theme-sticky-logo-alt
img-alt
img-alt
img-alt
img-alt

Özlem Küskü ile Viktor E. Frankl ve Yeni Kitabı Üzerine

4 Mayıs 2025
42 Okunma

Özlem Küskü yeni kitabı Viktor E. Frankl – Hayatın Anlamı Onun Bizden Ne Beklediğinde Saklıdır ile yeniden okur karşısında. Daha önce Jung, Seneca ve Baltasar üzerine yazdığı, Destek Yayınları’nın Felsefe Serisi içinde yer alan kitaplarıyla ve sayısız yayına verdiği editörlük katkılarıyla tanıdığımız Özlem Küskü’nün yeni kitabı da aynı seriden çıktı.

Yeni kitabıyla yalnızca 20. yüzyılın en çarpıcı düşünürlerinden birine değil, aynı zamanda bugün hâlâ geçerliliğini koruyan bir anlam arayışına odaklanıyor Özlem Küskü. Viktor E. Frankl ‘ın yaşamı, logoterapi yaklaşımı ve Nazi kamplarında şekillenen varoluşçu bakışı bu kitapta hem tarihsel hem de bireysel düzlemde yeniden tartışmaya açılıyor.

Biz de Özlem Küskü ile bu yeni kitabını, Viktor E. Frankl ile kurduğu düşünsel ve duygusal bağı, anlam krizleri çağında yazarlık ve felsefe üzerine düşüncelerini konuştuk.

Sevgili Özlem, KalemKahveKlavye’ye hoş geldin. Adettendir, yeni kitabını tebrik ederek başlamak isterim. İlk süreç, tepkiler, yorumlar nasıl gidiyor?

Hoş buldum, böylesi beğendiğim bir platformda çok değerli şeyler üreten biriyle olmaktan çok mutluyum. Kitabımın ilk okuru editörlüğünü yapan Devrim Yalkut oldu. Kendisi benim ustalarımdan biridir ve ondan çok şey öğrendim. Çalıştığım her kitapta arayıp nasıl bulduğunu sorarım, genellikle de zor beğenen biri olarak ortalama cevaplar verir Devrim abi. Buna hazırlıklı bir şekilde, biraz da korkarak aradım bu kez. Bir sürü güzel şey söyledi ama beni asıl mutlu eden, uzun yıllar sonra ilk kez bir kitabı okur gibi okudum ve çok etkilendim demesiydi. Sen de bilirsin, uzun süre editörlük yapınca hem keyif için kitap okuyamaz oluyoruz hemen teknik meseleler, imla, anlatım bozuklukları beliriveriyor sayfalarda. Kitapta vurucu bir etki yaratmak için çok uğraşmıştım ve bunu duyduğumda en azından işin hakkını verdiğime ikna oldum. Yakın çevremde okuyan ve güvendiğim yakın dostlarımdan da beni çok mutlu eden yorumlar aldım. Ancak kitabın çıkışı fırtınalı günlere denk geldi. Bildiğin gibi yaşadığımız toplumsal sarsıntıların içinde kültür sanat üretimi ilk şoku yiyenlerden oluyor. Yavaş yavaş okurlara ulaştığını görüyorum, bakalım neler olacak.

Daha önce aynı serinin en çok satanlarından olan Jung, Baltasar ve Seneca kitaplarını da yazmıştın. Bu üçünün ardından Victor Emil Frankl’ı seçme sebebin neydi?

Açıkçası zihnimde yazmayı düşündüğüm, bilgisayarımda taslak aşamasında yarım kalan pek çok proje var ve sürekli de yeni fikirler peşinde koşuyorum. Beni bir fikri derinlemesine ele almaya iten motivasyonu arıyorum daha çok. Viktor Frankl tam da bu noktada imdadıma yetişti. Bir konu beni heyecanlandırmıyorsa okuru da heyecanlandırmayacaktır diye düşünüyorum, öznel bir kerteriz noktasından hareketle demiyorum elbette bunu. Şimdiye dek içinde çalışma ve derinleşme alanı bulduğum her projede koavaladığım bazı noktalar oldu. Bunun belki de ilk önemli ayrımı bugünkü dünyada bana/okura neyi vaadettiği konusu oluyor. İkincisi salt bilgi yığını haline gelmiş metinler yerine, okuru tetikleyecek duyguların peşindeyim. 

