Tevfik Uyar’ı, geçtiğimiz yıllarda hazırladığımız “Edebiyatta Alternatif Türlerin Yükselişi” dosyası paralelinde düzenlediğimiz bir söyleşide ağırlamıştık. Yılın bu ilk ayında Destek Yayınları’ndan çıkan yeni romanı Çözülme vesilesiyle hasret giderdik.
Kendisini pek çokları kurmaca eserlerinden ziyade popüler bilime dair yazıları, yayınları ve kitaplarından tanıyor. Birazdan okuyacağınız üzere, kurmaca eserlerinin kurmaca dışı olanlar kadar dikkat çekmemesi, biz edebiyat severler adına üzücü de olsa bilime duyulan ilginin mutluluğunu da göz ardı edemeyiz.
160 sayfa kadarlık bir alanda hem bilimkurgu dinamiklerine, hem hikâyenin ihtiyaç duyduğu polisiye unsurlarına sadık kalan hem de her okurun kolayca hissedebileceği yoğunluktaki duygusal arka planı sağlamca kuran Çözülme’yi, türün yerli örneklerinde uzun zamandır deneyimlemediğim bir hazla okudum. Ama dikkat: Bu romanı sevmeniz için bilimkurguyu sevmenize, türün okuru olmanıza hiç gerek yok.
Röp: Koray Sarıdoğan
Tevfik Hocam, tekrar hoş geldin KalemKahveKlavye’ye. Çözülme’yi tebrik ederim öncelikle, ilk tepkiler nasıl? Açık Radyo röportajına biri “Merkür Retro’da çıkmış, kötü şans” yazmış, ne düşünüyorsun? 🙂
Sorunun ikinci kısmı için: Takipçilerim bana astroloji üzerinden sıklıkla espri yaparlar. O yüzden üzerinde düşünmeye gerek yok sanırım. ?
İlk tepkiler genel olarak oldukça olumlu. Hemen hepsi sürükleyici olduğu, bir kere başlanınca bırakılamadığı yönünde. Biraz daha bilimsel anlatı beklediklerini söyleyerek eleştirenler oldu. Dikkatimi çeken eleştirilerden birisi de ana karakterlerin çaresizliğine ve edilgenliğine olan isyan oldu ama bunu biçimsel bir eleştiri değil içeriğe dair bir sitem olarak kabul ediyorum ve hatta buradan kendime pay çıkarıyorum: Demek ki okurlar, çaresizliği derinlemesine hissetmişler.
Hikâyenin çıkış noktası, geleceği merak edenleri veya tedavisiz hastalığı olanları, mümkün bir gelecekte uyandırmak üzere donduran bir şirket fikri. Tam bu fikirden başlamak isterim, neden bu fikri işlemek istedin ve nasıl ortaya çıktı?
Geleceğin nasıl olacağıyla, transhümanizmle ilgili sıklıkla kafa yoruyorum, teknolojinin yarattığı toplumsal dönüşümler ilgimi çekiyor ve bu konuda başka mecralarda yazıp çiziyorum zaten. Elbette dondurulma fikri da buna dahil. Krayonik teknolojisi henüz mümkün olmasa da bu konuda beklentiler ve hatta “en azından bir gün yeniden diriltmek mümkün olduğunda uyandırmak üzere” öldükten sonra sizi donduran şirketler var şu an. Düşündüğünüzde bu insanın en eski arzusu zaten: Ölümsüzlük… Ama tamamen, sonsuz, sürekli, “bedavadan” bir ölümsüzlük arzusu biraz abartılı. Benim ele aldığım şekliyle krayonik, biraz daha pazarlığa tabi bir ölümsüzlük sunuyor: Ölümsüzmüşçesine geleceğe erişebilirsin veya yaşamını tıbbın sana dermanını sağlayacağı tarihe erteleyebilirsin ama bunun için mevcut yıllarından, sevdiklerinden vazgeçmen, belirsizliği de göğüslemen gerekir. Daha adil bir alışveriş bu.
Bilimkurgulardaki gelecek projeksiyonlarında konunun genellikle belli başlı yönlerine yaslanılır. Ama Çözülme’de duygusal, sosyolojik, etik, sınıfsal/ekonomik yönleri, yaratılan karakterlerle ince ince işlemişsin. Üstelik 160 sayfa gibi kısıtlı bir alanda yapmışsın bunu. Bunu bile isteye gözettin mi yoksa bir taraftan tutunca diğeri de geldi mi?
