Gözde Aktürk tarafından kaleme alınan “Tanpınar’ın Kadın Kahramanları“, KalemKahveKlavye’de iki bölüm halinde yayınlandı.
2.BÖLÜM
TANPINAR’DA GÖZE ÇARPAN DİĞER KADIN KAHRAMANLAR:
LEYLA VE SABİHA
Tanpınar’ın dikkate değer başka kadın kahramanları da vardır mutlaka; Aydaki Kadın adlı romanının Leyla’sı bunlardan biridir.(16) Romanın merkezinde Leyla vardır, nice güzel, etkileyici kadınlar gelir geçer romandan fakat Leyla başkadır. Tanpınar, Nuran’ı yücelttiği gibi yüceltir Leyla’yı. Fakat bu iki kadın büsbütün birbirlerinden farklıdır. Leyla’nın şuhluğu, rahatlığı, gamsızlığı ve pervasızlığı Nuran’da yoktur. İki kadının yüceltilme şekilleri farklıdır. Bunların yanında çocukça halleri de vardır bu kadının, erkekleri etkileyen. “Leyla bütün kadınlara benzer, ama yine Leyla’dır.” Leyla inadına, sonuna kadar akıldır. Durur durur sonra birden her şeyi düzeltir. Talihlidir de. Romanın odak noktası olan Selim’e, hayatı boyunca hissettiği korku, azap karışık lanet gibi hissi ona unutturan yine Leyla’dır. “Leyla arkamda iken ne kadar mesut ve kuvvetliydim. Kendimi bir dev sanabilirdim. (…) Leyla bana yetiyordu. O benim sonsuz imparatorluğumdu,” der Selim. Aralarındaki hem tutkulu hem de bir o kadar yıpratıcı bir ilişkidir. Leyla’nın bir gülüşü, bir bakışı yeter Selim’in kendisini kaybetmesine. Sevilen kadının âşığının bütün dünyası olması ve ona kuvvet vermesi durumunu, bir gülüşünün âşığa yetmesini Huzur’da da Aydaki Kadın’da da görürüz. Bu bakımdan Mümtaz ve Selim benzerlik taşır.
Güzel giyinir Leyla, büyüler herkesi. Leyla, Refik’le evlidir yine de, aklı Selim’de kalmış olsa da biraz. Mantık evliliği yapmıştır, Leyla’nın pür akıldan ibaret olduğu Selim de söylemiştir. Duygularından ziyade mantığıyla hareket etmesi Nuran’ı andıran az yönünden biridir. Hüsn-i ilahi olarak addedilir Leyla. Güzelliği ve kendisine güveni hemcinslerini olduğu kadar erkekleri de rahatsız eder. Güçlü, özgüvenli ve ulaşılmaz kadın erkeklerin pek işine gelmez kuşkusuz, onun canını acıtmaya çalışırlar. Leyla’ya kayıtsız kalamayan çok sayıda erkekten biri olan ressam Suat, bir resminde Leyla’yı perişan, dağılmış gösterir. Belki de bu güçlü ve umursamaz kadını zayıf görmek ve göstermek ister. Belki ona ulaşamadığı, onu elde edemediği için bir nevi intikamıdır Suat’ın.
