Yazar Ufuk Karaman’la Bir Deha Muharrir adını verdiği kitabı üzerinden Sabahattin Ali’yi konuştuk…
Sabahattin Ali en sevdiğimiz yazarlardan ama onunla konuşunca sanki yazarı en çok Ufuk Bey seviyor. Nihayet Bir Deha Muharrir adını verdiği kitabı yazmış. Biz de bu vesileyle Ali’nin duyguları kelimelere nasıl dökülmüş, kitapları ne anlatıyor, mümkün olan her şeyi konuştuk. “O’nu öldürmüşlerdi. Ben de yaşatacaktım,” diyor Karaman. Ali bugün de Karaman’ın kitabında yaşamaya devam ediyor… —Damla Karakuş
“Sabahattin Ali’ye Hep Gülmek Yakışıyordu”
– Ufuk Bey, Sabahattin Ali’yle karşılaşma ve sonrasında onu araştırmaya başlama hikâyeniz pek romantik geldi bana. Sizden bir kere daha dinlemek isterim. Ama benimle ruh halinizi, hislerinizi de paylaşırsanız çok sevinirim.
Sabahattin Ali’nin Ses öyküsünü ilk okuduğumda bende derin yaralar açtı. Öykünün karakteri ile kendimi aynı yerde hissettim birden. Sivaslı Ali “O odada sesini bulamayan” birisidir. Ben de 1986 yılında 20 yaşımda ve yedi yaşından bu yana gazete makaleleri okuyan ve yazarların çoğunu tanıyan bir okurdum. Ben de yaşamda istediğimi bulamamıştım. Sanırım şubat ayındaydı, Milliyet Gazetesi yazarı ve genel yayın yönetmeni Abdi İpekçi’nin 1979 yılında öldürülmesi de bende derin yaralar açmıştır. İlk etkilendiğim öldürülme olayı budur. Sonrasında hep bekledim katillerin bulunmasını. Uğur Mumcu’nun çabalarını. Bende ilk umutsuzluğa neden olan bu olaydır.
Umutsuzluktan öte bir beklentidir bu; katillerin bulunması beklentisi. Okuduklarımı düşündüm. Çelişkileri bulmaya çalıştım o genç yaşımda. Düşünüyorum da ben de bu yurtta yerimi bulamamıştım. Birçok insan gibi. Ses öyküsünü okuduktan sonra, bu öykünün yazarına baktım: Sabahattin Ali. Yaşam öyküsüne dair çok bilgi bulamamıştım. Ancak öldürüldüğünü, daha doğrusu katledildiğini öğrendiğimde çok üzülmüştüm. Eskiden şiir kartpostalları olurdu. Bende, fotoğrafının altında “Döndüm daldan kopan kuru yaprağa. Seher yeli dağıt beni kır beni. Götür tozlarımı buradan uzağa. Yârin çıplak ayağına sür beni,” dörtlüğünün yazılı olduğu bir tane vardı. Bu kartpostal halen bende durur. Arşivimdedir. O gün kendime söz verdim. O’nu öldürmüşlerdi. Ben de yaşatacaktım. Bugün bu kitabımın çıkmasının temeli o sözde yatıyor. Sabahattin Ali’nin kendi sözleriyle bitireyim sözümü: “Konuştum. Ruhumu kurtardım.”
– Peki, daha sonra araştırmalarınızı bir kitap yapma fikri nasıl doğdu? Yazmaya ve paylaşmaya nasıl karar verdiniz?
Edebiyatı çok seviyorum ve devamlı okuyan biriyim. Geniş bir kitaplığım var. Kendime verdiğim sözü gerçekleştirmek üzere yola çıktım ancak ne yapacağımı da bilmiyorum. Kitapçılarda dolaşmaya başladım. Çok sık yaptığım bir şeydir. Kitapçıları dolaşmak huzur verir bana. Sabahattin Ali’yle ilgili bir şeyler arıyordum. Asım Bezirci’nin Sabahattin Ali araştırma-inceleme kitabını gördüm ve hemen aldım. Beni Sabahattin Ali’yle tanıştıran, o güzel insan Asım Bezirci’dir. Aldığım o kitabı yıllar sonra Cumhuriyet Kitap Kulübü’nün İzmir Fuarı’nda imza gününde imzalatmıştım Asım Bezirci’ye. O gün benden daha mutlu kimse olamazdı. Benim rehberim bu kitap ve yazarı Asım Bezirci’dir.
