Ölüm korkusunu yenen insan, ölüme
yeniliyordu. Tetanos aşısı olurken, göbeğine vurulan paslı iğneden tetanos
kapmak gibi.
yeniliyordu. Tetanos aşısı olurken, göbeğine vurulan paslı iğneden tetanos
kapmak gibi.
Üzerimde,
Zincire
Vurulmuş Prometheus ’u bulalı
ve beni bu çukurun içine tıkalı tam yirmi beş gün olmuştu. Yaşadıklarımı kısaca
anlatacağım, gücüm yettiği kadar da tarif edeceğim. Anlatmakla tarif etmek,
göstermekle temas ettirmek gibidir. Yediğin güzel bir yemeğin içindeki
malzemeleri anlatabilirsin fakat o yemeğin tadı, kokusu ve sana
hissettirdiklerini sadece tarif edebilirsin. Ya da karşındakine o tarifle
aktarabilirsin. Buraya tıkıldığım ilk iki gün, pis bir kabın içinde sudan
(içine atıldığım çukur zifiri karanlık olduğu için kabın ne kadar pis olduğunu,
suyu içtikten sonra anlamıştım) başka
bir şey vermemişlerdi bana. Daha sonra önce çeyrek, ilerleyen zamanlarda ise
yarım ekmek ile sıcak suyun içine atılmış bir kaşık salça eklenmişti menüme. Günleri,
yediğim yemek sayesinde sayabiliyordum. Doğruluğundan şüphem vardı tabii. Günde
sadece iki kere yemek veriyorlardı bana. Belki de günleri şaşırayım diye yemek
aralarını kısaltmış olabilirler diye de düşündüğüm oldu fakat bu insanlar daha
fazla yemek verecek kadar dürüst değillerdi. Bu olayların nasıl başladığını
anlatmak gerekirse:
Zincire
Vurulmuş Prometheus ’u bulalı
ve beni bu çukurun içine tıkalı tam yirmi beş gün olmuştu. Yaşadıklarımı kısaca
anlatacağım, gücüm yettiği kadar da tarif edeceğim. Anlatmakla tarif etmek,
göstermekle temas ettirmek gibidir. Yediğin güzel bir yemeğin içindeki
malzemeleri anlatabilirsin fakat o yemeğin tadı, kokusu ve sana
hissettirdiklerini sadece tarif edebilirsin. Ya da karşındakine o tarifle
aktarabilirsin. Buraya tıkıldığım ilk iki gün, pis bir kabın içinde sudan
(içine atıldığım çukur zifiri karanlık olduğu için kabın ne kadar pis olduğunu,
suyu içtikten sonra anlamıştım) başka
bir şey vermemişlerdi bana. Daha sonra önce çeyrek, ilerleyen zamanlarda ise
yarım ekmek ile sıcak suyun içine atılmış bir kaşık salça eklenmişti menüme. Günleri,
yediğim yemek sayesinde sayabiliyordum. Doğruluğundan şüphem vardı tabii. Günde
sadece iki kere yemek veriyorlardı bana. Belki de günleri şaşırayım diye yemek
aralarını kısaltmış olabilirler diye de düşündüğüm oldu fakat bu insanlar daha
fazla yemek verecek kadar dürüst değillerdi. Bu olayların nasıl başladığını
anlatmak gerekirse:
Saat
geç olmuştu. Kol saatimi satıp kendime bir paket sigara aldığım günden beri
saatleri bu şekilde tarif etmeye başlamıştım. Çok erken, erkene yakın, erken,
elveda erken, yeni geç, geç, oldukça geç ve sabah ezanıyla beraber Aziz
Allah… Yürüyen insanlar ve
kahvehanelerden gelen tavla ve okey taşlarını masalara çarpma sesleri, henüz
çok geç olmadığının belirtisiydi. Velhasıl, geç bir saatte yaşadığım eve
dönerken bir çift ayak sesi kolumun altında duran kitabı çekti ve aldı. Arkamı
dönüp ne olup bittiğine bakmaya çalışırken tek bir el kafamı tutup yere
bastırdı. Kafam, bu devirde sadece usta bir kameramanın yapabileceği bir
hareket ile yere inerken, karşımda duran adamın yakasındaki parlayan yıldızı
görebildim. Derken kendimi bu izbe çukurda buldum. Beni kaçıranların önce
komünistler olduğunu düşündüm. Yaşadığım semtte bunlardan çok vardı. Daha önce
hiç adam kaçırdıklarını duymamıştım ama yıldızın, özellikle kızıl olanın,
onlara ait bir sembol olduğunu biliyordum. Durup kendimi sorguladım ve net
kararımı verdim: Komünistler adam kaçırmaz. Adam kaçıranlardan kaçarlar. Teksaslar,
Tommiksler derken yıldızın kimlere ait olduğunu algılamam çok da geç olmadı. Teksas,
Tommiks ve Mister No gibi eserlerden; Poetika, Hamlet, Prometheus’a geçen
birinin evrime inanmaması saçma olurdu. Beynin evrimi ile ilgili, okuduğum
fakültede defalarca söylemlerde bulunmuştum arkadaşlar arasında. Belki de ondan
buradaydım. Belki de değildim. Bilmiyordum.
