Ülkemiz korku edebiyatının tanınan simalarından Mehmet Berk Yaltırık, ilk romanı Yedikuleli Mansur’un ardından 17. yüzyıldan günümüze kadar ulaşan, tarihi kurguyla korkunun harmanlandığı ve İthaki Yayınları’nca yayımlanan son romanı Istrancalı Abdülharis Paşa ile okur karşısına çıktı ve yeni romanına dair merak edilenleri yanıtladı.
Röportaj: Uğur Hakan Hacıoğlu
Korku temalı üretim yapmak üzerine ne zaman yazmaya başladınız? Korku ile yollarınız nasıl kesişti?
-2009 yazında arkadaş zoruyla blog açıp onlara ayaküstü yahut toplanmalarımızda anlattığım ilginç söylenceleri –onlara dahil ettiğim kurguları- yazmaya başladığımda, Gölge e-Dergi ve Kayıp Rıhtım platformlarından kendileri için korku öyküleri yazmam istendiğinde çoktan kesişmişti. Blogda biri yarım iki hikâye vardı, ikisi de korku temasına yakındı. Şiir formunda kısa notlar ve yazılar vardı daha çok, bunlarda da tarih ve korku ağır basıyordu. Çocukluğumda büyüklerden, etraftan dinlediğim, kulak misafiri olduğum söylenceler, efsaneler, rivayetler ilgimi çekiyordu. Bir yandan da televizyonda doksanlardaki korku furyası hayli etkilemişti. Yollarımız ekseriyetle kesişti.
Korku edebiyatında Türkiye sizce ne durumda? Başarılı mıyız?
-Farklı röportajlarda ve dost meclislerinde sıkça bahsi açılır, genelde de aynı şeyi söylerim: “Bereketli bir kıpırtı söz konusu”. Sadece basılı olanlar değil, fanzinlerden e-dergilere yeni kalemlerin, yeni denemelerin olduğunu görüyoruz. Tanıdığım, bu türde yazmak isteyen yeni yeni bu alanda zuhur eden isimlerden, usta dediğim, 2000’lerin başında internet üzerinden yayımladıkları öykülerle ve Anadolu Korku Öyküleri gibi cesaretlendirici atılımlarla şevk veren kalemlere kadar hem takip ediyor hem de vaktim el verdiğince okuyorum. Yerli korku temalarını okumayı seviyorum, hayli köklü ve zengin bir malzemeye sahibiz. Daha doğrusu bu malzemeyi farklı üsluplardan, farklı temalardan, farklı kalemlerden okumayı seviyorum. Takdir okurların.
Romana gelirsek… Istrancalı Abdülharis Paşa önsözde de belirttiğiniz üzere bir rüya sonrası kurguladığınız bir karakter. Merkezinde Abdülharis Paşa’nın yer aldığı bu romanı kaleme almanızla konargöçer Türkleri, oba kültürünü, yörük yaşantısını ve dönem ağızlarının nitelikli bir şekilde aktarıldığını görüyorum. Hiç şüphesiz tarih eğitiminizin bunda katkısı çok büyüktür. Tarihsel karakterinizi ortaya çıkartırken ve romanı oluştururken tarihsel gerçekliklerin hangi noktalarına dikkat ettiniz?
-Söz konusu dönem ve coğrafyaların koşullarını kerteriz alarak kurguladığım bir anlatı söz konusu. Bu romanda anakronizme pek başvuramadım. Istrancalı Abdülharis Paşa’yı ilk yazdığımda bunu düşünmemiştim ama tarih üzerine eğilmeye başladıkça çoğu yazdığım gibi lise yıllarında kurguladığım bu karakterin öyküsü de biraz değişti. Ailesi o topraklara nasıl geldi, mazisi neydi, 2000’lere intikal edene dek neler görüp yaşadı? Aynı mı kaldı, dönüşüm geçirdiyse neleri kazandı, neleri yitirdi? Bu sorular daha taslak dosyası halindeyken sık sık aklıma geldi, notlara döküldü. Karakterler ve olaylar tamamen kurgu, ancak Rumeli’deki eşkıyalık vakalarını anlatırken oradaki realiteyi ve mitosu, folkloru, batıl inançları ve tarihi arka planları göz önünde sıkça bulundurdum.
