1761 yılının sonlarına doğru Kasım ayının herhangi bir günüydü. Kalabalık, kaotik, ışıltılı bir yoldan geçtiğim kesindi ama bu yolculuğun nerede sonlanacağını hiç bilmiyordum. Altı yaşında bir çocuğun zihninden süzüldüğümü bilemezdim.
Sanırım beni önce çalmış, sonra çizgiler üzerine nota nota vücutlandırmıştı. Artık vardım. İlk olduğumu çok sonra öğrendim. İlk olmak güzeldir. O gün bunu anlamamıştım ama yıllar sonra tekrar burada ilk olarak yer bulmak, tarih içerisinde nerede olduğumu da bana hatırlatıyor. Basit bir ezgiyim aslında, çok karmaşaya yer bırakmadan, bir adım sonra hangi adımımın ne olacağı bellidir.
Kendimi hep arşenin uzun, vibrasyonlu ve dramatik süzülüşünde hayal ederdim, meraklı kulakların bana yöneldiği büyük salonlarda görürdüm, sanırım bu olmadı. Piyano için yazılmış küçük bir Menuet’mişim. Bunlar sistematik ve teknik kaygılar aslında. Bir Menuet ne kadar gerçekçi olursa o kadar olmaya çalışarak anlatacağım her şeyi.
Mozart’ın tüm müzik serüveninin başlangıcı olmak beni her zaman mutlu etmiştir. Benden sonra oluşan tüm eserlerini zaman içerisinde olgunlaşarak, ustalaşarak ve katılaşarak tamamladı. Bazen notaları kâğıda yazmadan sadece zihninden icra ettiğine şahit olmuştum. Bir adım sonrasında olmamak! (Sadece notalardan varolsaydınız, bir doğaçlamanın ne kadar dramatik olduğunu anlardınız!)
Çok eser yazdığından kafası karmakarışık, heyecanlı ve hayalperest bir çocuk olarak nasıl büyüdüğüne kadar, Mozart’ın tüm dönemlerine şahit oldum sanırım. Beni de etkilemiş ortak anılarımızdan bahsetmeye çalışacağım. Değil mi Mozart?
Neyse.
Bir gün Viyana sarayında müziğiyle, kralın ve kraliçenin nasıl da ağladığına aldırmaksızın telaşla ve coşkuyla çalıyordu. Aslında bunu fark etmemiş olması imkânsız, sanırım bununla eğleniyordu. Alkışların yükseldiği anlarda reveransın içindeki tebessümü başka bir şeyle anlatamazdım zaten.
Yine Salzburg’da bulunan Gasthof’da çaldığı akşamlardan biriydi. Çok içmiş ve ısrarla çalıyordu. Sanki sarhoşluğunun sınırları müzikalitesini de yükseltiyordu. Buna şaşırmamız yetmiyormuş gibi bakın ne oldu: Çaldığı eseri bir anda bitirdi. “Bitti,” dedi. Kimse anlamamıştı ne olduğunu. “Bitti, aklıma müzik gelmiyor artık,” dediğinde insanlar o küçük Han’da saatlerdir sadece doğaçlama çaldığını anlayıp alkıştan yeri göğü inletmişti.
Ahh Mozart!
Aloysia için günlece Fransa’da sokaklarda tek başına yürüdü ve sadece müzikle tutunup düşünebildi, yitip giden aşkını. Tam o dönemlerde 25. Senfonisini yazdı ve kemanlara neden bu kadar yük bindirdiğini sanırım ikimizden başka kimse bilmeyecek dostum.