Leyla gibi güçlü bir karakter bile ikilemler yaşar içinde ve bunlar Selim’e dairdir. Kendine güvenen bir kadın olsa da bir tek Selim kendisi hakkında acaba ne düşünüyor diye merak eder. Tavırlarını, sözlerini selimin nasıl yorumladığı onun için önemlidir. Kendisinden şüpheye düştüğü tek an, Selim’in söz konusu olduğu andır. Selimin takdirini bekler, başka zaman böyle şeylere ihtiyaç duymasa da. Yalıda verdiği daveti beğenmesini ister Selim’in; onaylatmak için nasıl bulduğunu sorar. Hâlâ onu önemsediğini, düşündüğünü göstermeye çalışır, evli olsa da. Belki aklını karıştırmayı amaçlar, evlenmiş bile olsa Selim’in hâlâ onu arzuladığını bilmek, hissetmek onun egosunu şişirecektir hiç kuşkusuz. Bu, tam da Leyla’dır; onaylamalarla, beğenilmelerle, hayranlıklarla beslenir. Nuran’da böyle bir onay düşkünlüğü, ilgi deliliği yoktur. O, zaten girdiği ortamda kendiliğinden, belki de onay beklemediğini hissettirdiğinden, ilgi odağı olur. Leyla her daim biraz gizemlidir, hislerini, düşüncelerini kestirmek zordur, erkekleri büyüleyen taraflarından biri de budur belki. Selim, Nuri, Refik, Suat dörtgeninin tam ortasındadır Leyla. Bundan hoşnuttur da, mesela Nuri’yi çok sevmese de onun kendisini sevmesini sever. Gerçi hemen tüm erkeklerin kendilerini değil, onu sevmelerini sever diyebiliriz; Selim dışında. Gizemliliği hakkında kendisi de der: “Sabiha cömert kadın, hiçbir gizlisi, girift tarafı yok. Her şey açıkta. Açıkça seviyor, açıkça kıskanıyor, açıkça hesaplıyor. Ben hiçbir zaman onun gibi olamadım.”
Leyla konuşmasını ister Selim’in, zorla konuşturmaya çalışır onu. Bir şeyler sorsun, merak etsin ister. Selim ise sakindir, hissizdir adeta. Renk vermez. Şımartılmadığı için hayal kırıklığına uğrayan Leyla, Selim’in gözünde aciz ve çaresiz bir hale bile bürünür o an, Nuran ise ne yapsa Mümtaz’ın gözünden düşemez, Mümtaz her hal ve tavırda asil bir yön ya da sebep bulmayı başarır. Ama geçicidir Leyla’nın bu durumu; ne olursa olsun Leyla başkadır; her erkekte derin iz bırakan kadın azdır, Leyla da böyledir, Nuran’ın Mümtaz’da bıraktığı iz gibi. Geçici ilişkiler yaşadığında bir iğrenme ve kendine yabancılaşma yaşar Selim, halbuki Leyla ile bunları yaşamaz, o devamlı açlığı, susuzluğu, korkusu ve lezzetidir onun. Nuri ile olan ilişkisini öğrenince Leyla’nın gözünde nasıl küçüldüğünü, nasıl bir balon gibi sönüverdiğini anlatır Selim. Fakat öte yandan Leyla’yı bu haliyle de başka türlü sever. Öyle ya da böyle Leyla hep vardır, ne yapsa sevilecektir. Öyle bir kadındır ki bu, vazgeçilemez, unutulamaz, içte bir yara gibi kalır, aldatmış olsa bile. Nuran’ı Mümtaz’da, Leyla’yı Selim’de büyüten şey, bu kadınları tam olarak elde edememiş olmanın hissidir belki de, her daim içe çöreklenen o eksiklik duygusudur. “Leyla hiçbir zaman benim olmadı, o hep çocukluğunundu. Ben bunu o kadar iyi biliyordum ki…” Çocukluğu Leyla için uzak, gizemli, egzotik bir ülke; nadir bulunan bir lezzet gibidir. Mümtaz da, Nuran yanındayken bile hep bir uzaklık duygusu hisseder. Emirgan’daki eve gelemediği ya da kısa süreli uğradığı zamanlar demek, Mümtaz için azap, işkence kavramlarının tarifi demektir. Onu kaybetme korkusu her daim içindedir.