Viktor Frankl’ın yaşantısını yıllar öncesinde okuduğum metinlerden elbette biliyordum. Ancak belki de anlam krizinin tırmandığı bu anlamsızlık çağında yeni baştan, başka bir perspektiften okumak beni derinden etkiledi. Bugünle kıyaslanmayacak boyutta korkunç bir dönemi ilk elden deneyimlemiş birinin bilgece tutumu beni gerçekten yakaladı. Bu konuyu şu an bilgisayarımda bekleyen yarım kalmış bir taslak olmaktan çekip kurtaran ve tamamlamaya götüren şey de bu oldu. Gerçekten çok sıradışı bir insan.

özlem-küskü-kitapları

Özlem Küskü Kitapları

Kitapta Viktor Frankl’ın hem kişisel hikâyesine hem de geliştirdiği logoterapi yaklaşımına değiniyorsun. Frankl’ın anlam arayışına dayalı felsefesi senin hayatında nasıl bir yer tuttu? Kişiler ve felsefelerini çalışırken kişisel bağ da kuruyor musun?

Yaklaşık 15 yıldır medya alanında üretim yapıyorum. Elbette bu süreçte bazı refleksler kazanılıyor. Her birimizin biricik hikâyeleri olsa da benzer şeylere ağlıyor, benzer şeylere gülüyoruz. Kimi dönemlerde de bazı konular daha fazla ön plana çıkıyor ve kolektif bir ruhla, bilinçle karşılık buluyor. Hiçbirimiz yaşadığımız toplumdan kopuk değiliz, birey olarak toplumun içindeyiz ve karşılıklı bir etkileşim, dalgalanma hali var. Bu anlamda hem topluma hem de kendime bakıyorum ve iki taraf için de bağlantılar bulmaya özellikle gayret ediyorum. 

Kendisini ve dünyayı sorgulayan, dahası kendini ciddi krizlerin içinde bulan herkese temas eden bir meseleyi ele alıyor. Onun anlam çağrısı hiçbir çağda tamamlanmayacak ve bu çağrının her zaman bir karşılığı olacak. Frankl’ın 2. Dünya Savaşı’nda kamplara düşmeden öncesinde tohumlarını ektiği logoterapi yaklaşımı kamplarda filizleniyor, bataklıkta açan bir lotus gibi. Bu çelişkinin kendisi bile bence çok acayip bir konu. Karşısında ölümü bulan biri yaşamın olanaklarını araştırmaya koyuluyor ve bu müthiş bir şey, yaşamdaki en büyük konu bu bence. Varız ama öleceğiz, peki bunun içinden geçerken nasıl bir hayat yaşayacağız? Mabedimizi nasıl inşa edeceğiz? Bağ kurmamak imkansız çünkü gelişigüzel ve bilinçsizce yaşamak istemeyen bir insan için çok büyük ve sarsıcı bir olay bu. Yaşamın kendisi çok dehşetli bir hadise.

“Kitabın son kontrolünü yaparken bile ağlıyordum.”

Kitap boyunca hem tarihi arka planı hem de Frankl’ın düşüncelerini aktarıyorsun. Yazım sürecinde seni duygusal veya düşünsel açıdan zorlayan bölümler oldu mu?

Frankl, anlatısında tarihsel arka plana ve o günlerin nasıl geldiğine çok değinmek istemediğini yazar. Bu isteksizliğin ardında esasında yaşanan o acının hiçbir şekilde yeteri kadar aktarılamayacağına dair bir inanç da gizlidir. Kamplardan kurtulanların çoğu sessizliği seçmektedir bu nedenle, çünkü anlatacak hiçbir şey yoktur! Bu deneyimlere şahit olmayan hiç kimse onların ne hissettiğini asla anlayamayacaktır. 

İşte beni sıkıştıran yer tam da burası oldu. Zaten anlatılması gerekeni öyle bir yerden anlatmıştı ki üzerine söz söylemek başta çok komik geldi ancak bunu bir şekilde kitaba dökme sorumluluğu hissettim. Kendim için bir kaçış rampası aradım. 