Her şeyden önce yoğun olarak içinde yaşadığımız gündemden azade bir şey yapmak, ona duyarsız kalmak mümkün değil. Bilimkurgu dahi yazsam, kendimi toplumsal dertlerden özgür kılamıyorum. Vicdanım kanadığı zaman bu kanın kalemin mürekkebiyle karışıp da kâğıda sızmaması mümkün değil benim için; ama zaten insan içermeyen bilimkurguyu sevmiyorum. Ne okur ne de yazar olarak. Profesyonel işimin ve akademik ilgimin psikolojiyle kesişen çok tarafı var. Hal böyle olunca insanın toplumla, diğer bir insanla veya kendiyle olan ilişkisi bana göre türden bağımsız olarak, anlaması ve anlatılması gerekli olan şey zaten. Bunu genel olarak bile isteye gözetsem de, içeriğinin ne olacağı belki de senin tarif ettiğin gibi, bir tarafından tutunca çorap söküğü gibi geliveren bir şey.
Tevfik Uyar:
“Çözülme’deki Sırrın Peşine Ancak ve Ancak
Cesur Bir Gazeteci Düşebilirdi”
Bilimkurgu türü ve duygusal bir konu üzerinden gidiyoruz ama özellikle gazeteci Metin’in KRAYONİK’i araştırma süreci polisiye dinamiklerine sahip. Bu en baştan beri var mıydı, sonradan mı belirdi?
Aslında Çözülme’ye kaynaklık eden Yas adlı kısa öykümde dondurma hizmetini sağlayan bir şirket adı geçmese de var; ama Metin yoktu. Öykü Sadece Besim ve Kadriye’nin son zamanlarından oluşuyordu. Önce senaryoya, sonra romana evrilen süreçte KRAYONİK kendini gösterdi. KRAYONİK, son derece güçlü, tekelleşmiş, devasa bir şirket. Bu kadar gücün yozlaşmaması, gücünü kötüye kullanmaması mümkün değil… Ama bunu alelade, insanların gözüne sokarak yapamaz elbette… Bir sır perdesinin arkasında olacak. KRAYONİK’in sırları varsa eğer, bu sırların peşinde olan biri de olmalıydı. Çözülme evreninde bu sırrın peşine düşenler elbette hükümet gibi kamusal ve biçimsel örgütler değil; olamaz da zaten. Böylesine bir güç yozlaşırken bunu politikacılar sayesinde yapabilecektir. O halde kim düşecektir böyle bir sırrın peşine? Ancak ve ancak cesur bir gazeteci.
Kitapta “İnsanın birini kendinden daha çok sevmesi çok irrasyonel bir şeydi ama tabiat, evrim makinesini daha rasyonel olmak yönünde çalıştırmıyordu” diyorsun. Kitabın sonunda da arka planda bir bakıma eşzamanlı gelişen kendi hayatından bazı süreçler var. Bu da yazma sürecini daha hisli bir hale getirmiş. Dünyaya bilimin penceresinden bakarken bilimsel hakikat-sevgi dengesini bu bağlamda nasıl kuruyorsun ve kitaba bunu aktarışın nasıl oldu?
Bilim dünyayı anlama uğraşımızda başvurduğumuz güvenilir bir araçtır sadece. Dünyayı anlamak için bilime başvurmayı adet edinmek, bilimsel yönteme güvenmek ve hatta sadece bilimsel yönteme güvenmek, duygularımızı olduğu gibi kabul etmemize engel değil. Bilim bize duygularımızın hangi kimyasal süreçlerle ortaya çıktığı, neden ve nasıl evrilmiş olabileceği, bu duyguların neden olabileceği ya da yol açabileceği psikolojik, psikiyatrik, nörolojik veya sosyolojik olguların neler olduğunu açıklayabilir ancak; ama her duygu bir zihinsel durumdur; öznel bir deneyimdir. Deneyim, neye inandığınızdan, neyi bildiğinizden bağımsızdır. Deneyimlediğiniz şeyi yaşadığınızı, o hissin -en azından sizin için- gerçek olduğunu bilirsiniz. Duygulu, hisli olmak ile dünyayı kavramak için rasyonel düşünme alışkanlığına sahip olmak birbiriyle çelişkili değil.
