karanlığın içinden geçiyorum
derininde lacivert uğultu
bana yeni bir gösteri sunmak için
hiç göz değmemiş ışık hüzmeleri öğütüyor
öyle olmalı ki kadraja sokulan yarasalar,
kuleyi emekleyen yılanlarla gizin kokusunu emiyorlar
öyle olduğundan ay iki gecedir ortalıklarda yok
öyleyse işte zaman, midemde guruldasın.
durdum. gülümsüyordum
tam tamına üç saniye şişmanladım.
dosdoğru bakarken göz ucundan uçan yıldızın içini göğe boşaltması gibi, serin
fil olanlarınız beni gönlüyle anlar
bu lacivert yutkunmaya iki el ateş etsem
sonra iki torpil patlatıp alsam kendimi nikahıma
öyle ya devlet bana kızar
çünkü bu düpedüz kanunsuzluk
lâkin aşk, tadı asıl, nasıl anlatayım.
duruyordum. sustum. en şık pişmanlığımı çıkardım göğsümden,
oturttum karşıma. doğrulttum namluyu,
terini sıyırdım savurdum öteye.
ötede gözleri lacivert kesildi,
yer boşalırcasına uğultu yükseldi dipten
öyle olmalı ki kuleden atlayan kasırga,
kadrajı söken ilmekle gizli bir örgüte mensuplar
öyle olduğun güneş pılı pırtısını topladı bu diyardan
öyleyse zaman, dilim dudağımda seni sıvazlıyor.
karanlığın içini yarıyorum.
avuçluyorum mahremini
lacivert maviye, mavi buza meylediyor
durup dururken parçalıyorum kahkahayı
uzakta bir dağ, et yığını çığlıyor
tam tamına üç saniye daha biriktiriyorum.
bir göl beğeniyor, internetten sipariş ediyorum,
belki ayaklarımı suyun tenine dayarım diye.
hiç göl değmemiş gırtlağımla seni öğürüyor,
birkaç saniyeni damağımda uyutuyorum.
ben içimden şarkı söylerken sen rüyanda dans ediyorsun.
mutlusun, kıpırdama!
ellerini çözebileceğim bir yere koy!
dudaklarımda yeşeren yel için
avuçlarının ritmine ihtiyacım var