Kitabın içeriğinde betimlemelerin ve coğrafyanın etkin kullanımını da hissetmek mümkün. Bu bağlamda örneğin Istranca bölgesi başta olmak üzere romanda geçen bölgeleri görme fırsatınız oldu mu? Şayet gördüyseniz gördükten sonra karakterin ve romanın içeriğinde herhangi bir değişim gerçekleşti mi?
-Büyük bir kısmını ziyaret etme imkânım oldu ama köy köy gezemediğim yerlerde o bölgede doğup büyümüş tanıdıklarımın anlattıklarından, aktardıklarından, folklor ve tarih araştırmalarından sıkça yararlandım. Karakterlerin ne olacağı büyük ölçüde belliydi ama tarihi arka planla kurguyu elimden geldiğince zenginleştirmeye, okur için cazip kılmaya çalıştım.
“Korku soslu tarihi kurgu” olan bu çalışmanızla birlikte Abdülharis Paşa ve Asil karakterleri yüzyıllar arasındaki mesafeler arasında mekik dokuyor. Özellikle romanın 21.yüzyılın erken döneminde geçen olaylar silsilesi içerisinde Edirne şehrinde meydana gelen değişim ve dönüşümlere de tanık oluyoruz. Roman içindeki tespitlerinizi de hesaba katarsak güncel Edirne şehrinde değişimin getirdiği yenilikler nelerdir? Bu değişimlerden memnun musunuz?
-Şehrin gürültüsü ve kalabalığı biraz arttı ve sükûneti de gittikçe azaldı. Bir İstanbul keşmekeşi söz konusu değil tabii, ancak eskiden göz önünde olmamanın, pek bilinmemenin getirdiği kendi halinde bir yaşantı vardı. Yine de hâlâ aidiyet beslediğim ve yaşamaktan memnun olduğum bir şehir, sadece bizler gibi onun da dönüşmesi, farklılaşması biraz ürkütüyor diyelim.
Romanın coğrafi olarak en çok geçtiği bölge hiç şüphesiz sizin tabirinizle “zamanın yavaş aktığı” Balkanlar… Balkan coğrafyasını ele aldığınızda bölge içerisinde fantastik ve korku öğelerini incelediğinizde en çok hangi unsurlar karşınıza çıktı?
-Yöresine ve dönemine göre vampiri, hortlağı sıkça görürken cinlerle perilerin de geri kalmadığını, yatır ve fenerle dolaşan ermişler gibi söylencelerin de anlatıldığını, daha eski dönemlere ait mitosların izlerini sıkça fark ettim. Bununla birlikte vampirin özel bir yeri olduğu için, bir anlamda romanı bu mitos şekillendirdi.
Genel hatlarıyla kaleme aldığınız çalışmalarınızda Balkan coğrafyasından sıkça besleniyorsunuz… Hiç şüphesiz savaşların, siyasi olayların, çeşitli devletlerin kurulup yıkıldığı bu bölge sizi tarihsel olarak cezbediyor olmalı. Bu bağlamda Mehmet Berk Yaltırık için gelecek romanlarda da ilk durak Balkanlar mı olacak?
-Farklı dönem ve coğrafyalarda geçen roman taslaklarım da var ancak ağırlıklı olarak okuru Balkanlarda daha sık gezintiye çıkaracağımı söyleyebilirim.
Abdülharis Paşa okurlarınızın hikâyelerinizden kulak aşinalığı olan bir karakter. Romanda onları hikayelerle karşılaştırırsak ne gibi farklılıklar bekliyor?
-Hikâyeler Abdülharis Paşa’nın yaşamını ve mizacını az çok belli ediyor ancak ona dair anlatmak istediklerimin çeyreği bile değildi. Onun karakterinin şekillendiği, ortaya çıktığı koşulları, coğrafyayı tarihten takip edebildiğim kadarıyla okura da bu topraklarda geçen uzun soluklu bir hikâye anlattım.
Roman İthaki Yayınları’nın Pangea Kitaplığı bünyesindeki ilk üretim olma özelliği taşıyor. Kitaplığın içerisinde yeni çalışmalarınız olacak mı?