geç olmuştu. Kol saatimi satıp kendime bir paket sigara aldığım günden beri
saatleri bu şekilde tarif etmeye başlamıştım. Çok erken, erkene yakın, erken,
elveda erken, yeni geç, geç, oldukça geç ve sabah ezanıyla beraber Aziz
Allah… Yürüyen insanlar ve
kahvehanelerden gelen tavla ve okey taşlarını masalara çarpma sesleri, henüz
çok geç olmadığının belirtisiydi. Velhasıl, geç bir saatte yaşadığım eve
dönerken bir çift ayak sesi kolumun altında duran kitabı çekti ve aldı. Arkamı
dönüp ne olup bittiğine bakmaya çalışırken tek bir el kafamı tutup yere
bastırdı. Kafam, bu devirde sadece usta bir kameramanın yapabileceği bir
hareket ile yere inerken, karşımda duran adamın yakasındaki parlayan yıldızı
görebildim. Derken kendimi bu izbe çukurda buldum. Beni kaçıranların önce
komünistler olduğunu düşündüm. Yaşadığım semtte bunlardan çok vardı. Daha önce
hiç adam kaçırdıklarını duymamıştım ama yıldızın, özellikle kızıl olanın,
onlara ait bir sembol olduğunu biliyordum. Durup kendimi sorguladım ve net
kararımı verdim: Komünistler adam kaçırmaz. Adam kaçıranlardan kaçarlar. Teksaslar,
Tommiksler derken yıldızın kimlere ait olduğunu algılamam çok da geç olmadı. Teksas,
Tommiks ve Mister No gibi eserlerden; Poetika, Hamlet, Prometheus’a geçen
birinin evrime inanmaması saçma olurdu. Beynin evrimi ile ilgili, okuduğum
fakültede defalarca söylemlerde bulunmuştum arkadaşlar arasında. Belki de ondan
buradaydım. Belki de değildim. Bilmiyordum.
Beni
kaçıranların kim olduklarını burada geçirdiğim tahminen sekizince günde tahmin
edebildim. İçinde kaldığım ve çukur diye tabir ettiğim yerin aslında bir kapısı
olduğunu da o gün öğrendim. Dışarıdan geçen adamın biri ismini haykırdı ve
mahkemeye gittiğini söyledi. Mahkeme… Olasılıkla bir devlet dairesindeydim.
Adliye dedikleri yer böyle olmamalıydı. “Ortaçağ’dan kalma bir adliye”
deyiverip geçiştirdim, üzerine düşüneceğim daha önemli sorunlarım vardı. Ev
sahibim… Ev sahibim demişken, Nebi Amca iyi niyetli biriydi. Kirayı aylarca
geciktirsem de okuduğum için mazur görür, kafasına göre de silerdi borçlarımı. Düzen
koruyucuları ile ilk karşılaşmam da Nebi Amca ‘nın ölümünde gerçekleşmişti. Zavallı
adam, bilmediğimiz bir sebepten dolayı kendini çatıdan atınca, yerini kirayı
geciktirdiğim her gün beni dışarı atmakla tehdit eden şerefsiz kardeşi almıştı.
kaçıranların kim olduklarını burada geçirdiğim tahminen sekizince günde tahmin
edebildim. İçinde kaldığım ve çukur diye tabir ettiğim yerin aslında bir kapısı
olduğunu da o gün öğrendim. Dışarıdan geçen adamın biri ismini haykırdı ve
mahkemeye gittiğini söyledi. Mahkeme… Olasılıkla bir devlet dairesindeydim.