Buna verebileceğim en iyi örnek şu: Uçak mühendisi olmam, hatta emniyet yönetimi uzmanı olmam, kaza kırım araştırmacısı olmam, tüm havacılık istatistiklerine hâkim olmam, uçuş sırasında tedirgin olmamı ve hatta kimi koşullarda uçuş korkusu yaşamama engel olmuyor. Hatta belki de herhangi başka birininkinden daha ayrıntılı bir korku deneyimi hissetmeme neden oluyor olabilir. Mesela benim bir oğlum var ve elbette onu çok seviyorum. Bu sevgi deneyiminin herhangi bir noktasında “o benim genlerimi taşıdığı için onu sevme, böylece gözetme davranışı geliştirmiş olmalıyım ki var kalımını sürdürebilsin” bilgisinin yeri ve dolayısıyla da bir etkisi yok.
Yine Açık Radyo röportajında, en başta öykü olarak ortaya çıkan Çözülme’nin, romandan önce senaryo olarak yazıldığından bahsetmişsin. Filmini izleyecek miyiz, o plan geçerli mi?
Evet. Yapımcıyla anlaşmam var. Platform ve format konusunda değerlendirmeler sürüyor. O konuda şu an bilgi vermem doğru olmaz sanırım.
Bilimkurgu bir zamanlar olduğu gibi çok uzak bir gelecekmiş gibi gelmiyor artık. İçindeyiz, geleni ve gelmekte olanı yaşıyoruz. İnsanların ürkütücü gelişmelere bakışlarının eskisi kadar muhafazakâr olmadığını düşünüyor musun? Mesela Çözülme’deki teknoloji bugün mümkün olsa nasıl bakılırdı sence?
Toplumlar homojen değil. Bundan yirmi yıl önce konuşsaydık küreselleşme, iletişim olanakları, sosyal medya vs. derken insanlar arasındaki varyasyonun azalacağını düşünürdük belki. Ama öyle olmuyor. Tüm bu iletişim imkânlarının içerisinde herkesin sadece kendi gibi düşünenlerle bir arada olduğunu, yankı odaları oluşturduğunu görüyoruz. Karşı görüşlere rasgelmek “bir de bu konuya öteki taraftan bakayım; ne iyi oldu” gibi bir bakış açısı oluşturmaktan ziyade, kendi görüşünüzde daha da şahinleşmenize neden oluyor (bumerang etkisi ya da geri tepme etkisi gibi bilişsel süreçlerden ötürü). Bu nedenle her türlü gelişmeye, o gelişmeyi kutsayıp sorgusuz kabul etmekten, kategorik olarak reddetmeye kadar geniş bir tepki yelpazesi ortaya çıkıyor diye düşünüyorum. Çok yakın zamanda mRNA aşıları için yaşadık bunu. Devrimsel bir teknoloji. Verilere göre etkinliğini de ispatlamış; ancak bu konudaki tutumların çeşitliliğini her birimiz her gün görüyoruz. Krayonik teknolojisi bugün mümkün olsa yine aynısı olacak.
“Bilimkurguda Hayalgücünün Sınırsızlığı
‘Yüzeyde’ Kaldıkça Problem Yok.”
Çözülme’yi ilk paylaştığımda “Bilimi bilerek kurgusunu yapandan okuyun” demiştim. Kurguda hayal gücünün tanıdığı sınırsızlık, bilimi pek bilmeden de kurgusunu yapmaya izin verir mi sence?
Ben ezelden beridir bilimkurgu yazmanın iyi bir bilim anlatımını gerektirmediğini savunurum zaten, zira bu hayal gücünü törpüleyebilir. Tek şartla: Bilimsel aykırılık ve hatalar bulunmamalı. Örneğin Güneş’in çevresinde bugüne kadar hiç keşfedilmemiş Jüpiter gibi bir gezegen olduğundan bahsedemezsiniz. Böyle olsaydı kütle çekim etkisinden ötürü bunu çoktan fark etmiş olmamız gerekirdi. Veyahut Dünya’daki malzemeleri kullanıp Güneş’in çekirdeğine girmekten bahsedemezsiniz; o sıcaklığa dayanabilecek bir malzeme yok. Ama Geleceğe Dönüş serisinde olduğu gibi “geçmişe gitmek” hayalini kurabilirsiniz (bugün bildiğimiz hiçbir yol böyle bir yolculuğu mümkün kılmasa da) veyahut laboratuvarda sentezlenmiş yeni bir malzeme hayal edip Güneş’e yollanabilirsiniz.
