Tuğba
Onu dinlerken gözlerimi kaçırmıyordum. Bir tek onu dinlerken… Ama onu anlamıyordum da. Çözmeye çalıştığı şeylerin beni ne kadar ilgilendirmediğini benim kadar o da düşünüyor muydu? Bu hayatın ötesini kafasına bu kadar takarken bu dünyada kaçırdığı şeylerin ve kırdığı kalplerin ne kadar farkındaydı? İkimiz de bilmiyorduk. İki kere iki dört: Gördüklerinden sorumlu, görmediklerinden muafsındır. Öyle midir?
Neden görmediğimiz şeylerin üzerimizde bu kadar etkili olduğunu düşünüyorsun Adem? Neden evlenmekten, çocuk sahibi olmaktan, yükseklerdeki hayal dünyandan inip aza karar bir hayat sürmekten bu kadar kaçıyorsun? Dindar veya materyalist bir ailen olmadı, çok sevdiğin birileri ölmedi, çok âşık olup sürünmedin. Senin bu varoluş saplantın nerede başladı Adem? Tüm bunlar kuramadığım cümlelerdi. O, karşımda bizi ayıran şeylerden bahsederken gök yarılıyor, evrenin orasına burasına gizlenmiş sayısız güneş tepemden teğet geçiyor, sular yükselip kumları, yolları aşıyor, bir tren aynı tünele sayısız kez girip çıkıyor, dünya Kuzey’den Güney’e doğru yuvarlanıyordu. Onu alelade soru işaretleri, asgari çaba ve azami anlaşılmazlık içerisinde dinlerken sükûnetimi bozmuyor ama içimdeki kıyametin, tüm tarihin beklediği kıyamet olduğundan şüphe ediyordum.
Aşk mı? Değil. Alışkanlık? Yetmez ama evet. Saplantı? Hayır, ama hiç de değil. İhtiyaç? İstemez ama yan cep… Bazen onun sorularını dikkate alıp kendimi sorguluyorum. Neden kariyer? Neden evlilik ve çocuk? Neden azıcık aş, ağrısız baş? Buradan sonrasının olup olmama ihtimalini neden bu kadar az düşünüyorum? Çok sevabım var sayılmaz ama günahkâr da değilim. Başıma kötü şeyler gelmedi bu dünyada pek. Dost kazığını, sevgili ihanetini bilmem, yokluk denen şeyi madden de manen de yaşamadım. Bu gidişatın öldükten sonra da değişeceğini sanmıyorum. Ciddiye alır gibi yaşayıp aslında alamama gibi bir huyum var. Belki de bir canlı türü olarak tüm insanlığın ortak huyu. Ben sadece dile getirebiliyorum.
Adem konuşmaya devam ediyor. Bu iş yürümeyecek, biliyorum. Anlattıklarının yarısı, değil diğer kulağımdan çıkmak, oraya varmıyor bile. O konuşurken ben nemli dudaklarını, kafama yatan vücut ölçülerini ve nasıl başardığını bilmesem de verdiği güveni düşünüyorum. Bana yeten ve artanlar bunlar. Başkasını düşünmeye gerek kalmadan devam etmemi sağlayacak şeyler . Ortalama bir ekonomik gelir ve birkaç arkadaş ile ailem de varsa kafi.
Önceleri onunla yatmıyor oluşuma kafasını taktı sanmıştım. Tipik erkek tavrıdır dedim geçtim. Ama sorun o da değilmiş. Aynı müzikleri dinleyip aynı filmleri seviyorken, daha da önemlisi, uzun zamanlar geçirip kolay kolay kavga etmiyorken “ayrı dünyaların insanıyız” meselesine de kanıt bulamıyorum. Öyleyse? Ben kaplumbağa hızıyla iç sesimi konuştururken, Adem ışık hızıyla düşünüp son cümlesine geliyor.
“Hem zaten…”
Adem diye biri yok.
Adem
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)
Fazla iyiydi bu!