Murat Arda Pelin adlı ilk romanıyla okur karşısında. Destek Yayınları etiketiyle çıkan “Pelin” adlı romanı ve düşündürdükeri üzerine bir inceleme.
Kitap incelemesi yazmak, mutlaka kitaba mesafeli ve objektif bakmak mıdır, bilemiyorum. Bazen metnin içinden çıkamıyor, kitabın sayfaları arasında bulduğum tenha bir köşeden yazıyorum ne yazacaksam.
Murat Arda’nın “Pelin”i için de aynı durum geçerli.
Halid Ziya, zamanında “Kırık hayatlar”ı yazmıştı. Sosyolojik şartlar değiştiğinde hayatlar kırılmaya devam etti ama Oğuz Atay tarafından “Tutunamayanlar” adı verildi bu sefer. Doksanlardan sonraki kuşağın da tutunamayanları vardı ama bu sefer adlandırma, “Kaybedenler”e evrildi. İsimler değişse de yaşananlar değişmedi. Kaybetmek, tutunamamak, kırılmak hep kaldı. İşte “Pelin” romanını ve karakterlerini de bu açıdan görmeden edemiyorum.
Ama önce biraz yüzeyden açılalım.
İki ay kadar önce Murat Arda ve Pelin ‘le karşılaşınca, kitabı okuyup incelemeyi beklemeden ŞURADAKİ metni yazmıştım. Şimdi o metnin sonundaki sözümü tutup, biraz daha ayrıntılı konuşmak için buradayım.
Murat Arda ‘yı özellikle Deli Kasap takipçileri “Pelin”den önce de tanıyorlar zaten. Ne mutluluk ki “Pelin”i yazdı ve çok daha fazla insanın kendisinden haberdar olmasını sağladı.
Açık konuşmam gerekirse, kitaplarını yayınladığı bazı yazarlar ve eserleri sebebiyle mesafeli yaklaştığım Destek Yayınları’yla aramızı biraz ısıttı Pelin her şeyden önce. Tabii bu, yayınevinin ne kadar umrundadır, ayrı konu…
“Pelin” romanı için muhtelif kaynaklarda “yeraltı, roman-noir” vesaire isimlendirmeler yapılıyor. Hem romanın türünü gerçekten tanımlamak, hem de sağlıklı bir tasnif için kategorize etmek kaçınılmaz elbette. Ama ben yine de “Pelin”le, kitabın dahil edilebileceği tüm kategorilerin ötesinde bağ kurmadan alamadım kendimi.
Murat Arda, Pelin ve Doksanlar Nostaljisi
![]() |
EKO TV’de Yavuz Çetin ile Güven Erkin Erkal |
Doksanlara rastlayan ve en yakın şehir merkezine kilometrelerce uzak bir sahil kasabasında geçen kendi yeniyetme dönemimde, bizimle yaşayan dayımın bir şekilde edindiği kasetler ve TRT’nin haftada bir gün yaptığı yayınlar olmasa Rock ve Metal müzikle karşılaşmam imkansızdı belli bir yaşa kadar. Sonrasında EKO TV dönemiyle birlikte biraz olsun açılmaya başlayan ufuklar ve benim ulaşabildiğim en iyi kaynak olan Güven Erkin Erkal programları açlığı biraz olsun gidermeye başlamıştı. Nadiren elimize geçen dergiler ve Güven Abi’nin programlarından duyuyorduk İstanbul’da bir Kadıköy olduğunu, bir Taksim olduğunu… Efsane Kemancı vardı mesela, AKMAR vardı, duyuyorduk. O yeniyetmeliğimiz orada geçsin, abilerimizin yanında yetişelim diye arzuluyorduk ama nafileydi tabii…
Doksanların sonuna doğru satanizm “dalgasına”, çarşı karıştı tabii. Bir yanda ali kıran baş kesen ülkücü hareket, bir yanda kedi kesme ayinleri, Şehriban Coşkunfurat cinayeti, bir de medyanın gazıyla bulanan sular derken bu sefer şehirle aramızdaki mesafelerin hükmü kalmadı. Kendi çapında “marijnal, metalci” takılan ergenler olarak bizimle de “satanist” diye en azından dalga geçilmişti.