Çalıştığım metinlerde ya da öncesinde yer aldığım belgesel projelerinde tarihsel arka plan her zaman dikkatimde tuttuğum bir mesele. Üzerine çalıştığımız konu ne olursa olsun o dönemin dinamiklerine, gündelik hayatına bakmak konuyu bütünsel olarak anlamayı sağlıyor. Bu nedenle Frnakl’ın hem açıp hem de örttüğü o kapıdan ilerledim ve 2. Dünya Savaşı’nın tarihsel arka planı ve çarpıcı fotoğraflarla hikâyeyi genişlettim. Dijital müzelerde yer alan anlatı ve fotoğraflarda gezinirken güçlü kalmak çok zordu. İtiraf etmeliyim, kitabı matbaaya yollamak üzere son kontrolü yaparken bile ağlıyordum. Belki anlamaktan çok kalbimde hissettiğim bir çalışma süreci yaşadım bu sefer.

Kitapta Frankl’ın yaşadığı dönemle bugünün dünyası arasında güçlü paralellikler kuruyorsun. Bunlardan senin için ağır basan var mı? Başka bir deyişle, “Frankl bugün yaşasaydı tam da buraya dikkat çekmek isterdi” diyebileceğin bir yer var mı?

Felsefe Tarihi’nde Hegel, Aristoteles’in el yazmalarının Roma’ya taşınırken nasıl tahrip edildiğini anlatırken “Kötülük o kadar eskidir ki ona gerçek bir tedavi aramak şüphesiz boşunadır” der. Frankl’ın anlatısını zamansız kılan şey de bu: Onun hem terapi yaklaşımını hem de önerdiği yaşam felsefesini zamansız olan kavramların üzerinde kurması. Anlam gibi iyilik ve kötülük de bunun parçaları. 

Frankl, Viyana’da 1988 yılındaki holokost anmasında efsanevi bir konuşma yapar, kitaba almıştım bunu. Orada kitlesel suç yoktur diyerek başlar konuşmasına. Nazilerin ari ırk ideolojisine karşı bir duruş olarak “Gerçek anlamda sadece iki insan ‘ırkı’ vardır. İyi insanların ‘ırkı’ ve kötü insanların ‘ırkı’” der. Siyahla beyazın iyice kontrastlaştığına şahit olduğumuz bir dünyadayız. Tarihe baksak bunun zaten hep böyle olduğunu da söyleyebiliriz ama bu biraz da bizi edilgin bir pozisyona itiyor. Dünya zaten böyledir deyip köşemize çekiliyoruz, işte o zaman bu yaşamak nedir acaba sorusunun bir önemi de kalmıyor. Bence söylediği her şey bugünlere de hitap ediyor, yaşasaydı benzer bir konuşmayı yapardı ve yine bizi anlam bulmaya davet ederdi diye düşünüyorum.

Önceki soruya biraz da tersten yaklaşmak istiyorum: Frankl, Nazi toplama kamplarında yaşadığı ağır deneyimlerden sonra bile anlam bulmaya, anlamlılığa dair bir felsefe ve terapi yöntemi geliştirmeyi başarmıştı. Bugün birçoğumuza her şeyin anlamdan daha da uzak görünmesi sence bizim şımarıklığımızdan mı, Frankl’ın trajediye iyimser yaklaşmasından mı, yoksa anlamsızlık galip mi geliyor? 

Bence bu yaşadığı deneyimi basamak yapıp üzerine çıkıp onu aşmasından geliyor. Tarihte çok az insanda bunu görüyoruz, bazı filozoflar, bilim insanları ya da büyük liderlerde. Bu kişiler de tarihi değiştiren ya da büyük izler bırakanlar oluyor genelde. Değerli hocamız Vamık Volkan politik psikoloji alanında kurucu ve yıkıcı liderliğin tanımını yapar. Bunu bir kişilik özelliği olarak taşıyan ve sıradan hayatın içinde de yaşamın her türlü yıkıcılığına rağmen yaşadıklarının üzerinde sörf yapan insanlar var. Konu bu kişileri sörf tahtasına iten sebepler ve motivasyonla ilgili gibi anlıyorum. 

Frankl, daha kamplara girmeden bu sorgulamaya soyunmuş birisi. İntihara meyilli gençlerle ya da akıl hastanesinde ruhsal ıstırap çeken insanlarla ilgilenmiş hep. Onun acıya karşı aşırı olağanüstü bir duyarlılığı var, kamplarda da bir hekim olarak tek derdi insanların acısını dindirmek ve onları bir şekilde hayata bağlamak. Hatta kendisi bu konuya öyle kafayı öyle takmış ki mealen “Tanrı bunu gerçek bir laboratuvarda deneyimleme gibi bir lanetle beni ödüllendirdi” der yazdıklarında. Bu keyfi ya da meraktan, hadi ben bunu bir çalışayım gibi bir mesele değil, onun tutkusuyla can bulan bir varoluş. Bu kadar etkileyici olmasının sebebi de bu. Anlam demek bir derdimizin olması demek ve evet, şımarık ya da konformist birinin bununla ilgilenmeyeceği besbelli. Bu kişinin kendisine sorduğu büyük bir soru, belki de öyle bir yer ki burası kendi varoluşunu anlamlandırmaktan daha önemli hiçbir şeyin olmadığı bir uçurum. Ancak bu uçuruma gelen birinin kanatlara erişme şansı var, düşme olasılığının da olduğu gibi. Riskli bir eşik.