-Henüz hazırlıklarına başlamadığım üçüncü romanım da –o da farklı bir konuda olacak- İthaki Yayınları’ndan çıkacak kısmetse. 2000’lerin başından itibaren fantastik ve bilimkurgu alanındaki çevirileriyle takip ettiğim, bir gün yazarsam kapılarını çalmayı düşündüğüm yayıneviydi. Yeni çalışmalarım yine buradan çıkacak.
Yedikuleli Mansur ile karşılaştırdığımız zaman Istrancalı Abdülharis Paşa’da okuyucuları ne gibi benzerlik ya da farklılıklar bekliyor?
-Yedikuleli Mansur bir ilk romandı, Istrancalı Abdülharis Paşa’yı yazarken biraz daha deneyim sahibi olmuştum. Yedikuleli Mansur’da tarihi bir fonda resmedilmiş anakronik, fantastik bir anlatı karşılıyor okuru. Istrancalı Abdülharis Paşa ise tarihin de zaman zaman ön plana çıktığı, anakronizme pek bulaşmayan, korku türünde ve ziyadesiyle karanlık bir anlatı. Yedikuleli Mansur bir kabadayıydı. Istrancalı Abdülharis Paşa ise eşkıyalıktan yetişme Rumelili bir derebeyi.
Tarih bilimini temel alarak çalışmalarını sürdüren bir yazar olarak edebiyat ve sinemaya tarihin yansımaları hususunda düşünceleriniz nelerdir?
-Bu meseleden başlı başına bir söyleşi çıkar, ancak kısaca konu ve ilham arandığı zaman sıkça başvurulabilecek bir kaynak olduğu aşikâr. Doğrudan tarihi olsun, tamamen kurgusal olsun okurda yaşanmışlık hissi uyandıran nice öyküye, anlatıya da ilham vermeye devam edecektir elbette.
Istrancalı Abdülharis Paşa’ ya geri dönersek… İnsanların romana gösterdiği ilgiden memnun musunuz?
-Beklemediğimden fazla hatta ilk romana göre daha fazla olumlu geri dönüş oldu. Bilhassa Rumeli göçmenleri yahut hâlâ orada yaşayan okurlardan da sık sık “bizim buralardaki gibi” yorumunu dinledim, okudum. Her bir yorum yeni yeni anlatıları yazma hususunda şevk kaynağı oldu benim için.
Korku soslu tarihi kurgu bağlamında yeni projeleriniz var mı?
-Elbette. Üçüncü romanım –o da farklı bir konuda olacak- henüz taslak halinde. Gözüme kestirdiğim bir taslak var, İstanbul’da geçiyor. Eğer bir aksilik çıkmazsa 2020 sonbaharında okurla kavuşmasını arzuluyorum.
Son olarak röportajımızın okurlarına ne söylemek istersiniz?
-Okuyarak ve paylaşarak, bir tanıdıklarına muhabbetlerde bahsimi açarak bunca yıl destek oldukları, yalnız bırakmadıkları, sahip çıktıkları için her zaman müteşekkirim, bunu bilmelerini isterim.
[su_button url=”https://kalemkahveklavye.com/2018/04/son-gulyabani-mehmet-berk-yaltirikla-yerli-korku-edebiyati-alternatif-turlere-dair.html” target=”blank” background=”#d43839″ size=”6″ icon=”icon: coffee”]ŞİMDİ OKU | “Son Gulyabani” Mehmet Berk Yaltırık: “Korku Edebiyatındaki Kıpırtı Akademide de Mevcut”[/su_button]
1995 İstanbul doğumludur. Namık Kemal Üniversitesi Tarih bölümü öğrencisidir. Sinema, tiyatro, edebiyat ve fotoğrafçılık ile ilgilenmektedir. Kısa film senaryoları, düzyazı ve öykü üzerine çalışmalar yapmaktadır. Birçok dergi ve fanzinde yayınlanan çalışmalarının yanında aylık olarak Larva Fanzin’i çıkartmaktadır. Okumayı araştırmayı ve koleksiyon yapmayı çok seviyor. Hedefi sürekli kendini geliştirmek.