– Sizce Sabahattin Ali okuru hangi özelliklere sahiptir?
Bu çok zor bir soru aslında benim için. Sabahattin Ali okuru olmak… Aslında bu sorunun yanıtı yazarla ilgili. Oku oku geçemiyorsun. Okuduğunu anlamanı isteyen bir yazar var. Anlamadığın zaman sana hatırlatan bir yazar. Karakterin ruhuna girmeni sağlayan bir yazar. Örnek vereyim: Kuyucaklı Yusuf romanından Şahinde Hanım karakteri yazarın annesinden izler taşır. Aynı zamanda Gustave Flaubert’in Madame Bovary’sinden. Sabahattin Ali okumuştur o kitabı mutlaka. Yazarla bütünleşmeden anlayamazsınız o romanı. Ben de öyle yapmaya çalıştım. Sabahattin Ali diyor ki: “Anlaşılmak istiyorum.” Derdi bu olan yazarı anlamak gerekir diye düşünüyorum. Sabahattin Ali okuru da bunu başarabilendir bence. Ayrıca çok özel bir soruydu. Anlatmama fırsat oldu. Bu soru için özellikle teşekkür ederim size.
– Samimiyetle yanıtladığınız için ben teşekkür ederim. Sabahattin Ali’nin öykülerinden doğan besteler geçmişten bu yana kulağımızda. Siz bu yönünü kısaca nasıl değerlendirirsiniz?
Bu soruyu iki ayrı bölüme ayırarak yanıtlayacağım: Yazarın kendi şiirleri ve öykülerindeki besteler. Kendi şiirleri 20’nin üzerinde bestelenmiştir. “Aldırma Gönül Aldırma”, “Geçmiyor Günler”, “Kara Yazı”, “Mayıs Ayların Gülüdür”, “Leylim Ley”, vb. gibi birçok şiiri bestelenmiştir. “Leylim Ley” şiirini açayım biraz. “Dağlar” ve “Rüzgâr” şiirlerinde yoktur bu şiir. Öykünün içerisinde geçen bir şiirdir. Öykülerindeki bestelere gelince “Gece kapladı her yeri/ Keder sardı dereleri” gibi Hanende Melek öyküsünde geçen besteler vardır. Sabahattin Ali, Konya oturak alemlerini yazan birisidir. Yeni Dünya öyküsü örnektir buna. Konya Oturak Alemleri’ni İlhan F. Demir adıyla Orhan Kemal yazmıştır. Sabahattin Ali Yozgat ve Konya’da geçen öğretmenlik günlerinden öyküleri yazmıştır. Bu öykülerindeki besteleri kitabımda anlattım.
– Sizce Ali, okuduğu yazarlardan nasıl beslendi? Onlar, Ali’nin hangi yönlerine katkıda bulundu?
Okuduğu yazarlar, dünya edebiyatının en önemli yazarlarıdır. Sabahattin Ali’nin dünyasını etkilemişlerdir. Bunlardan en önemlisi Ivan Sergeyeviç Turgenyev’dir. Lüzumsuz Bir Adamın Günlüğü adlı kitabını Almanca çevirisinden okumuştur. O kitap ne yazık ki yurdumuzda 2013 yılında çeviri yapılmıştır. Upton Sinclair’in Oil kitabını Almanya dönüşünde okumuş, “Bu kitapta yazılanların onda biri doğruysa vicdanlı bir insanın solcu olmaktan başka seçeneği yoktur,” demiştir. Hıfzı Topuz, bu sözleri Eski Dostlar adlı kitabında belirtir. Ernst Glaeser’in 1902 Doğumlular ve Son Sivil adlı kitapları önemlidir. Norah Lofts’un Merhamet Cehennemi adlı kitabını cezaevindeyken eşinden istemiştir okumak için. Sinclair Lewis’in Bethel Marriday’i, Romeo ve Jüliet güncellemesi olarak kabul edilmektedir. Bir aktristin yolculuğunu anlatır. Tur şirketindeki yaşam anlatılır. Türkçeye çevrilememiştir, Merhamet Cehennemi gibi. Yine Recaizade Mahmut Ekrem çevirisi Chateaubriand’ın Atala’sı okunacak kitaplar listesindedir. Frank Thies’in Die Verdammten adlı kitabı da okunacak kitaplar listesinde yer almıştır. Değirmen öyküsünün Maksim Gorki’nin 1892 yılında yazdığı Makar Çudra adlı öyküsüyle benzerlikler taşıdığı söylenir.