“Bu kitap en çok, umutsuz hissedenler için yazıldı”

Hayatın Anlamı Onun Bizden Ne Beklediğinde Saklıdır özellikle de anlam yitimine uğramış bir çağın insanına doğrudan seslenen bir kitap gibi duruyor. Bu kitabı okuyan birinin, kitabı kapattıktan sonra kendisiyle ilgili nasıl bir duygu veya düşünce içinde olmasını isterdin?

Kitabın özünü anlatan bu başlığı seçerken üzerine çok düşündüm. Frankl temelde net bir şey söylüyor aslında ve okurun da bunu yakalamasına gayret ettim. Hayatın anlamı nedir diye pek çoğumuz düşünmüşüzdür, en azından kendi adıma bu sorgulamayı fazla derinden yaptığım dönemlerim oldu. Neden buradayım, bu dünyanın olayı nedir, bu hayatı nasıl yaşamak gerekir? Büyük sorular. Hele bir de bireysel büyük sıkıntılar varsa başka eşikler beliriyor insanın önünde, bazen insan her şeyden vazgeçebilme noktasına dahi geliyor ya da küçük bir hayatı seçebiliyor. Potansiyelinin üzerine küller savurup içindeki ateşi söndürebiliyor.

Frankl bize yaşamın içinde etkin bir pozisyon almayı öneriyor. Acı ve ısdırap kaçınılmaz olduğunda  dalgaların üzerinde yükselmek ve yıldızlara dokunmak mümkündür diyor. Hayata baktığımızda karşımızda sürekli krizler, fırsatlar ve sorunlar buluruz. Bunların hepsi bize sorulmuş birer sorudur, bu sorulara verdiğimiz cevaplarsa bizim hikâyemizi oluşturur. Bu kitabı okuyan ve umutsuz hisseden biri varsa -ki bu kitap en çok onlar için yazılmıştır- bitirdikten sonra yapmaya cesaret edemedikleri o şeyi yapmalarını, özgürce seçim yapabilme cesaretine kavuşmalarını ve trajediyi zafere dönüştürebilmek için kendi potansiyellerini açığa çıkarabilmelerini dilerdim. Kendim için de bunu diliyorum elbette.

Kitaplarında ve özellikle bu kitabındaki çalışma sistemin nasıl? Materyal tararken, tasnif edip elerken nelere dikkat ediyorsun?

Açıkçası içselleştirip iyice kavramadan hiçbir şeyi yazmaya koyulamıyorum. Belki mükemmeliyetçi bir tavır ama kendimi sürekli sınava girecek bir öğrenci modunda tutuyorum. Bir eser baskıya gittikten sonra yapılacak hiçbir şey yok, bu nedenle iyice ikna olana ve tamam bu iş bitti diyene dek kayıp bir nesneyi arar gibi halıların altına kadar bakıyorum. Tarihler, mekânlar, bağlantılı kişiler, tarihsel süreç, varsa tutarsızlıklar, hatalı bilgiler, yanlış aktarımlar her şeyi sorguluyorum. Bu titiz bir araştırma demek. O alanda yapılmış çalışmalara da bakıyorum, boşlukları araştırıyorum ki yeni bir söz söyleyebileyim ve okurda da bir karşılığı olsun. Bundan önceki kitabımda Jung’u çalışırken sadece okuma yapmam bir yıl sürmüştü, her şeyi didik didik ettim çünkü ilk başta benim anlamam gerekiyordu.

Sen aynı zamanda bir editörsün. Gerek yayınevlerinde gerek bağımsız projelerde pek çok kitaba katkıda bulundun, bulunuyorsun. Zaman zaman editörlük dersleri de veriyorsun. Editör Özlem ile Yazar Özlem’in arası nasıl? Başkasının kitabını yayıma hazırlamak ile kendi kitabını yazmak arasındaki durumu nasıl anlatırsın?