Adliye dedikleri yer böyle olmamalıydı. “Ortaçağ’dan kalma bir adliye”
deyiverip geçiştirdim, üzerine düşüneceğim daha önemli sorunlarım vardı. Ev
sahibim… Ev sahibim demişken, Nebi Amca iyi niyetli biriydi. Kirayı aylarca
geciktirsem de okuduğum için mazur görür, kafasına göre de silerdi borçlarımı. Düzen
koruyucuları ile ilk karşılaşmam da Nebi Amca ‘nın ölümünde gerçekleşmişti. Zavallı
adam, bilmediğimiz bir sebepten dolayı kendini çatıdan atınca, yerini kirayı
geciktirdiğim her gün beni dışarı atmakla tehdit eden şerefsiz kardeşi almıştı.
Şerefsiz
olmasının sebebi, kira yüzünden değildi tabi ki. Nebi Amca’nın esnek davranması, iyi niyetiyle
alakalıydı. Kardeşinin şerefsiz olmasının sebebi, anahtarı ile evime girip
eşyalarımı karıştırması… Tanrım ne diyorum ben? Bu tarz gereksiz ayrıntılar ile
hem kendi kafamı, hem de bu yazdıklarımı okuyacak olan insanların kafasını
karıştırmamalıyım. Ayrıca dedikodu ve yanımda olmayan insanlar hakkında
ileri-geri konuşmak da etik anlayışıma uymuyor. Şöyle bir toparlamak gerekirse;
Nebi Amca kendini çatıdan aşağı attı, düzen koruyucuları gören-duyan kim varsa
sorguladı ve kiracısı olarak sorgulanması gerekenlerin başında ben geldim.
Durumu, kira konusundaki hoş görüsünü anlattım. İnsanların neden intihar ettiklerini
Freud’a bağlayarak açıklamayı da denesem de pek oralı olmadılar.
olmasının sebebi, kira yüzünden değildi tabi ki. Nebi Amca’nın esnek davranması, iyi niyetiyle
alakalıydı. Kardeşinin şerefsiz olmasının sebebi, anahtarı ile evime girip
eşyalarımı karıştırması… Tanrım ne diyorum ben? Bu tarz gereksiz ayrıntılar ile
hem kendi kafamı, hem de bu yazdıklarımı okuyacak olan insanların kafasını
karıştırmamalıyım. Ayrıca dedikodu ve yanımda olmayan insanlar hakkında
ileri-geri konuşmak da etik anlayışıma uymuyor. Şöyle bir toparlamak gerekirse;
Nebi Amca kendini çatıdan aşağı attı, düzen koruyucuları gören-duyan kim varsa
sorguladı ve kiracısı olarak sorgulanması gerekenlerin başında ben geldim.
Durumu, kira konusundaki hoş görüsünü anlattım. İnsanların neden intihar ettiklerini
Freud’a bağlayarak açıklamayı da denesem de pek oralı olmadılar.