“Sabahattin Ali’nin Öldürülmesi Kötülüğün Vücut Bulmuş Halidir”
– Köy Enstitüleri tarihimiz adına hem büyük bir başarı hem derin bir yara. Ali de kuruluş ve yürütülüş sürecinin bir parçası. Siz hem araştırmalarınız hem de kişisel değerlendirmelerinizle bu dönemi bize kısaca nasıl özetlersiniz?
Köy enstitüleri, 17 Nisan 1940’ta 3803 sayılı, 17 köy enstitüsünün açılmasını kapsayan yasanın uygulanmasıdır. Düşünün, 18 milyon nüfusunuz var ve 2,5 milyonu okuma yazma biliyor. Bu bir uygarlık projesidir. Ama ne yazık ki çeşitli gerekçeler uydurularak ve ilerlememizi istemeyen güç odakları tarafından her türlü engellemelerle kapatma yoluna doğru götürmüşlerdir enstitüleri. Truman doktrininin bir kolu olan Marshall yardımının verilmesi karşılığında ne yazık ki köy enstitülerini kuran kişilere yaptırılmıştır tüm bunlar. Köy enstitülerini işlevsizleştiren Milli şef sistemi kapatılmasının önünü açmıştır. Göstermelik birçok partili hayata geçiş ve yardımın gelmesiyle uygulanamayan toprak reformu kanunuyla birlikte köy enstitülerini çöpe atmıştır milli şef. Atatürk’ten sonra adına ansiklopedi yapılan milli şef, üzgünüm ki köy enstitülerini kapatan kişi olmuştur. İsmail Hakkı Tonguç ve Hasan Ali Yücel’i de anmadan geçemeyeceğim. Ruhları sevinsin. Sabahattin Ali de bu süreçte Tercüme Bürosu’nda çeviriler yapmış, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne konuk olmuştur.
– Ali’nin öldürüldüğü dönemdeki kabineyi de utanç tablosu olarak paylaşmışsınız. Sizi bu araştırma sürecinde en dehşete düşüren şey ne oldu Ufuk Bey?
Sabahattin Ali’nin öldürülmesi kötülüğün vücut bulmuş halidir. Bir kişinin üzerine atılmış, bunun için aylarca beklenmiş, senaryo hazır olduktan sonra da 12 Ocak 1949’da açıklanmıştır kamuoyuna. Ali Ertekin bu süreçte kullanılan bir şahıstır. Aydın kesime gözdağı verilmiş bir siyasal cinayettir. Karşı görüşteki Cemil Sait Barlas çok sonraları “O’nun kanı hepimizin üzerine bulaştı,” demiştir. 1965 yılına kadar 17 yıl kitapları basılamamıştır. Yıllar sonra da olsa Sabahattin Ali okuru tüm bu yasaklara karşı O’nun kitaplarını en çok satanlar arasına çıkarmış, hak ettiği değeri onaylamıştır. Kabineyi yazmamın nedeni o dönemde sorumlu olacak mevkilerde olanlar ve hesap vermeyenlerdir. Nitekim bu cinayet ortaya çıkarılsaydı sonrasındaki cinayetler o kadar kolay işlenemezdi ya da yapanların yanına kâr kalmazdı.
“Kuyucaklı Yusuf‘un Hak Ettiği Değeri Görmesini İstiyorum”
– Kitapta Kuyucaklı Yusuf’un derinlemesine bir analizini de yapıyorsunuz. Bu romanın sizi kişisel olarak en çok etkileyen yönü ne oldu?