Şimdi sizlerin öykülerde ve tablolarda tasvirleriyle oyalandığınız, benim ise bizzat bulunduğum ve donduğum Viyana’nın bir kış akşamında neler olduğunu anlatayım. Viyana kralının baş müzisyeni, kilise baş ilahicisi, besteci ve piyanist Antonio Salieri tarafından, Mozart saraya davet edildi. Mozart’ın yavaş yavaş yükselen ismini duymaya başlayan Salieri, yeni eserinin Mozart’tan nasıl geri döneceğini öğrenmek istiyordu. Benim Mozim ise, saraya davet edilmenin keyfini çıkartıp akşam yiyeceği yemekleri düşünüyordu. Mozart müzik düşünmezdi. Bu onun işi değildi. Aklına sevimli bir konu gelir ve onu notalandırırdı. Bazen bir kıyafete, bazen bir fikre bazen de bir insanın tavrına nota biçtiği olurdu. O, papagenolu, allı pullu, inli cinli Sihirli Flüt dünyasının oluşumu da tam anlamıyla böyleydi ama bunu anlatmaya hiç vaktim yok.
Salieri, uzun bir müzik akşamından sonra Mozart’ı da gece boyu incelemiş kendisiyle kıyas bile edilemeyecek olduğunu düşünmüş ki sadece onu uğurlarken kapıda “Nasıldı?” sorusunu sormuştu. Mozart, “Sopranolar çok bağırıyor,” cevabını verdi. Zaten Salieri’yle arasında ne olmaya başladıysa bu akşamdan sonra hiç bitmedi.
Çok zaman oldu bazı durumları çok net hatırlayamıyorum ama Schubert’i çok sevdiğini Bach’ın önünde diz çökmek istediği anları unutamıyorum. Bir Pazar günü Salzburg’da Bach‘ın Motet’lerini inceledikten sonra “Artık benim de öğreneceğim bir şey var,” demişti. Schuberth’in ölmeden önce ağzından çıkan son kelime “Mozart” olmuştu, bunu duysun isterdim. Sanırım bu Salieri’nin son anları için de geçerli..
İngiltere’de bulunduğu bir zamandı. Konser vereceği salona at arabasıyla ulaşmaya çalışırken aklına bir şey geldi ve yüzünde oluşan şaşkınlığı hiç unutamıyorum. “Tam 1267 gün olmuş,” dedi. “Evden ayrılalı tam 1200 gün!” İşte tam o anlarda müziğiyle oyunlar kuran ciddiyetsiz çocuğun zamanın içerisinde nasıl sürüklendiğini sadece ben görüyordum. Mozart o gün, atlı arabadan sanırım daha da büyümüş olarak indi.
Son dönemlerinde ise aramıza birçok yeni eseri girmişti. Belki de yüzlercesi, ama ben hepsinin kâğıt üzerinde nasıl oluştuklarına şahit olduğum için önceliğim olduğunu düşünüp hep mutlu oluyorum. Beni ilk kaleme aldığı günden beri kısa bir ömrü uzunca beraber yaşadık. Her şeyi anlatmadım, anlatmak da istemem. Sadece beni altı yaşında zihninden parmaklarına taşımış küçük çocuğu çok özlüyorum.
Ben Mozart’ın ilk eseriyim.
Ben Mozart’ın kimyası, fikriyatı ve biraz kendisiyim aslında…
Mutlu yıllar eski dostum.
Seni çok seviyorum.
KV.1 Sol Majör
Yazıda adı geçen eserler sırasıyla :
1-) İlk eser :
2-) Mozart 25. Senfonisi:
3-) Salieri Aria :
https://www.youtube.com/watch?v=_H2rIuoNIIM
4-) Bach Motet :
1981 İstanbul Doğumlu.
SAÜ Türk Müziği Lisans,
KOÜ Yüksek Lisans,
AÖF Sosyoloji
R.John Fowles ,W.A.Mozart ve A.Veysel’i çokça sever..
Profesyonel Öğrenci
Eğitimci, Okur-Yazar
Müzik yazıları yazmaya çalışıyor.
Hocam elinize sağlık. digerlerinide yazın
Hocam elinize sağlık çok beğendim devamını bekleriz