Başkalarının kitabını hazırlarken çok daha büyük bir sorumluluk hissediyorum aslında. Biraz evvel yaptığım sorgulama ve titizlik çok daha fazla oluyor. Çünkü çalıştığım yazar bana teslim olmuş durumda, aklımı, gözümü ödünç alıyor. Belki de bu sorumluluktan dolayı daha stresli oluyorum sanırım. 

Bir eseri yaratmak tıpkı doğum yapmak gibi, başkası için de kendim için de o sancıları derinden hissediyorum. Senin de çok iyi bildiğin duygular, zamanla o duyguyla yaşamayı öğreniyorsun sadece. İyi ki de böyle, bir eserin doğumuna şahit olmanın sancısı kadar heyecanı da lezzetli. En sevdiğim yönetmenlerden biri olan Ingmar Bergman “Bana filmlerimin genel amacının ne olmasını istediğim sorulsa, geniş düzlükteki katedralde çalışan sanatçılardan biri olmak isterim diye karşılık veririm. Ben, taştan bir ejder başı, bir melek, bir şeytan, belki de bir ermiş yapmak istiyorum. İnanıp inanmadığım, Hıristiyan olup olmadığım bir yana, ben katedralin elbirliğiyle kurulmasında rolümü oynamak istiyorum” der. Ben de aynı şeyi düşünüyorum.

Son olarak, felsefe yazmak ve felsefi kavramlarla çalışmak üzerine sormak istiyorum: Sence bir felsefi fikri günümüz okuruna aktarmanın en büyük zorluğu nedir? Ve bu zorluğu aşmak için kendine koyduğun en önemli yazı prensibi ne oldu?

Değerli hocam Metin Bobaroğlu “Felsefenin sohbeti olmaz” der. Benim de zaman içinde iyice emin olduğum aslında bu alandaki çalışmaları kulaktan dolma bilgiler ya da ikincil kaynaklar yerine kişinin tek başına kollarını sıvayarak ana metinlerden yapması gerektiği. Elbette ikincil kaynakları asla yabana atamayız ama burada başka bir tehlike var. Platon çalışmalarından bildiğimiz hocamız Oğuz Haşlakoğlu bildiğini okumaktan dem vurur mesela. Bir metni okurken bildiğimizi okuruz, kendi zihinsel süreçlerimizde öğrendiklerimiz, kabullerimiz sebep olur buna hatta büyük hatalara imza atacak kadar yanlış yorumlarız, bir de insanlar bu yanlış yorumlarla üzerine eklemeler yaparlar. Hal böyleyken bende “ben neyi anladım, doğru mu anladım ve bunu doğru anlatabilecek miyim?” gerilimi daha da tırmanıyor. Özellikle bazı büyük filozoflarda aman diyorum, çıplak elle kor demiri tutmak gibi. Katip Bartebly gibi “Yapmamayı tercih ederim” demeyeceğim elbette ama dikkatli olmak ve doğru anlamak gerekiyor. Bu zorluğu aşmak için de bilene gidiyorum, fikir alıyorum, anlamadığım yerleri soruyorum, doğru anlayıp anlamadığımı test ediyorum ve bilmediğimin farkında kalıp haddimi aşmamaya çalışıyorum.

Bizden bu kadar Özlem… Eklemek istediklerin varsa tam sırası…

Anlam peşinde koşan, üreten, hayatı yaşanılır kılmak için uğraşan, paylaşan, zorda kalana omuz olan ve dünya katedraline bir tuğla koyan herkese canı gönülden selamlarımla bitirmek istiyorum. Dünyayı daha çekilebilir kılan şeyler bunlar ve iyi ki varlar.

Teşekkürler Özlem…

Özlem Küskü | Yazarın Web Sitesini Ziyaret Edin

Viktor E. Frankl · İnsan Ruhuna Dair Derin Bir Yolculuk

Viktor E. Frankl’ın hayatını ve geliştirdiği logoterapi yaklaşımını anlatan Hayatın Anlamı Onun Bizden Ne Beklediğinde Saklıdır Destek Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. Destek Yayınları’nın çoksatan felsefe serisinin yeni kitabı olan kitap Özlem Küskü imzasını taşıyor.