Kuyucaklı Yusuf, öykülerinden sonra okuduğum ilk romanıdır Sabahattin Ali’nin. Bölge itibarıyla Batı’yı seçmiş yazar. Aslında o dönem Yakup Kadri’nin Kadro hareketi var ve romanlarında yoğunlukla Batılılaşma işlenmiştir. Sabri Ertem var, Çıkrıklar Durunca. Halide Edib var; Sinekli Bakkal, Tatarcık. Yalnızlığı ve yabancılaşmayı Sabahattin Ali işlemiştir edebiyatımızda. Aslında “Yabanın Yusuf’u” der birkaç yerde yazar, “Yabanın Köylüsü” der. “Şehirlere alışamadı,” der. Aydın’da, Toptepe’de cezaevinde yatarken tanımış Kuyucaklı Yusuf’u. Konya’da Yeni Anadolu gazetesinde, 26 sayı olması gerekir, tefrika olarak yayımlanır. Ancak gazete sahipleri parasını vermeyince yayımı bitirir Sabahattin Ali. Bunun üzerine Atatürk’e ve İnönü’ye hakaret şiiri ortaya çıkar. “Altı ay önce bir dost meclisinde(!) okundu,” denilerek içeri atılır. Dost meclisinde okumuş olduğunu varsayalım, o mecliste okunan orada kalır. Altı ay önceki okuma işini nereden uyduruyorsunuz peki? Nasıl anımsıyorsunuz? Yalancı tanıklarla! Bunların tezgâhını Oktay Akbal’ın Sıraç Aydıntaşbaş’la yaptığı söyleşide ortaya koydum. O hesap bitti bu belgeyle. Sabahattin Ali hesaplaşmıştır kendisine tezgâh kuranlarla. Öldürüldükten sonra bile O’nu haklı gören, seven okurlarıyla bunu yapmıştır Sabahattin Ali. Atatürk’e mektup yazmış ancak ulaştıramamıştır.
Kuyucaklı Yusuf size ne kattı?
Kitap çıkarma düşüncem Kuyucaklı Yusuf romanının tefrikasının 67 bölümünü gazeteden bulunca başladı. Tan gazetesi yayımladı. Kürk mantolu Madonna novellasını da Hakikat gazetesi tefrika etmiştir. İçimizdeki Şeytan’ı ise Ulus gazetesi. Bunların hepsi Ufuk Karaman Arşivi’mde mevcuttur.
– Sizin Filiz Ali’ye sorduğunuz bir soruyu ben de size sormak istiyorum: Türk yazın tarihinde Kuyucaklı Yusuf’un yeri nedir?
Kuyucaklı Yusuf’u; tefrika,1937 baskı Yeni Kitapçı,1943 ikinci baskı ve Yapı Kredi Yayınevi kitaplarını, bu arada tek sayı çıkan Project dergisini tüm romanı kelime kelime karşılaştırdım. Bir tez oldu aslında. Sonrasında Sabahattin Ali’nin kız kardeşiyle Kuyucak yolculuğumuz var ve Edremit’te yaşadığı evi de gezdim. Anı evi şu an. Romandaki karakterlerin gerçek olduğunu biliyorum ama oraya gittiğimde hissettim, inanır mısınız bilmem. Şakir’i aradım. Şerif Ali’yi, Terzi Mürvet Hanım’ı. Edremit benim için Sabahattin Ali okuluydu. Kuyucaklı Yusuf da bir Türkiye klasiği. Türk yazın tarihinin yabancılaşmayı anlatan en iyi romanıdır bence. Dünya edebiyatında klasikler arasına girmelidir. Kuyucaklı Yusuf’a bu kadar önem vermemin nedeni budur. Hak ettiği değeri görmesini istiyorum.
“Beklemenin Karşılığını Gördüm”
– Kitaptaki alıntılarınıza ve kaynakçanıza bakıldığında sizin de müthiş bir okur olduğunuzu görmek kolay oluyor. Siz kimleri okuyorsunuz? Nasıl bir okur olarak tanımlarsınız kendinizi?
İyi bir okur olduğum görüşünüz için teşekkür ederim. Sabahattin Ali dışında Yusuf Atılgan ilgimi çeker; Aylak Adam, Anayurt Oteli. Reşat Nuri önemli bir yazar. Sait Faik önemli. Leyla Erbil. Yüreği güzel, kalemini satmayanları okurum. Turgenyev özel ilgi alanımdır; özel arşivim vardır Turgenyev’le de ilgili. Sonra Oscar Wilde, Kafka, Zweig, Harold Crane şiirleri, Ahmed Arif, tabii ki Nâzım, Özdemir Asaf, Edip Cansever, Ahmet Erhan…
– Peki ya Ali’yi araştırırken nasıl bir okurdunuz? Stratejiniz neydi, nasıl bir yol izlediniz?