İstanbul’da olmasak da aklen ve manen ucundan kıyısından yakalamaya çalıştığımız o yılları, benden birkaç yaş büyük olduğunu anladığım Murat (abi diyeceğim neredeyse), işte tam içinden, bizim kendi çapımızda duyduğumuz heyecanı, dönemin en önemli yerinden bildiriyor “Pelin” romanında. Köprüaltı’ndan Taksim’e Kemancı macerası, Haydar Bar, İstiklâl, dönemin giyim kuşamı, kültürü, yeni yeni öğrenilen metal grupları, eroin “salgın”ı falan derken gerçek olayların kat be kat içine girip, nispeten kıyıda köşede kalan bir karakterin ve olayların ortasına çekiyor bizi.
Bir yanda dönemin öyle veya böyle eğlenceli ve heyecanlı ortamını, doksanların darbe sonrası kültür değişimini, seksin özgürce yaşandığı yılları görürken öte yanda gerçekten yaşayan bir karakteri, Pelin’i görüyoruz.
[SPOILER]
Bir cemaat mensubu olan babasının baskısına karşı direnen, şunun ya da bunun değil, tam olarak “özgürlüğünün” peşinde koşan ancak travmalarının, geçmişinin, bu dünyadaki yalnızlığının ve terk edilmişliğinin yakasını bırakmadığı Pelin ile en yakınındaki -ve Pelin gibiler için aynı zamanda en uzağındaki- dostu Can ile maceralarını izliyoruz.
[SPOILER]
Pelin ile Can’ın dostluğu çerçevesinde yalnızca birkaç roman karakterinin yaşadığı kurgusal olayları değil, o zamanın göbeğinde yer alan ve biraz zorlayınca Murat Arda’nın değiştirdiği isimlerini çözebileceğimiz Taksim’in ünlü tiplerini de görebiliyoruz. Ve tabii, siyasi ortamları, iktidarlar değişse de dümenlerinin hiç değişmediği gerçeğini doksanların kapı deliğinden gözetliyoruz.
Her Erkeğin Bir “Pelin”i Var mıdır?
Öte yandan Pelin karakteri, özellikle hayatının en azından bir dönemini bile “rocker” olarak geçirmiş her erkeğin karşısına çıkmasını istediği, çıktığı zaman da aklını, kalbini alamadığı o efsanevi kadın olsa gerek. Yataktan sokağa kadar her anını eğlenceyle, coşkuyla geçirmeyi arzuladığı ilişkinin aşk objesi… Bir erkek olarak biliyorum ki görse de görmese de, elde edebilse veya tekmeyi yese de vardır hepimizin bir Pelin’i. Bu açıdan da Murat Arda’nın Pelin’i tek bir kahraman olmaktan çıkıyor, bir hayal ve aşk unsuru haline geliyor roman boyunca.
Bugünün Türkiye’si İçin Bile Cesur
Murat Arda’nın kalemi tek tip değil. Yani farklı karakterlerin, farklı ruh hallerine göre üslubunu öyle güzel ani değişimlere uğratıyor ki romanı birden fazla kişi yazmış hissine kapılıyorsunuz. Bir yerde olayların akışını olağan cümlelerle anlatan Arda, bir yerde sizi başarılı imgelere, metaforlara, hayal unsurlarına sokuyor. Bunu yaparken de suya sabuna dokunmadan duramıyor. Her ne kadar romanda değiştirilmiş isimlerle anlatılsalar da pek çoğu bugün halen yaşayan o zamanın siyasi tiplemelerini görüyorsunuz. Sözgelimi, romanın ortalarına doğru gözlerim, dönemin haberlerinde duyup irkildiğimiz “hortum” lakablı başkomseri ararken karşımda buluverdim.
Şahıslardan çıkıp romanın geneline baktığımızda bile, Murat Arda’nın yazdıkları özellikle bugünün Türkiye’si için çok cesur. Bu da takdire şayan tabii.