Freud’a göre intihar: Kişinin öldürme ya da zarar verme
isteği sonucunda doğan bir eylemdi. Bana göre ise kişinin, korkularının üzerine
gitmesinden başka bir şey değildi. Ölümden korkan birinin ölümle yüzleşmesi
gibi… Ne yazık ki sadece bir kere yenilebiliyordu bu korku. Ölüm korkusunu yenen insan, ölüme yeniliyordu. Ölüm korkusunu oluşturan şey neydi? Ölüme yenilmek, onun pençesine
yakalanmak değil miydi? Eğer öyleyse, bu oldukça karmaşık bir mesele halini
alırdı. Tetanos aşısı olurken, göbeğine vurulan paslı iğneden tetanos kapmak
gibi… Gibi… Gibi…
isteği sonucunda doğan bir eylemdi. Bana göre ise kişinin, korkularının üzerine
gitmesinden başka bir şey değildi. Ölümden korkan birinin ölümle yüzleşmesi
gibi… Ne yazık ki sadece bir kere yenilebiliyordu bu korku. Ölüm korkusunu yenen insan, ölüme yeniliyordu. Ölüm korkusunu oluşturan şey neydi? Ölüme yenilmek, onun pençesine
yakalanmak değil miydi? Eğer öyleyse, bu oldukça karmaşık bir mesele halini
alırdı. Tetanos aşısı olurken, göbeğine vurulan paslı iğneden tetanos kapmak
gibi… Gibi… Gibi…
Günlerin
geçtiğini yemeklerle hesaplarken adamın biri elinde tuttuğu, tahminen demir bir
çubukla kapıma vurdu. Gözlerimi bağlamamı söyledi. Bağladım. İçeri girdi ve yakın
bir sürede mahkemeye çıkacağımı söyledi. Suçumun ne olduğunu sormama fırsat
vermeden çıktı, gitti. Birkaç saat sonra yine kapım çalındı ve yine gözlerimi
bağlamam konusundaki uyarı yapıldı. Bağladım. Kaldığım yerin değişeceğini,
başka bir yere taşınacağımı söyledi. Terfi etmenin verdiği dayanılmaz mutluluk
ve kolumdan tutmuş yüzünü asla göremediğim adam ile beraber yeni yuvamın yolunu
tuttuk. Önce uzun bir koridorda yürüdük. Daha sonra sola döndük ve çömelip dar
bir dehlizden geçerek yeni bir koridora çıktık. İleride basamak olduğunu
söyleyerek beni uyardı. Yaklaşık on dört merdiven indikten sonra yüzün üzerinde
adım atarak yeni odama girdim. “Bekle” dedi, kapıyı kapayıp kilitlediğini
duydum. “Şimdi gözlerini açabilirsin” dedikten sonra da gözlerimi açtım. Koşulsuz
itaatten başka bir şey değildi bu. Sadık bir köpek gibi bana söylenilenleri
harfiyen yerine getirmek her ne kadar hoşuma gitmese de elektriğe maruz kalmak,
makatıma sopa sokulması, pislik yedirilmesi ya da insan aklının hayal
edemeyeceği türlü işkenceye maruz kalmaktan daha iyiydi. Dilerlerse havlayıp, koş-getir de oynayabilirdim onlarla…
Düşüncelerimin değişmesi fazla vaktimi almadı.
geçtiğini yemeklerle hesaplarken adamın biri elinde tuttuğu, tahminen demir bir
çubukla kapıma vurdu. Gözlerimi bağlamamı söyledi. Bağladım. İçeri girdi ve yakın
bir sürede mahkemeye çıkacağımı söyledi. Suçumun ne olduğunu sormama fırsat
vermeden çıktı, gitti. Birkaç saat sonra yine kapım çalındı ve yine gözlerimi
bağlamam konusundaki uyarı yapıldı. Bağladım. Kaldığım yerin değişeceğini,
başka bir yere taşınacağımı söyledi. Terfi etmenin verdiği dayanılmaz mutluluk
ve kolumdan tutmuş yüzünü asla göremediğim adam ile beraber yeni yuvamın yolunu
tuttuk. Önce uzun bir koridorda yürüdük. Daha sonra sola döndük ve çömelip dar
bir dehlizden geçerek yeni bir koridora çıktık. İleride basamak olduğunu
söyleyerek beni uyardı. Yaklaşık on dört merdiven indikten sonra yüzün üzerinde
adım atarak yeni odama girdim. “Bekle” dedi, kapıyı kapayıp kilitlediğini
duydum. “Şimdi gözlerini açabilirsin” dedikten sonra da gözlerimi açtım. Koşulsuz
itaatten başka bir şey değildi bu. Sadık bir köpek gibi bana söylenilenleri
harfiyen yerine getirmek her ne kadar hoşuma gitmese de elektriğe maruz kalmak,
makatıma sopa sokulması, pislik yedirilmesi ya da insan aklının hayal
edemeyeceği türlü işkenceye maruz kalmaktan daha iyiydi. Dilerlerse havlayıp, koş-getir de oynayabilirdim onlarla…
Düşüncelerimin değişmesi fazla vaktimi almadı.
