik Eğitim Fakültesi mezunu.
Yirmi yılı aşkın süredir klasik gitarla iştigal eden Yalçın’ın çocuk gitar eğitimi konulu bir yüksek lisans tezi var. Alirio Diaz, Costas Cotsiolis Tillman Hopstock gibi gitaristlerin atölye çalışmalarına katılan Yalçın, piyanist Anjelika Akbar’ın Su ve Bir Yudum Su albümleri için gitar düzenlemeleri yaptı. Kubilayhan Yalçın’ın fantastik ve bilim kurgu öykülerinden oluşan 2453 Alınyazıcı ve Ruhkurtaran adlı iki kitabı var.
Ankara ve Antalya’da yaşayan Yalçın, üçüncü kitabı Milenyum Manastırı’nı yayımlamaya hazırlanıyor.