Tanpınar’da dikkate çarpan bir diğer kadın karakter, Sahnenin Dışındakiler adlı romanında yer alan Sabiha’dır.(17) Önce çocukluğu betimlenir. Cemillerin mahalleye taşınmış bir çocuktur, ailesi sorunludur, sürekli kavga ederler. Bu huzursuz ortamdan kaçar hep Sabiha. Ailesinin kavgaları Sabiha’nın biraz nevrotik bir çocukluk yaşamasına sebep olur doğal olarak. “Bizim ev cehennemdir!” der. Anne babası gibi olmaktan çok korkar, kopuk büyür onlardan. Yaşının ötesindedir, çok düşünür çünkü. Cemil bile uyarır onu bir keresinde; bu kadar düşünme, çocuğuz biz diye. Daha ulvi meselelere kafa yorar Sabiha, yaşıtlarından farklıdır. Cemil için, hatta Cemil’in akrabası İhsan için (Huzur) bile ayrı bir yere sahiptir. Cemillerin evini bir kurtuluş yeri, bir sığınak gibi görür. Hırçın, cevval bir erkek çocuğu gibidir Sabiha. İstediği insanla hemen dost olabilen bir mizacı vardır. Ama ürkek ve alıngandır da. Çarşafa girmek istemez, gereksiz bulur. “Bu çarşaflarla hiç kadın hürriyeti olur mu!.. Biz kadın değil, esir sürüsüyüz!” diyecek kadar yaşına göre radikal bir duruş sergiler. Dans dersi alır. Büyük düşünür, geniş bir dünyası vardır. Hayatı manasız bulur, herkesin aynı şekilde düşünmesine, dar dünyalı olmalarına öfkelenir. Avrupa’yı düşler, ona özenir. İç dünyasında pırıl pırıl parlamaktadır Avrupa, ışıl ışıl büyük bir avize gibi. Oradaki düşünce yapısını, yaşantıyı benimser. Avrupalı insanlarla tanışmak, onlardan feyzalmak ister. Bizi ise dar dünyalı bulur, insanımızda at gözlüğü takılıdır ona göre. Bizde herkes birbirinin kopyasıdır, farklı düşünen yadırganır, taşlanır. Sabiha her yönüyle Cemil’i çok etkilemiştir, onun bahsettiği hiçbir şey silinmez zihninden. “Lütfen Sabiha’yı dövmeyin. O kadar başka türlü bir insan ki o,” diye savunur onu. Daha kelime anlamı bile bilinmeyen bir toplumda aktris olmak ister Sabiha. Hayalleri büyüktür. Sabiha, toplumsal meselelere kafa yorar; bu noktada Nuran ve Leyla’nın karakter betimlemelerinden ayrılır. Sabiha, var olanı değiştirmek ister; kabullenmek, boyun eğmek ona göre değildir. Nuran’a dönersek onun sosyal boyutu katıldığı davetlerdeki çevresiyle belirlenir, bir de toplumumuzda çocuklu ve yalnız bir kadın olmanın zorlukları bakımından sosyal duruşu incelenebilir. Musiki üzerine fikirleri vardır fakat toplumsal bir mesele üzerine konuşmaz. Bu kadın aşkın kendisi olarak tarif edilir romanda. Keza Leyla’nın da sosyal boyutu çevresi, arkadaşlarıyla sınırlıdır. Kendi dünyası dışında bir konu üzerine fikir yürüttüğünü görmeyiz. Bu bakımdan Sabiha’nın birkaç boyutu birden verilmiştir romanda; sosyal konular hakkında fikirleri, var olan düzenin nasıl değiştirilebileceği üzerine kafa yorması, aşka bakışı ve âşık olunan kadın olarak.
Mahur Beste’nin Atiye’si de diğer Tanpınar kadınları gibi sedef tenlidir, rüya gibi bir güzelliğe sahiptir. (18) Fakat mizaç olarak Nuran, Leyla ve Sabiha’dan oldukça farklıdır; onların yapamayacağı bir fedakârlık kaplamıştır tüm hayatını. Sevdiği adamla evlenmemiş, evlendiği adamı sevmeye uğraşmıştır. “Hayat karşıma, kısmetime bu adamı çıkardıysa iş başa düşer, onu sevmeli,” diye düşünür. Aşk kadını değildir başka bir deyişle. Kabullenici bir yaratılışı vardır. Ayrıca diğer kadın kahramanlarda olduğu gibi etrafında çok sayıda erkek yoktur, cemiyetlerin odak noktası değildir. Nuran, Leyla ve Sabiha da sevdikleri adamlarla hayatlarını birleştirmemiştir fakat başka yönlerden çıkarları vardır; Nuran kızının babasız büyümesini engeller, Leyla Refik’le evlenerek yalıda yaşar ve kalabalık davetler vererek parmak ısırtır. Atiye bundan da yoksundur. Atiye başlı başına boyun eğiştir.