Genelde hata, hayal gücünü realize etmeye çalışmaktan kaynaklanıyor: Henüz spekülatif olan bu teknolojileri derinlemesine açıklamaya kalkarsanız bilimkurgunun sınırından çıkıp bilime girmeye başlarsınız ve o alan biraz riskli bir alandır. İnsanların nasıl donduruldukları, dondurulmalarına rağmen nasıl hayatta kaldıkları, yaşlanmalarının nasıl durduğu ve sonrasında nasıl çözülebildiklerini biyolojik süreçlerle anlatmaya kalksaydım hata yapmam kaçınılmaz olurdu. Belki yüzeysel anlatılar üretilebilir ama derine girmeye kalkarsanız eğer, o teknolojiyi anlatmadan önce icat etmeniz gerekir. Bir “sıçrama motorundan” bahsedip, ya da “warp motoru” kullanıp uzayda uzun mesafeler katetmeyi sağlayabilirsiniz ama oturup da warp motorunun işleyişini ve mekaniğini derinlemesine açıklamaya kalkışırsanız okurla olan “hayal ortaklığı” bilim duvarına çarpar. Tam olarak soruna yanıt vermek gerekirse: Hayal gücünün sınırsızlığı “yüzeyde” kaldıkça problem yok.
Türün Türkiye’deki durumunu ayrı ayrı çok konuşuyoruz, geçtiğimiz yıllarda birlikte bir söyleşi de yaptık. Soruyu güncellemek isterim: Bilimkurgu ve kardeş türlerinin ülke yayıncılığında ve okurun nezdinde yeri ne durumda bugün sence?
Hâlâ iyi durumda değil. Bilimkurgu okuru çok az. Bu türe özel çaba gösteren yayıncıların sayısı ve kitap yayımlama frekansını da okur sayısı belirliyor. Tarihsel verileri değerlendirirsek, giderek artıyor gibi görünüyor. Bunda uluslararası platformların bilimkurgu filmlerine ağırlık vermesinin etkisi olduğunu düşünüyorum. Yine de bilimkurguya karşı genel bir önyargı var. Çözülme’yi yazmaktaki başlıca amaçlarımdan biri de bilimkurguya mesafeli olan okura bu türü sevdirmek zaten. Bu nedenle bilimkurgusal bir arka planda daha sosyal eserler yazmaya çalışıyorum.
Son bir sektörel soru: Kurmaca dışı kitapların, söyleşilerin, beyanların hatırı sayılır bir kitleden ilgi görüyor, bu ilgi artıyor. Buradaki ilgi, kurmaca esere gelince bir fark görüyor musun?
Kesinlikle. Kurmaca dışı kitaplarım kısa sürede ilk baskıyı bitiriyor. 12 baskı yapan eserlerim var. Henüz ikinci baskıyı gören kurmaca eserim olmadı… Bir önceki soruya da iyi bir örnek olmadı mı?
Bizden bu kadar hocam, eklemek istediklerin varsa tam sırası.
Bu keyifli röportaj için teşekkür edebilirim sadece.
Çok teşekkür ederiz. 🙂
Çözülme · Arka Kapak Yazısı
“EN KUSURSUZ CİNAYET ÇARESİZ BİRİNE SIRT ÇEVİRMEKLE İŞLENİR.”
Halktan gelen tüm itirazlara rağmen ülkenin en güzel arazileri dünyanın en hızlı büyüyen şirketlerinden biri olan KRAYONİK’e satılmıştı. Ne kendisini ağaçlara zincirleyen aktivistler ne de ruhunu henüz şeytana satmamış siyasetçiler 10 futbol sahası büyüklüğünde dünyanın en büyük yeraltı deposunun kurulmasını engelleyebildi. Yerin üstünde, İstanbul’un en büyük gökdelenine sahip olan KRAYONİK, artık yerin altına da hâkim olmak istiyordu.
KRAYONİK, zamanı durdurup kendini geleceğe aktarmak isteyen “zengin züppelerin” hayallerini gerçekleştirme aracı olduğu kadar, dermansız hastalıklarla boğuşan insanların da son sığınağıydı. En azından parası yetenlerin…
Fakat umudu zamanın sırtına yükleyenler, yıllar sonra hiç beklemedikleri bir sonla karşı karşıya kalacaklarından bihaberdi:
Belki de zaman her şeyin ilacı değildi.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)