Türkiye Hikâyelerini Anlatıyor, Açık Radyo ve Boğaziçi Üniversitesi Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi’nin ortaklığında yayına hazırlanan bir proje kitabı olarak 2017 yılında basılmış. Açık Radyo’dan yapılan “yaşanmış, gerçek hikâyelerinizi bize yazın, herkese duyuralım” çağrısının üzerine ulaşan dört yüzden fazla hikâyenin arasından seçilen 127 hikâye, hem radyoda seslendirilmiş hem kitaplaştırılmış. Projenin başladığı 2015 yılının aynı zamanda Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları eserinin 70. yıl dönümüne denk gelmesiyle güzel bir tesadüf oluşturmuş.
Hikâyeleri isimsiz olarak okuduktan sonra demokratik bir oylama ile seçtiği belirtilen kurulda, Güven Güzeldere, Murat Gülsoy, Ömer Madra ve İlksen Mavituna bulunuyor. Proje fikrinin oluşmasında Paul Auster’ın “Ulusal Hikâye Projesi” isimli benzer bir çalışma ile oluşturduğu Babamın Tanrı Olduğunu Sandım adlı kitabı etkili olmuş. Elbette Paul Auster’ın derlemesine gönderilen hikâyelerin içeriği ile bizim hikâyelerimiz arasında farklılıklar olsa da başlıklar benzer şekilde sınıflandırılmış. Aile Hikâyeleri, Anneanne ve Dede Hikâyeleri, Aşk ve Delilik, Toplumsal ve Kültürel Kimlik, Hayvanlar, Köy ve Taşra Hikâyeleri, Ölüm, Şehir Hayatı, Toplumsal ve Siyasal Olaylar, Yardımlaşma ve Dostluk, Yoksulluk bölümleri altında iletilen gerçek hayat öyküleri gruplandırılmış. Söz konusu geçmiş olunca, hikâyeler eski güzel günlere duyulan özlem üzerine sıkışıp kalabilecek iken, bölüm isimlerinden anlaşılabileceği gibi çok daha dengeli ve çeşitli bir derleme ortaya çıkmış. Editör Murat Gülsoy (2017) önsözde, paylaşılan hikâyelerde öne çıkanları ve kültür farklılığının yansımasını şöyle belirtiyor:
“Auster’ın derlemesinde nesneler, komik hikâyeler ilginç bir şekilde çok ciddi bir yer kaplıyor. Aynı şekilde aşk hikâyeleri de azımsanmayacak yoğunlukta. Bizim derlememizde aşk hikâyeleri çok az sayıda çıktı. Komedi başlığı altında toplayabileceğimiz hikâye neredeyse hiç gelmedi. Bizim derlememizde toplumsal ve siyasal olayların kişiler üzerindeki etkileri, toplumsal ve kültürel kimliğe dair dramatik çelişkiler, yoksulluk, yardımlaşma, ilginç ya da çok sevilen aile büyüklerinin hikâyeleri ön plandaydı. Aşk ve ölüm, iki evrensel temadır, diyenleri neredeyse haksız çıkaracak bir sonuç oldu bu. Belki de bizler, bu topraklarda yaşayanlar, anlatılmaya değer hikâyenin daha çok hüzünlü olmasına inanıyoruzdur, kim bilir…” (s.40).
Hikâyelerle beraber 1900’lerin başından günümüze, Anadolu’yu da aşan geniş bir coğrafyada bir gezintiye çıktığımı hissettim. Duygulara hitap eden, samimi, toplumsal ve kültürel hayatımızdan izler taşıyan hikâyeler özenle seçilip yayına hazırlanmış. Kitaptaki tüm hikâyeleri “bizim hikâyelerimiz” olarak sahiplenmenin yanı sıra, bizzat tanıdığım bir kişiye ya da bildiğim bir olaya ait hikâyeyle karşılaşma isteği içinde heyecanla okudum. Ayrıca bu anlamlı projenin yayına hazırlık sürecine merak duydum. Hikâyelerini paylaşanların motivasyonu neydi? Pek çoğu özel anılarını, aile geçmişlerini okuyuculara açarken, nelerin kayda geçmesini istemişlerdi? Projeden haberdar olsaydım benim bu kitapta yer almasını isteyeceğim hikâyem ne olurdu gibi sorular zihnimi kurcaladı. Seçici kurul bu etkileyici hikâyelerin arasında ayrım yapmakta zorlanmış olmalıydı.
Hatırlamak, geçmişi yeniden kurgulamaksa ve bireysel hafızalarımız bir araya gelip toplumsal belleğimizi oluşturuyorsa, bu kitapla bize iç dünyalarını açanlar, neler hatırlansın, unutulmasın istemişlerdi diye tekrar kendime sordum. Yanıtı Ahu Tunçel’in makalesi (2017) “Tarihi Yazmak: Unutturmak ya da Unutturmamak” ta buldum.
“Bellek elbette ki sözcük anlamı olarak hatırda tutulanları işaret eder. Ancak hatırda tutulanların büyük ölçüde iktidar tarafından belirleniyor oluşu onu ideolojik kılar. Bu açıdan belleği gerçekte kuran şey, hatırda tutulanlar ya da tutulmak istenenlerden çok unutturulanlar ya da unutulması istenenlerdir.” (s.25)
Türkiye Hikâyelerini Anlatıyor, unutturulan ya da unutulması istenen veya hapsolmuş anılara seslerini duyurma imkanı sunmuştu. Hikâyelere bu gözle tekrar bakınca, daha da anlamlı gözüktüler. Özellikle siyasi cinayetlere kurban giden yakınlardan, mübadele ile yurtlarından göçmek zorunda kalan aile büyüklerinden, işkenceye uğrayanlardan, asılsız ihbarlar nedeniyle gözlerden uzak yaşam süren komşulardan, biri askerde diğeri dağda hayatını kaybeden amcaoğullarından, zorla evlendirilen genç kızlardan, köy enstitüsü mezunu dedelerden geriye kalan anıların bugünkü sahipleri, vicdanları ile hareket etmiş ve hikâyeleri paylaşma çağrısına kulak vermiş olmalıydı. Böylece anılar canlı kalabilecek ve bir anonim yığınına dönüşmeleri önlenecekti.