Dün
yanıma gelen birkaç nöbetçi, ellerimi bağlayıp gözlerimi açtıktan sonra dışarı
çıktı. Yaklaşık birkaç saat sonra kapıya vurup gözlerimi bağlamamı istediler
fakat ellerimin bağlı olduğunu ve göz bandımın onlar tarafından alındığını
onlara hatırlatmaya çalışsam da buna izin vermediler ve eğer on saniye
içerisinde gözlerimi bağlayıp, bunu onlara bildirmezsem içeri önce köpekleri salacaklarını
söylediler. Haliyle yalan söyleyip onları içeri çağırdım. Yüzlerini görmediğimi
anlamaları için başımı öne eğmiş bir şekilde bekledim. Ayaklarını görebildim. Bana
yaklaşan postalları… Bir, iki, üç, dört, beş, altı… AH! Altı adımdan sonra o
postal suratımdaydı…
yanıma gelen birkaç nöbetçi, ellerimi bağlayıp gözlerimi açtıktan sonra dışarı
çıktı. Yaklaşık birkaç saat sonra kapıya vurup gözlerimi bağlamamı istediler
fakat ellerimin bağlı olduğunu ve göz bandımın onlar tarafından alındığını
onlara hatırlatmaya çalışsam da buna izin vermediler ve eğer on saniye
içerisinde gözlerimi bağlayıp, bunu onlara bildirmezsem içeri önce köpekleri salacaklarını
söylediler. Haliyle yalan söyleyip onları içeri çağırdım. Yüzlerini görmediğimi
anlamaları için başımı öne eğmiş bir şekilde bekledim. Ayaklarını görebildim. Bana
yaklaşan postalları… Bir, iki, üç, dört, beş, altı… AH! Altı adımdan sonra o
postal suratımdaydı…
“…
Yaş, 20… Doğum Yeri, İstanbul… Yasadışı olduğu halde efendimize, Tanrı’mızın
yeryüzündeki gölgesine, düzenin koruyucularına ve düzene isyana teşvik eden
kitaplar taşımaktan…” Kendime geldiğimde, daha farklı kokan bir yerdeydim. Nefes
almamı güçleştiren, çuval benzeri bir bezle suratım komple kapatılmıştı. Bu
kararlar okunurken, mahkemede olduğumu düşünmüştüm fakat etrafımdaki insan
sayısının azlığı ve kararı okuyan sözde hâkimin lakayt tavırları, sık sık
gülmesi ve yine az sayıdaki insanların bu gülüşmelere eşlik etmesi, ortada
yanlış giden bir şeylerin olduğunu düşünmeme yetti. Sahi… Son bir aydır ortada doğru giden ne vardı ki?
Yaş, 20… Doğum Yeri, İstanbul… Yasadışı olduğu halde efendimize, Tanrı’mızın
yeryüzündeki gölgesine, düzenin koruyucularına ve düzene isyana teşvik eden
kitaplar taşımaktan…” Kendime geldiğimde, daha farklı kokan bir yerdeydim. Nefes
almamı güçleştiren, çuval benzeri bir bezle suratım komple kapatılmıştı. Bu
kararlar okunurken, mahkemede olduğumu düşünmüştüm fakat etrafımdaki insan
sayısının azlığı ve kararı okuyan sözde hâkimin lakayt tavırları, sık sık
gülmesi ve yine az sayıdaki insanların bu gülüşmelere eşlik etmesi, ortada
yanlış giden bir şeylerin olduğunu düşünmeme yetti. Sahi… Son bir aydır ortada doğru giden ne vardı ki?