Yine zor bir soru, bu soru için de özellikle teşekkür ederim. Bu benim amacımı gerçekleştirmede izlediğim yoldur. 1986’da anneannemin yanına gitmiştim, Artvin Ardanuç’a. Bir yıl sonra öldü anneannem. Son gördüğümde o 86, ben de 20 yaşımdaydım. Teybimiz vardı, Shaub Lorenz marka. Nereden aklıma geldi, şu an bile bilmiyorum. Nenem bana hep anlatırdı 93 Harbi’ni. Nenemle aramda bir bağ vardı; sevgi bağı. Beni çok severdi. Dedim ki “Anlatsana nene, ne oldu?” Her şeyi sordum, en ince ayrıntısına kadar. Kasetin yettiği kadar. Evimize döndük, Elazığ’a. Nenem bir yıl sonra öldü. Hep bekledim, bu kasete ne zaman sıra gelecek? Uzun bekleyiş, değil mi?
Gerçekten uzun…
39 yıl! Nenemin sesini yazıya döktüm, ne söylediyse. 93 Harbi’ni araştırdım. 1877-78 tarihleri arasında olmuş. Savaşın sonuçları 1923’e kadar sürmüş. Miladi takvime göre 93 yılına denk geldiği için adı 93 Harbi olarak geçiyor. Nenemin anlattıkları hoş şeyler değildi. Batum göçmenleri olarak geçiyorlar tarihte. Çok kayıp vermişler yollarda hastalıktan, kimi delirmiş… Ben kafaya takmıştım Batum göçmenlerini, araştırmacı yazar özelliğimin sonucu belki. Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde, Muammer Demirel’in Batum göçmenleri üzerine bir tezi var. Böylece nenemin sesiyle birlikte elimde iki veri oldu. Üçüncü konu ne oldu biliyor musunuz?
Ne oldu?
Beklemenin karşılığını görüyordum. Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf romanında 209. sayfada Batum göçmenlerinden söz ediyor. Kendisi Balkan göçmeni olan Sabahattin Ali romanda Avniye Dere alanına Batum göçmenlerinin yerleştirildiğini yazıyor. Benim çıkaracağım kitap neneme ithaf olmalıydı. Onun hakkıydı. Öyle yaptım.
– Kitapta örneğin Süheyla Conkman’dan yaşam dersleri diye üç maddelik bir bölüm var. Siz bu kitabı hazırlayana kadar geçen süreçte kendinize nasıl yaşam dersleri çıkardınız?
Nenemle olan sevgi bağım Sabahattin Ali’yle birleşmişti. Bu sevgi bağı Sabahattin Ali’nin kız kardeşini görme çabasında da aynıydı. Kitabı bana yazdıran sevgi bağıdır. Nenem, Sabahattin Ali, Saniye Süheyla Conkman (kız kardeşi). Hiç tereddüt etmedim. Saniye Süheyla Conkman’dan da nenemden de Sabahattin Ali’den de sevgim hiç bitmedi. Hep sürecek. Her daim anacağım. Yaşam dersi budur bence.
“Sabahattin Ali Yaşasaydı Dünya Edebiyatını En Çok Takip Eden Yazarlardan Biri Olurdu”
– Sabahattin Ali’yle ilgili en çok yanlış anlaşılan ya da eksik bilinen şey sizce nedir?
Sabahattin Ali’yle ilgili çok yanlışlar var. İlkini hemen söyleyeyim: “Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz.” Bu türkünün Sabahattin Ali’yle ilgisi yok. Her güzel sözün altına Sabahattin Ali yazıyorlar. Söylemediklerini de. Araştırmadan beğeniliyor. Can Yücel’e de yaptılar bunu mesela. Kaynakçam 200’e yakın. Belgesiz bir yazı yazmam. Kaynakça olmadan kitap yazanlar var. Umarım okur herkesin değerini verir.
