14.10.2016 tarihli Hürriyet gazetesinin internet sitesinde şöyle bir manşet karşımıza çıkmıştı: “Tarihin ilk uzay ülkesi Asgardia ile tanışın!” Haberin içeriğinde ise şöyle deniyordu: “Yaklaşık 100.000 insanın Dünya yörüngesinde kurulacak olan bir uzay istasyonunda kendi kural ve yasalarıyla yaşamasını öngören uzay ülkesi Asgardia; meteor, uzay çöpü ve diğer tehditlere karşı Yeryüzü’nü korumaya çalışacak.”(1)
Resmi internet sitesinde, bu fütüristik projenin tam adı Asgardia The Space Kingdom, Asgardia Uzay Krallığı olarak geçiyor. Gazete “uzay krallığı”nı “uzay ülkesi” olarak çevirmiş ya da bu şekilde kullanılan bir yerlerden aktarmış. Fakat zihinlerde göksel bir kent, fiziksel bir yaşam alanı izlenimi uyandıran bu sözcükler sizi yanıltmasın. Projenin kurucu babalarından Azerbaycan asıllı Rus vatandaşı Igor Ashurbeyli şöyle söylüyor: “Fiziksel anlamda Asgardia vatandaşları Dünya’da bulunacaklar ancak sadece Dünya’nın başka bir ülkesinde yaşıyor olacaklar. Başvuru sayısı 100.000’i geçtiği takdirde Birleşmiş Milletler’e devlet statüsü için de başvurabileceğiz.”(2)
Özetle: Asgardia zaman içinde gerçekten bir uzay ülkesi, krallığı ya da ulusuna (space nation) dönüşebilir ama o güne kadar sanal bir devlet!
Laf aramızda; “uzay cumhuriyeti” değil de “krallığı” ibaresinin kullanılmasından pek hoşlandığımı söyleyemem. Masalsı, mitolojik bir hava katmak için mi bunu tercih ettiler bilmiyorum ama kavramsal düzeyde bile olsa monarşiyi, otokrasiyi, dünyevi krallıkları uzaya taşımanın ya da bir tür “kozmik seçkincilik” yaratmanın, demokrasinin kozmetik bir kavrama dönüştüğü bugünlerde pek bir anlamı yok.
Her neyse; siyasi paranoyaları şimdilik bir kenara koyup yolumuza devam edelim.
Ashurbeyli, projenin felsefesinin, uzay istasyonu için seçilen isimle, yani Asgardia ile başladığını söylüyor ve Asgard’ın İskandinav mitolojisinde tanrıların yaşadığı bir gökyüzü kenti olduğunu belirtiyor.
İskandinav mitolojisi ülkemizin çok da yabancısı olduğu bir konu değil. Öyle ki rastgele bir ilkokul öğrencisini çevirip sorsanız, size Odin, Thor, Loki, Asgard ya da Valhalla hakkında en az İsveç ya da Norveçli yaşıtları kadar temel bilgiler verebilir. Tabii bunda çizgi roman, fantastik edebiyat, sinema ve metal müziğin büyük rolü var. Örnek mi? Marvel’ın Örümcek Adam ve Iron Man gibi beyazperdede de yüksek gişe hasılatına sahip çizgi karakteri Thor’u anımsayalım. Ya da ülkemizde de geniş bir hayran kitlesine sahip Amerikalı heavy metal topluluğu Manowar’un şarkılarına bir göz atalım: Odin, Sons of Odin, Blood of Odin, The Asgard Saga, The Gates of Valhalla… Ayrıca Bathory, Amon Amarth, Enslaved gibi topluluklardan oluşan ve şarkı sözlerini yine İskandinav kültür, tarih ve mitolojisinden alan “Viking Metal” denen bir tür var.
Ve Vikingler…
Bizim kuşak şu nakaratı anımsayacaktır: “Ha-ha-ha haftaya, buluşalım haftaya, Vikingler geliyor, devamı haftaya!” Ülkemizde ’70 ve üstü doğumluların Viking kavram ve imajıyla ilk tanışması 80’lerde TRT’de yayınlanan o meşhur Vikingler çizgi filmiyle olmuştur sanırım. Yukarıdaki dizeler de bu çizgi filmden. Bir kuşak da Michael Hirst’ın yakın zamana kadar Türk televizyonlarında yayınlanan Vikings dizisiyle onlarla tanıştı.