“Bitmedi!”
dedi hâkim ve gülmeye devam etti. “Onu ıslah etmek için karargâhlarında misafir
eden, yediği yemeği paylaşıp onun güvenliğini sağlayan düzen koruyucularına
karşı dürüst davranmayıp, onların iyiliğini suistimal etmek ve yalan söylemek
suçundan ölüm xezasına çarptırılmıştır! Sehpa ve ilmek ile yarın tanışacaksın… Tanrı ruhuna merhamet etsin!” dedikten
sonra iki kişi koluma girdi ve beni kaldığım çukura geri götürdü. Ölecektim…
dedi hâkim ve gülmeye devam etti. “Onu ıslah etmek için karargâhlarında misafir
eden, yediği yemeği paylaşıp onun güvenliğini sağlayan düzen koruyucularına
karşı dürüst davranmayıp, onların iyiliğini suistimal etmek ve yalan söylemek
suçundan ölüm xezasına çarptırılmıştır! Sehpa ve ilmek ile yarın tanışacaksın… Tanrı ruhuna merhamet etsin!” dedikten
sonra iki kişi koluma girdi ve beni kaldığım çukura geri götürdü. Ölecektim…
Nebi
Amca karşımda durmuş, elinde tuttuğu kağıttan işlediğim suçları okuyordu. Benim
yüzüm açıktı, karşımda duranların gözlerinin içine bakıyordum. Nebi Amca’nın
hemen yanında İktisat hocam İbrahim, onların –bana göre- sağ çaprazında ise
babam duruyordu. İçlerinden sadece babam gözlerini kaçırıyordu benden. Kararı
okuyan Nebi Amca bile kağıt yerine gözlerime bakıyordu:
Amca karşımda durmuş, elinde tuttuğu kağıttan işlediğim suçları okuyordu. Benim
yüzüm açıktı, karşımda duranların gözlerinin içine bakıyordum. Nebi Amca’nın
hemen yanında İktisat hocam İbrahim, onların –bana göre- sağ çaprazında ise
babam duruyordu. İçlerinden sadece babam gözlerini kaçırıyordu benden. Kararı
okuyan Nebi Amca bile kağıt yerine gözlerime bakıyordu:
“Defalarca
ev kirasını ödememek ve bunu yok
sayan ev sahibini çatıdan atmaya
çalışmak, onun doğmasında büyük pay sahibi olan babasını aylardır aramamak,
hiçe saymak. Sınav notlarını verirken, kanaat kullanan hocasına teşekkür dahi
etmeyecek kadar saygısız olmak suçlarından idamına kararına verilmiştir!” Yalandı!
Nebi Amca’nın ölümüyle alakam bile yoktu. Kabul… Babamı aramamıştım, hatta dile
getirmeyi gururuma yediremesem de onu ve annemi hiç olmadığı kadar özlemiştim. “Ayrıca
o yavşak İbrahim beni dersten bıraktı, ne kanaati!” diye de ekledim savunmama.
Beni her durumda öldürecek insanlara itaat etmemeyi, geçirdiğim şu son bir ayda
öğrenebilmiştim. Nebi Amca sesimi kesmemi, emir kipi ile söyledikten sonra sehpa ve ilmek ile şimdi tanışacağımı
söyledi. Ne demek istediğini şerefsiz kardeşinin altımda duran sandalyeye
attığı tekme ile anladım. Ayağına giydiği postal, dün bana vuran düzen
koruyucusununkiyle aynıydı.
ev kirasını ödememek ve bunu yok
sayan ev sahibini çatıdan atmaya
çalışmak, onun doğmasında büyük pay sahibi olan babasını aylardır aramamak,
hiçe saymak. Sınav notlarını verirken, kanaat kullanan hocasına teşekkür dahi
etmeyecek kadar saygısız olmak suçlarından idamına kararına verilmiştir!” Yalandı!
Nebi Amca’nın ölümüyle alakam bile yoktu. Kabul… Babamı aramamıştım, hatta dile
getirmeyi gururuma yediremesem de onu ve annemi hiç olmadığı kadar özlemiştim. “Ayrıca
o yavşak İbrahim beni dersten bıraktı, ne kanaati!” diye de ekledim savunmama.
