[su_button url=”https://kalemkahveklavye.com/tag/sikintili-metinler” target=”blank” background=”#d43839″ size=”6″ icon=”icon: shopping-cart”]Çağıl Tekten’in kaleminden “Sıkıntılı Metinler” serisinin diğer bölümlerini okumak için tıklayın.[/su_button]
“Arkeologlar meşhur antik kentte alışılmadık türde bir yazıt daha keşfetti. Ne zamana ait olduğu bilinmeyen höyük yeniden koruma altına alındı. Bir kısmı çözülen tabletlerin üzerinde çalışılmalar yürütülmeye devam ediliyor. Uzmanlar tabletlerin bulunduğu yerin bir mezar olup olmadığını bilmediklerini ancak çevresinde kırık bir ayna ve ne olduğu belirlenemeyen küçük bir takım objeler gömülü bulunduğunu belirtti”
***
“…
Sonrasında hiçbirimiz zoru sevmenin, zoru seçmenin meyvelerini falan toplayamadık. Kavrulduk kaldık. Yok oluşumuzla, var ettiğimizi sandığımız bütün kavramlar, yapıp etmelerimiz, etmediklerimiz yarım kalmış bir sonik sinyal, ne bileyim bir çözünmüş, çürümüş element kadar karışmadı evrene. Bir yıldız tozu, bir uzay çöpü, bir kimya kırıntısı bile olamadı “iç”imiz.
Olamazdı.
Etin bilinci bir kolektif illüzyon. Bir yanılsamayı paylaştık. Amaçtan sapkın yetiştirdik onu. Neden yaptık, bilmiyorum. Kör köşelerini biledik, vahşileştirdik. Büyüttük. Kömür gözlü bir bal oğlu büyütür gibi ılık göğsümüze yatırdık ucubelerimizi. Katillerimizin başkaları olduğunu iddia ederdik bazen; bize benzeyen başkaları. Ama öte yandan da –bir gücenmeden, terk edilişten kaçmak için belki- aynı kişiymişiz gibi davranırdık. (Kendine gücenmek daha iyi değilse de dışa utancı azdı.)
Onları, kendimizi, kendi çocukluğumuzu sever gibi; ama sevemediğimiz kadar çok severdik. Kokularını nerede duysak tanırdık. Korkularını nerede duysak tanırdık. Bir evladı değil, bal dudaklı bir sevgiliyi değil, hep bir değişik iletişim ihtimalini kucaklama arzusu tüketecekti elbet neslimizi. Ona da razıydık.
Ayna mecazı eskimiyordu! Dönüp dönüp geri çevrilemez bir gülüşle ve en umulmadık anda kafamıza çarpıveriyordu. Ah aşktan bin beter küflü bumerang! Aynada kendimizden başkasını arayışımız hiç değişmiyordu. Işık oyunları, somut yansımalar, gerçek aynalar doyurmayınca başka oyunlar icat ediyorduk. Birini bulup karşımıza, çocuklar gibi araya boş çerçeveler koyuyorduk. Sonra kısıp anlamlı anlamlı kör gözlerimizi, kendimizle konuşur gibi konuşuyorduk. Susamıyorduk. Kusamıyorduk. Sözleşemiyorduk ki bu oyun aynalarla da! O kadar da çocuk kalamamıştık herhalde.
Hem, sözleşilemiyordu hiçbir zaman aynı “an”da olmaya. Sözün an’a sözü geçmiyordu. Biliyorduk. Bilsek de söylüyorduk. Söz etin kof tesellisi. Her yönüyle boşa bir çaba. Söz bir illüzyon bile değil, bir davranış tutamacı; bir kafes! *
Olursa oluyordu işte. Bazen de olmuyordu. “Biliyorum” dan kalkıp “biliyordum”a yatıyorduk.
Bilmek, kötü değildi hem. Yalnız bildiğini sanmaktı. Her koşulda. Bunu fark edene kadar insana güç verir, fark ettiğin an uzak bir anıya dönüşürdü güç. Geriye, hatırlamanın hep sabah çiyi düşmüş serin ve puslu bahçeleri kalırdı. Tanımsız anlar. Noktacıklar. Çizgiler… Ömrü kendi dilince özetleyen bir antik mors alfabesi.
Fakat anlar hatırlanırken bile doğru hatırlanmıyordu . Mümkün değildi ki! Mutlaklık mümkünsüz! Öyle. Zemin kaygandı; bazı zaman da hepten yok olurdu. Kanatları olanlar uçardı. Acıkınca kanatlarını yiyenler, korkaklar ve aşıklar genelde uçamaz kalırdı.
“Kalma”nın askısında hep bir şeyler değişecek gibi gelir, değişmezdi. Hep bir şeyler olacak gibi olur olmazdı. Oyalanırdık. Yerçekimsiz, neşesiz ve gürültülü taklalar atardık.
Seçtiğimizin zor değil de yanlış olduğunu hiç bilemedik. Neyse ki kimse de ispat edemezdi.
(Kanatsız şişman kuşların uzamsızlıkta yaptığı çöp ve hatıra dolu kutularda notlar, kanlı mendiller, mektuplar, tarihlenmiş bira kapakları, şarap mantarları, eski telefonlar, bitik çakmaklar öylece kaldı. Belki bir çöp dağında bir gün kendi içine yanarak, metanla bir yükselecekler atmosfere. Onlar bile! Ozonun aynasından yansıyacaklar ışıyıp bir yağmur ormanına falan… Biz değil. İçimiz değil. Bize, hiç değil! )
Bazı günler arasında asırlar, bazı haftalar arasında çağlar değişirdi. (İnsan eli değmiş yapay zaman iyi takip edilmeli; çünkü o, siz yürümeseniz de akar. Büyümeseniz de akar.)
Velhasıl, vasatın beyaz ışıklı labirentlerinde, vasattan hallice bir çıkış arar geçti pek çok gün. Birleşip özerk ve kasvetli haftalarını oluşturdular. Zaman zaman birtakım kıvılcımlar olduysa da, tüm müdahaleler haksız, zamansız bazen de yanlış olarak görüldü bu düzlemde, haliyle. İçişleri, dışişleri, haklar ve zırhlar…
Ömrümüzü dizmekle, devirmekle, devrim yapmanın hayali hududunda devirdiklerimizin altında kalmakla taçlandırdık. İlkel bir erginlik töreni gibi küçük çırpınışlarla varoluşa tırmandık. Ancak kadim hayal kırıklığının bekası bizden yüceydi . Öyle de olacaktır.
( Burada bir kısım yazı okunamıyor.)
…
Ve sonunda öyle bir yok olduk ki… Böyle yokluk görülmedi!”
[su_divider]
Görsel Kaynak