Unutulması istenmeyen hikâyelerin tersine, yaşayanlarının hatırlamak istemeyeceği, yüzleşmenin zor olduğu hikâyelere de açıklıkla yer verilmiş. Mağdurlarının ağzından cesaretle anlatılan taciz ve tecavüz hikâyelerinden bahsediyorum. Sessiz kalan çoğunluklara susmamaları gerektiğini hatırlatan ve yalnız olmadıklarını gösteren bu öykülere yer verilmesini çok kıymetli buldum.
Kitapta elbette, yardımlaşmaya, dostluğa, zor günlerde birlik olup dayanışmaya, farklı kültürlerin bir arada hoşgörü içinde yaşamasına dair, geçmiş günlere özlem yaratan iyimser hikâyeler de var. Hatta bu hikâyelerden bazılarını okuduğumda, çok kişisel bulup böyle bir kitapta yer verilmesine şaşırdım. Ancak vurgu yapılan hislerin, toplumumuzda pek çok insan tarafından paylaşılmış ortak anılar olduğunu fark edince, haksızlık yaptığımı anladım. Karne armağanı olarak çok istenen bisiklete, çocuklukta açık hava sinemasında gazoz eşliğinde, uyuklarken izlenen filmlere ya da bir hayvan ile kurulan dostluklara dair hikâyeler, büyük bir çoğunluğun ortak paydası oluyordu.
Bizi uzlaştıran bu hikâyelerdeki iyimser bakış, hafıza çalışmalarının modern babası olarak bilinen Halbwachs’un (1925/2016) toplumsal birlik ihtiyacı tanımı ile de örtüşüyor. “Toplum, bireyleri birbirinden ayırabilecek, grupları birbirinden uzaklaştırabilecek her şeyi hafızasından uzaklaştırma eğilimindedir” (s.358) diyerek, bu hikâyelerin sahiplerinin motivasyonun da toplumsal birliğe ve sürekliliğe duyduğumuz gereksinim olduğunu gösteriyor. Aslında bu ihtiyacı da benzer şekilde, unutturulan ortak değerlerin hatırlatılma isteği ile bağdaştırmak mümkün. Çünkü dayanışma ve dostluk hikâyeleri, günümüzün toplumsal ayrıştırmalarına rağmen, taraf gözetmeksizin, insani değerler üzerinden kolayca bir araya gelebildiğimizi gösteriyor.
Böylece kitapta yer alan anıların paylaşılmalarının arkasındaki nedenler daha anlamlı hale gelirken, hâlâ seçim sürecini merak ediyordum. Bireysel hafızalarımızın çalışma şekline geri dönecek olursak, zihnimizdeki sayısız anıyı nasıl ayırt ettiğimize, zaman ve mekanla ilişkisini kurup hatırladığımıza, yani anılarımızı nasıl konumlandırdığımıza bakmamız gerekiyor. Bergson (Bergson’dan aktaran Halbwachs, 1925/2016, s.159) konuya şöyle açıklık getiriyor.
“Konumlandırma işlemi gerçekte, her zaman kendi içinde var olan hafızanın, anılarını giderek büyüyen bir yüzey üzerinde yaydığı ve bu şekilde, o ana dek karışık olan bir yığın içinde yerini bulamayan anıyı ayırt etmekle sona erdiği, büyüyen bir genişleme çabasına dayanır.”
Bireylerin hatırlarken anılarını ayırt edip onlara bir yer bulması gibi, Türkiye Hikâyelerini Anlatıyor kitabı da yerini bulamayan anıları konumlandırıp, sesini duyurmak isteyen hikâyelere bir yer bulmuştu. Hatta Bergson’un ifade ettiği gibi, seçici kurulu bir yüzey üzerine yaydığı, karışık bir yığın içindeki anıları ayırt etmeye çalışırken hayal ettim. Geçmiş hatırlandıkça yeniden üretildiğine göre, Türkiye Hikâyelerini Anlatıyor, toplumsal belleğimizi bir anlamda yeniden inşa etmişti. Projenin diğer adı olan Hayat-ı Hakikiye Hikâyeleri isminin hakkı verilmişti. Özenle ortaya çıkartılan kendi içinde dengeli ve çok çeşitli bu resimden mutlu oldum. Kayda geçen anıların daha fazla okuyucuya ulaştıkça, yeniden anlatıldıkça ve okuyucuların benzer anılarıyla büyüdükçe genişlemelerini diliyorum.
REFERANSLAR
Gülsoy, M. (Ed.) (2017). Türkiye Hikâyelerini Anlatıyor. İstanbul: Can Sanat Yayınları.
Halbwachs, M. (2016) Hafızanın Toplumsal Çerçeveleri. Büşra Uçar (Çev.). Ankara: Heretik.
Tunçel, A. (2017). Tarihi Yazmak: Unutturmak ya da Unutturmamak. T.Erman, S.Özaloğlu (Ed.), Bir varmış bir yokmuş toplumsal bellek, mekan ve kimlik üzerine araştırmalar (ss. 21-25). İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.