Beni her durumda öldürecek insanlara itaat etmemeyi, geçirdiğim şu son bir ayda
öğrenebilmiştim. Nebi Amca sesimi kesmemi, emir kipi ile söyledikten sonra sehpa ve ilmek ile şimdi tanışacağımı
söyledi. Ne demek istediğini şerefsiz kardeşinin altımda duran sandalyeye
attığı tekme ile anladım. Ayağına giydiği postal, dün bana vuran düzen
koruyucusununkiyle aynıydı.
Kapım
açılır açılmaz uyandım. Ellerim, ayaklarım, gözlerim ve ağzım bağlandı. İdama
giden bir suçlunun yanında böyle ciddiyetten uzak davranıldığını bilmiyordum.
Ağzım kapalı da olsa, “Sizin koruduğunuz düzeni de sikeyim, sizin gibi
koruyucuları da o düzenin içinde sikeyim…” gibi mert ve alengirli bir cümleyi
kurabildim. Sehpa ve ilmeğe doğru ilerlerken, şu söylediklerimi yapabileceğim
bir diyarı hayal ettim. Hemen peşinden de kulakları çınlatacak bir patlama
işittim. Etrafımdaki düzen koruyucuları, panik halinde etrafa koşmaya
başlamıştı. Ağır postalların çıkardığı sesten başka, çıplak ayakların çıkardığı
yalın sesler de vardı koridorda. Çınlayan kulaklarımda yankılanan bu seslerden
biri iyice yaklaştıktan sonra, bileğimdeki ve ayağımdaki bağları çözüp koşmaya
başladı. Kurtulan ellerimle, gözlerimi ve ağzımı çözdükten sonra ne olduğunu
sordum, çevremde koşuşan insanlar, hep bir ağızdan bağırıyordu:
açılır açılmaz uyandım. Ellerim, ayaklarım, gözlerim ve ağzım bağlandı. İdama
giden bir suçlunun yanında böyle ciddiyetten uzak davranıldığını bilmiyordum.
Ağzım kapalı da olsa, “Sizin koruduğunuz düzeni de sikeyim, sizin gibi
koruyucuları da o düzenin içinde sikeyim…” gibi mert ve alengirli bir cümleyi
kurabildim. Sehpa ve ilmeğe doğru ilerlerken, şu söylediklerimi yapabileceğim
bir diyarı hayal ettim. Hemen peşinden de kulakları çınlatacak bir patlama
işittim. Etrafımdaki düzen koruyucuları, panik halinde etrafa koşmaya
başlamıştı. Ağır postalların çıkardığı sesten başka, çıplak ayakların çıkardığı
yalın sesler de vardı koridorda. Çınlayan kulaklarımda yankılanan bu seslerden
biri iyice yaklaştıktan sonra, bileğimdeki ve ayağımdaki bağları çözüp koşmaya
başladı. Kurtulan ellerimle, gözlerimi ve ağzımı çözdükten sonra ne olduğunu
sordum, çevremde koşuşan insanlar, hep bir ağızdan bağırıyordu:
“SİVİL
DARBE!”
DARBE!”
92 İstanbul doğumlu. Varsa yoksa sinema… Tim Burton’ın Türkiye şubesi hayali varoluşunda yer alıyor desek yeridir. Bunun yanında düzenli ilişkisinde kuma görevi gören Edgar Allan Poe sevgisi, öykülerinde de kendini göstermektedir. Kendi yazıp, eşe dosta okuttuğu öyküleri 2013 yılında Kalem Kahve Klavye ile kamuya açıldı. Yıldız Tilbe’nin unutamadığı aşklarını şarkılarına yansıttığı gibi; zaman, ölüm ve varoluşla ilgili sorunlarına film ve öykülerinde yer vermektedir. Kısaca özetlemek gerekirse, Flört sever, Fenerbahçe’li güzel bir adamdır. Bunları da alırsak ortada Kerem namına hiçbir şey kalmaz.
Not: “Ozan Kotra’ya çok benziyorsun,” duyduğu en iyi iltifat.