Viking denildiğinde çoğumuzun aklına ejderha kafalı gemiler, boynuzlu miğferler ve sert tabiatlı, savaşçı Kuzeyli barbarlar gelir. Bazı kaynaklar bu klasik Viking imajını, başrollerini Kirk Douglas, Janet Leigh ve Tony Curtis’in paylaştığı, yönetmen Richard Fleischer’ın 1958 yapımı Vikingler filminin oluşturduğunu söylüyor.
70’li yılların ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan bazı arkeolojik bulgular mevcut Viking imajını bir parça değiştirdi. Mesela boynuzlu miğferler giymedikleri artık biliniyor. Zannedildiği kadar da pis değiller; yapılan kazılarda tarak, tıraş takımları, aynalar vb. aletler bulunmuş. Ama BBC Türkçe’de yayınlanan Vikingler hakkında bilmediklerimiz(3) başlıklı yazıda da belirtildiği gibi onları Cenevre Konvansiyonu’na bire bir bağlı barışçıl melekler gibi görmek de mümkün değil. Ülkelerindeki sert tabiat koşulları kültür ve karakterlerine de yansıyor. Soğuk iklimde tarım yapmak güç olduğu için en önemli geçim kaynaklarından biri yağmacılık. Bununla birlikte gemi teknolojisinde zamanlarına göre oldukça ileriler: Kanada’dan İstanbul’a, Ukrayna’dan Arabistan’a kadar Viking izlerini görmek mümkün.
Tüm bu saydığımız tarihsel, mitolojik ve kültürel olgular Viking Saga’larında da (destanları) karşımıza çıkıyor elbet. KaraKarga Yayınları’ndan çıkan, Jennie Hall’un derlediği, Servin Sarıyer’in dilimize kazandırdığı Viking Masalları’na şöyle bir göz atalım.
Mesela Diş Kölesi masalında, Olaf adlı karakter, girizgâhta sözünü ettiğimiz Asgard hakkında şunları söylüyor: “Olaf, ‘Gökyüzünde Asgard var, biliyorsun,’ demiş. ‘Güzelliği dillere destan bir şehirdir orası. İçindeki altından bir ormanda, tanrıların altından evleri bulunur. Etrafı yüksek bir duvarla çevrilidir. Odin’in evinde de yaşadığımız dünyadan kat kat büyük bir ziyafet salonu olan Valhalla vardır.”
Valhalla, kısmen Hristiyanlık ve İslamiyet’in Cennet’ini andıran, ama yalnızca cesur savaşçıların öldükten sonra gidebildiği bir tür mitolojik emekliler kahvesi: “Yalnız Valhalla’ya öyle herkes gidemezmiş, orası sadece savaşta can veren cesur savaşçılar içinmiş. Hastalıktan ya da yaşlılıktan yataklarında ölen erkekler ve kadınlar, çocuklarla ve ürkek insanlara birlikte Nifleheim’a gidermiş.”
Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, hastalıktan ölenler ve “korkaklar” Sis Dünyası (World of Fog) Nifleheim’a, “cesur savaşçılar” Valhalla’ya… Günümüz kavramlarıyla düşünürsek Viking zihniyeti buram buram Sosyal Darwinizm kokuyor. Anakronik hatalara düşmeyelim, yüzlerce yıl öncesinden bahsediyoruz diyeceğim ama bir tür Odinizm’i canlandırmaya çalışan neo-pagan Nazilerin “okült ırkçılığına” dün denebilecek bir tarihte tanık olduk. Yeri gelmişken, Carl Gustav Jung’tan da bir anekdot paylaşmak isterim: Jung, İkinci Dünya Savaşı’nın geldiğini hastalarının rüyalarından anladığını söylemişti. Birçoğu rüyasında Odin ya da diğer adıyla Wotan’ı görüyordu. Odin/Wotan’ın bir özelliği de savaş ve savaşçıların tanrısı olmasıydı…
Niflheim, İskandinav ve Cermen mitolojisindeki dokuz dünyadan biri. Dokuz sayısının Viking kültüründe önemli bir yeri var. Diğer dünyalardan bazıları ise: İnsanların yaşadığı Midgard (Orta Dünya), İngilizcedeki Cehennem anlamına gelen Hell sözcüğünün kökeni Hel, Elf’lerin yaşadığı Alfheim vd.