Tanpınar’ın kadın kahramanları, genellikle bol âşıklı kadınlardır. Aynı anda çok sayıda erkek bu kadınları arzular. Fakat yine genellikle olmadık, beklenmedik birini seçer bu kadın kahramanlar, kalben başka bir erkeğe bağlı olsalar da. Duygularından ziyade mantıklarıyla hareket etmeleri ender ortak noktalarından biridir bu birbirinden farklı üç kadının. Nuran Mümtaz’ı sevse de eski kocası Fahir’e geri döner, Leyla’nın aklı Selim’de kalmış olsa da mantığını dinleyerek Refik’le evlenir, Sabiha’nın içinde en özel yeri Cemil kaplasa da gider olmadık birisiyle evlenir.
Sabiha ve Nuran, Leyla’ya nazaran biraz daha derli topludurlar. Sabiha belki Nuran’ın ciddiyeti yanında bir nebze daha çılgın addedilebilir. Fakat ikisinin de Leyla kadar şuh ve fettan olmadıkları aşikârdır. Leyla, birkaç erkeği aynı anda büyülemekten haz alırken, hatta bunu kişiliğinin merkezine koyarken Nuran ve Sabiha’da bu tip iştihalar yoktur.
Tanpınar’ın hikâyelerinde üstü uçmuş çatıdan giren kadın, karşısındaki adamla konuşurken birden yok olan ve ardında kıyafetlerini bırakan kadın, Keti adında yabancı bir sevgili, eski zaman kıyafetleri giyen bir diğer kadın, yaz yağmurunda bahçede bir ağaca dokunarak ıslanan bir kadın, hepsi muhteşem güzellikte tasvir edilir. Çirkin addedilen kadınlar da güzel olanların güzelliklerini daha da vurgulamak için vardırlar. (19)
Tanpınar romanı ve şiiri dendiğinde belli başlı motifler, unsurlar vardır: musiki, kadında sedef ten, kadının sesi, bakışları, mazi, zaman, rüyalar, mehtap, Boğaz, Bursa… (20) Sedef tenli kadınlar romanlarının yanı sıra şiirlerinde de karşımıza çıkar: Ne güzel geçti bütün yaz/Geceler küçük bahçede…/Sen zambaklar kadar beyaz (Bütün Yaz) “Derin sularında bu ayna her an/Senden Bir parıltı aksettirecek/Kah çıplak bir omuz sessiz düşecek/Eriyen kuğu beyazlığından (Ayna) “Tılsımlı çocuğu saf aydınlığın/Bu kadın vücudu beyaz ve çıplak” (Raks) “Ve bir kadın beyaz, sakin, büyülü/Göğsünde kanayan bir zaman gülü” (Eşik) “Kaç kere yarattım tenhada seni/Beyaz kollarını, sıcak buseni/Bakışın, gülüşün, neşen ve hüznün/Ay altında bir gül nağmesi yüzün” (Eşik) Nuran gibi bu şiirde de kadın bakışlarıyla konuşur, beyazdır, büyülüdür, rüya gibidir.
Kadının sesi melodi gibidir Tanpınar’da, Mümtaz Nuran’ın sesini ilk duyduğunda iliklerine kadar işler bu ses, sarsılır Mümtaz. Aynı şekilde Sesin adlı şiirinde de “Sesin yıldızlı gecemdir/Baş ucumda derin, sonsuz/Dalgalanır, derinleşir” der Tanpınar. “Ve sesin durmadan, durmadan örer/Yıldız yosunu bir uykuyu/Bak, martılar kanat çırpıyor sana” (Zaman Kırıntıları) “Sen sesini yıldızlara verdin/Büyük rüzgârların uğultusunda/ Arayıp bulsun diye beni…” (Hangi Eşikte)
Sedef gibi parlak ve beyaz ten, ses motifleri dışında bir diğer baskın öğe elbette musikidir. Nuran’ın şahsında Mümtaz’ın musikiye düşkünlüğünden bahsetmiştik, şiirde de bunu görürüz: “Ey bitmek bilmeyen hıncı zamanın/Her şey bana karşı kendi içimde/Renk ve büyüsüyle bakışlarının/Musiki hatıran gibi peşimde. (Musiki) Mahur Beste, Mümtaz için Nuran demektir.