Frankl, İkinci Dünya Savaşı sırasında toplama kamplarında hayatta kalma mücadelesi verirken geliştirdiği logoterapi yaklaşımıyla, insanın en zor koşullarda bile yaşama anlam katabileceğini gösteriyor. Kamplarda yaşadığı acıları ve edindiği psikolojik gözlemleri temel alarak, insanın acıyla yüzleşirken nasıl bir anlam yaratabileceğini anlatıyor.

Bu kitap, sadece psikoloji, felsefe ve tarihe meraklı okurlara değil, yaşamın anlamını sorgulayan herkese hitap eden derinlikli bir rehber niteliğinde. Frankl, insanın geçmişte yaşadıklarının değil, karşısındaki olaylara nasıl bir tutum sergileyeceğinin belirleyici olduğunu vurguluyor.

Viktor E. Frankl – Hayatın Anlamı Onun Bizden Ne Beklediğinde Saklıdır · Arka Kapak Yazısı

“Yaşamak için bir nedeni olan kişi, hemen her ‘nasıl’a katlanır.” – Nietzsche

İkinci Dünya Savaşı olanca karanlığıyla bastırdığında milyonlarca insan acı dolu günlere mahkûm edildi. 

O insanlardan birisi sadece hayatta kalmanın ötesine geçti. Bu kişi Viktor E. Frankl’dı.

Frankl’ın hikâyesi, yalnızca bir yaşama tutunma öyküsü değil. O, acının içinde dahi insan olabilmenin, bir amaçla ve onurlu bir şekilde yaşayabilmenin mümkün olduğunu bizlere kanıtladı. Nazi kamplarının dehşeti altında, sevdiklerini kaybetmiş, özgürlüğünden mahrum edilmiş biri olarak, insanın elinden alınamayacak tek şeyin “tutumunu seçme özgürlüğü” olduğunu bize gösterdi. Özgürlüğüne kavuştuktan sonra logoterapi ekolüyle tüm dünyada milyonlarca insana umut oldu.

Viktor E. Frankl’ın çağrısı bugün anlamsızlık çağında bir ışık oluyor. Bizleri öğütleriyle anlam üretmeye, hayatın kumlarında bıraktığımız ölümsüz ayak izlerinin sorumluluğunu almaya ve insan olmanın gerekliliklerini yeniden hatırlamaya çağırıyor.

Özlem Küskü Kimdir?

1984 yılında Beykoz’da doğdu. Çocukluğu Anadoluhisarı’nda geçti. Ege Üniversitesi Kimya Bölümü’nü bitirdikten sonra yine aynı üniversitede Eğitim Fakültesi’nde yüksek lisansını tamamladı.

2009 yılında medya sektöründe çalışmaya başladı. Skyturk360 televizyon kanalında 5 yıl boyunca haber programları yapımcılığı ve editörlüğü görevlerini üstlendi. Çeşitli belgesellerde yapımcılık yaptı, senaryo süreçlerine dahil oldu.

2015 yılında yayıncılık dünyasına geçti. Asi Kitap’la başlayan yayıncılık deneyimi, 2017 yılından sonra Destek Yayın Grubu’nda devam etti. Yaklaşık 7 yıl boyunca yayın koordinatörü ve geliştirici editör olarak çalıştı. Aynı zaman diliminde Beyaz Baykuş Yayınları’nın genel yayın yönetmenliğini yaptı, pek çok türde çeviri eseri okurlarla buluşturdu.

Destek Yayınları’nın çok satan Felsefe Serisi’nin yayın koordinatörlüğünü ve editörlüğünü sürdürdü. 80’e yakın kitaptan oluşan seri için 3 kitap kaleme aldı. Yazdığı Jung- Dışa Bakan Rüya Görür, İçe Bakan Uyanır kitabı 65 baskı yaptı ve haftalarca çok satanlar listelerinde kaldı.

Kurgu ve kurgu dışı pek çok projede geliştirici editörlük, hayalet yazarlık yaptı ve alanında özgün projelere imza attı. Kitap tanıtım yazıları çeşitli mecralarda yayımlandı. Kurgu ve kurgu dışı olmak üzere, özellikle psikoloji, felsefe, sanat, psikoloji, psikanaliz, edebiyat, bilim, tasavvuf, dinler tarihi, siyaset alanlarında üretim yaptı.

İstanbul’da yazmaya ve üretmeye devam ediyor.

Yorum 0

    Cevapla

    15 49.0138 8.38624 arrow 0 bullet 0 4000 1 0 horizontal https://kalemkahveklavye.com 300 4000 1

    Bu kapanacak 0 saniye