Diş Kölesi’nde Olaf, yaşlı bir savaşçının hikâyesini anlatmaktadır. Yaşlılığı barış dönemine denk gelen ihtiyar kurt, savaş alanında ölüp, Valhalla’ya gidemeyeceği için hayıflanmaktadır. Ama o sırada Odin’in bir emrini hatırlar: “Eğer bir adam ölümün kıyısına gelir de savaş alanında can veremeyecek olursa, başka bir şekilde, cesaret göstererek kendini öldürsün. O zaman Valhalla’da benimle birlikte olabilir.”
İsveç, Norveç gibi ülkelerdeki yüksek intihar oranlarının sebebi genelde iklim koşullarına bağlanır. Fakat masalda da görüleceği gibi baş tanrı Odin, Vikinglerini alenen intihara teşvik ediyor(!). Bunu da bir kenara not edin, lazım olabilir…
Çok mu iç karartıcı oldu. O zaman biraz da Vinland’dan, “Şarabistan”dan bahsedelim.
Yeşil Vinland masalı ya da menkıbesinde, İzlandalı kâşif ve halk kahramanı Leif Erícsson’ın (970 – 1020), kendisine “Amerika kıtasına ayak basan ilk Avrupalı” unvanını verecek olan deniz yolculuğu anlatılıyor. Bugün Kanada’nın Newfoundland denen bölgesinde bulunan Vinland, Üzüm ya da Şarap Ülkesi gibi anlamlara geliyor. Masalda yeşil çayırları, üzüm ağaçlarıyla, efsanevi bir yeryüzü cenneti gibi tasvir ediliyor. Buz ve kar ülkelerinden gelen bu insanlar için yeşil çayırlar cennetle eşdeğer tabii…
Viking Masalları, Kuzeyli denizcilerin, savaşçıların, halk kahramanlarının destanlarından oluşan, İskandinav tarih ve kültürüne meraklı olanlara tavsiye edebileceğimiz bir derleme.
Dipnotlar:
1-http://www.hurriyet.com.tr/teknoloji/tarihin-ilk-uzay-ulkesi-asgardia-ile-tanisin-40248254
2-https://asgardia.space/en/word
3-https://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/03/140305_vikingler_pr
Kaynaklar:
Hall, Jennie (2018). Viking Masalları (Servin Sarıyer, çev.). İstanbul: KaraKarga Yayınları.
Crossly-Hollan, Kevin (2016). İskandinav Mitolojisi: Viking Mitlerinde Tanrılar, Kahramanlar, Canavarlar (Simge Kaytan, çev.) İstanbul: Say Yayınları.
1975 İstanbul doğumlu. İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Resim Bölümü ve Gazi Üniversitesi Müzik Eğitim Fakültesi mezunu.
Yirmi yılı aşkın süredir klasik gitarla iştigal eden Yalçın’ın çocuk gitar eğitimi konulu bir yüksek lisans tezi var. Alirio Diaz, Costas Cotsiolis Tillman Hopstock gibi gitaristlerin atölye çalışmalarına katılan Yalçın, piyanist Anjelika Akbar’ın Su ve Bir Yudum Su albümleri için gitar düzenlemeleri yaptı. Kubilayhan Yalçın’ın fantastik ve bilim kurgu öykülerinden oluşan 2453 Alınyazıcı ve Ruhkurtaran adlı iki kitabı var.
Ankara ve Antalya’da yaşayan Yalçın, üçüncü kitabı Milenyum Manastırı’nı yayımlamaya hazırlanıyor.