İşte tüm bu yarı objektif tespitlerden, teknik analizlerden sonra, karakterleri içselleştiren bir okursanız yine de canınız sıkılıyor. Hayır, “Romanın sonunda neler oluyor” merakı yaratmak değil niyetim. Ben kitapların ve filmlerin sonlarıyla değil bütünleriyle ilgilenen biriyim.
“Pelin” romanında tanışacağınız kahramanlar gibi eroine, uyuşturucuya, alkole ve toplumca olumsuzlaştırılmış türevlerine bulaşan kahramanlarla karşılaştığınızda, iki seçenek arasında kalırsınız: Ya bu insanlara ibret gözüyle bakacaksınız, ya da onları ibret yapan topluma lanet edeceksiniz. Ben, ikinciyi seçiyorum.
Toplumun, tabiatta bile olmayan bir düzenlilik hayaline aşık oldukça çökmesinin, muhafazakar olmak istedikçe muhafaza edecek hiçbir şeyi kalmamasına lanet ediyorum mesela.
Kuşkusuz toplum, ibret objesi haline getirdiği her şeyi kendisi yaratır. Sonra da karşısına geçip vicdan mastürbasyonu yapar, haline şükreder.
O çok güvendiği garantici ve emniyetli hayatının penceresinden, dışladığı o kaybedenlere, tutunamayanlara, kırık hayatlara bakanların doğal ve olağan ölümlerindense, özgürlüğünü ve bireyliğini yaşamak pahasına geldiği yolun sonunda, altın vuruşa kurban gidenler daha onurlu olsa gerek. Daha “ideal” değil, fakat daha onurlu. “Maalesef”, onurlu olmak için bu yolu seçmek zorunda bırakıldığı için “maalesef”.
Pelin ve Can’la ve onların yanlarında roman boyunca yol alan tüm o kahramanlarla ben de zaman geçirdim kitabı okuduğum süre boyunca. Gerçekten oradaydım. Kemancı ‘da, Cihangir’de, Ortaköy’de, o uzun ve eğlenceli tren yolculuğunda… Murat Arda belki bayat trajediden uzak durmak için eğlenceyi ve espriyi özellikle yüksek dozda tutmuş romanında. Ama ben ne kadar eğlendiysem o kadar üzüldüm kitap bittiğinde.
Doksanlardan Bugüne
Pelin; yalnızca 21.yüzyılın kaybedenlerini hazırlayan ama her şeye rağmen dolu dolu olan doksanların romanı değil. Bugün, yapacağı çocuk sayısından içeceği içkiye, evde beraber kalacağı arkadaşlarının cinsiyetinden toplu eğilimleri iktidar
sahiplerince belirlenmek isteyen kuşağın da romanı. Umarım, en azından bir sonraki kuşağın romanı olmaz ve biz onu illa kategorize edeceksek bir “klasik” veya “kült” olarak değerlendiririz.
sahiplerince belirlenmek isteyen kuşağın da romanı. Umarım, en azından bir sonraki kuşağın romanı olmaz ve biz onu illa kategorize edeceksek bir “klasik” veya “kült” olarak değerlendiririz.
Geçtiğimiz sonbahar yayınlanan Güven Erkin Erkal’ın “Türkiye Rock Tarihi 1: Saykodelik Yıllar” kitabının yanına farklı bir türde olsa da, o eseri fazlasıyla tamamlayan, dönemi içinden, yaşayan ve yaşatan anlatımlarla bize getiren Pelin’i koyalım mutlaka.
Başta bahsettiğim, romandan kopup gittiğim yerde, Murat Arda ’nın tetiklemesiyle söylemek istediğim son cümleler şöyle:
İnandığı değerler uğruna alternatif yolları deneyen o asil bireylere karşı kendi sınırlandırılmış, garantiye alınmış hayatına şükredenlerdir asıl ibretlik olan. Görmediklerinin ruhsuzluğuyla ölümü bekleyenler, gördüklerinin mutluluğuyla ölümü seçenlerden daha zavallıdır.
Velhasıl, Murat Arda’yı tanıyın, Pelin’i okuyun sevgili okuyucu.