Kadına duyulan aşkla bütünleşen, bu aşka mekân olan Boğaz’a da gerek romanlarda gerek şiirlerde rastlanır: Hep bu aynadasın artık kış ve yaz/ Mavi sularıyla arkanda Boğaz/ Köpüren aydınlıkta her tepeden (Ayna) “Gelip yüzecek yeniden/Tenha Boğaz sularında/ Külçelenen, kenetlenen/ Işıkların arasında” (Akşam) Nuran’ı Nuran yapan şeylerden biri de kuşkusuz Boğaz’dır. Mümtaz’ın gözünde de Boğaz, Nuran’la bütünleşir ve anlam kazanır. Başka, efsunlu bir gözle görür onu.
Tanpınar’da kadın demek; Boğaz, musiki, tarih ve asalet demektir, çıkarımına varılabilir. Tanpınar’ın tüm eserlerine bakıldığında, dar dünyalı kadınlar ya da erkekleri parmağında oynatan, ahlaken çökük kadınlar karşısında Nuran’ın asaleti bir kere daha vurgulanmış olur. Nuran bunların arasından kolayca sıyrılır, sivrilir ve pırıl pırıl parlar. İdeal kadın anlayışının temsili olarak Tanpınar’ın Nuran gibi bir kahramanla sınırlı kalmasının, yazarın bilinçli tercihi olması muhtemeldir. Zihinlerde Nuran’ın ötesine geçecek bir diğer karakter istememiş olabilir.
Dipnotlar:
16 Aydaki Kadın, Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergah Yayınları, 2010
17 Sahnenin Dışındakiler, Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergah Yayınları, 2005
18 Mahur Beste, Ahmet Hamdi Tanpınar, YKY, 2008
19 Hikayeler, Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergah Yayınları, 2012
20 Bütün Şiirleri, Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergah Yayınları, 2000
17 Sahnenin Dışındakiler, Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergah Yayınları, 2005
18 Mahur Beste, Ahmet Hamdi Tanpınar, YKY, 2008
19 Hikayeler, Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergah Yayınları, 2012
20 Bütün Şiirleri, Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergah Yayınları, 2000
KAYNAKÇA:
Huzur, Ahmet Hamdi Tanpınar, YKY, 2002
Hece dergisi, Ocak 2002
Ahmet Hamdi Tanpınar, Haz ve Günah, İbrahim Şahin, Kapı Yayınları, 2012
Hece dergisi, Ocak 2002
Ahmet Hamdi Tanpınar, Haz ve Günah, İbrahim Şahin, Kapı Yayınları, 2012
Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyatın Huzurunda, Ümit Meriç, Etkileşim Yayınları, 2006
Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Ahmet Hamdi Tanpınar, YKY,
Huzursuz Huzur, Zeynep Bayramoğlu, YKY, 2007
Ahmet Hamdi Tanpınar, Yapıbozumcu, Prof.Dr. Sevim Kantarcıoğlu, Akçağ Yayınları, 2004
Aydaki Kadın, Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergah Yayınları, 2010
Sahnenin Dışındakiler, Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergah Yayınları, 2005
Mahur Beste, Ahmet Hamdi Tanpınar, YKY, 2008
Hikâyeler, Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergah Yayınları, 2012
Bütün Şiirleri, Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergah Yayınları, 2000
İstanbul doğumlu. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi, aslen edebiyat öğretmeni. Bunun yanında edebiyat, kültür-sanat odaklı bir dijital platformda ve zaman zaman çeşitli gazete ve edebiyat dergilerinde kitap kritik yazıları yazdı. Şimdi ise kalemkahveklavye.com’da buna devam ediyor.