– Kitapta yer veremediğiniz ama sizin için çok kıymetli olan, belki de “gönlünüzde kalan” bir anekdot ya da bilgi var mı?
Kitapta yer vermediğim şeyler var tabii. Bir kitap daha çıkarabilirim, arşivim geniş. Öldürülmesi konusunda söyleyemediğim ve yer vermediğim şeyler var. Ayrıca soyağacıyla ilgili bazı şeyleri netleştirdikten sonra yazabilirim. Sonraki baskılarda.
– Sabahattin Ali’nin bugünün sosyal medya çağında yaşadığını düşünsek, onun Twitter’da ya da bir podcast’te neler söyleyeceğini hayal ediyorsunuz?
Sabahattin Ali yaşasaydı dünya edebiyatını en çok takip eden yazarlardan biri olurdu. Kürk Mantolu Madonna’da duvardaki tablodaki kadına aşkı yazan bir yazardan söz ediyoruz; aşk olurdu hep hayatımızda. Sevgi olurdu. Bizi hep güldürürdü. Öldürülmesiyle üzüldük. Ona hep gülmek yakışıyordu oysa. Çocukken oynadıkları bir oyun sırasında bir çocuk taş atmış Sabahattin Ali’ye. Annesi Hüsniye Hanım kızmış oğluna, sen neden yanıt vermedin diye. “Onun da mı canı yansın anne!” demiş. Böyle bir insanı yazdım ben. Huzurluyum. Rahat uyusun usta.
Bir Deha Muharrir · Arka Kapak Yazısı
1940’ların başında Türkiye’de Yeni Edebiyat dergisinin düzenlediği “Halkçı Edebiyat ve Realizm” başlıklı ankete katılan Hilmi Ziya Ülken, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Sabahattin Ali, gerçekçiliği romantizm ve doğalcılık ile ilişkili bir biçimde tartışmışlardır. Bu tartışmada Hilmi Ziya Ülken, Sabahattin Ali’ den “Deha realist muharrir” diye söz eder.
Bir yazar, Bir deha yazar, Öncü yazar, Eşinin sözleriyle “…Tuvalette, otobüste, parkta, konuşmadığı her yerde, her zaman çok kitap okurdu. ”Neden Öncü Yazar? Ömer Faruk Toprak Sabahattin Ali’yi anlatırken: “O dönemi yaşamayanlar bilmezler, belki gözlerinin önüne de getirmeleri güçtür. O zaman yayımlanan her öyküsü, her kitabı bir olaydı onun. (…) Hemen bütün aydınlar, Sabahattin Ali’yi merakla izliyorlardı.” Bir derste edebiyat hocası Ali Canip Yöntem’e sormuştur: “Hocam, nasıl güzel yazı yazılır? ”O da “Çok okumak lazım” demiştir. Ali Canip Yöntem’in, Hayat Mecmuası’nda “Edebiyat Meraklısı Bir Gence Mektup” başlıklı yazısı, Sabahattin Ali’ ye ithafen yazılmış ancak bu detay belirtilmeyip isimsiz olarak edebiyat tarihine geçmiştir. Hocası Ali Canip Yöntem’in öğüdünü yerine getirmiş, edebiyat tarihine adını “Bir Deha Muharrir” olarak altın harflerle yazdırmış öncü bir yazardır Sabahattin Ali…
ŞİMDİ OKU: Filiz Ali: “Sabahattin Ali’nin 17 Yıllık Telif Hakkı Kaybıyla İlgili Hakkımızı Arıyoruz”

Bunca zaman çok sayıda biyografi yazmış olsam da iş kendimden bahsetmeye gelince, yanakları al al olan küçük bir kız çocuğuyum. İçimdeki kırmızı balonu her gün gezintiye çıkarıp bulutlara gönderiyor, sonra bana geri dönmesini bekliyorum; aslında hepimiz gibi. Ben sadece o dönene dek yazıyorum… Daha ayakları yere basan cümleler kurmam gerekirse: Merhaba, ben Damla Karakuş. 1 Eylül 1990 doğumluyum. Mühendislik diplomamdan uçak yaptığımdan beri sadece yazıyor ve bazen de resim yapıyorum. Hayatta en çok hayvanları, ağaçları, çiçekleri ve bulutları seviyorum.