Zeynep Eşin’in Ayrıkotu Kitap‘tan çıkan ve öykülerini bir araya getiren Son Üç Dakika kitabını Sezen Doğan inceledi.
“Çok geçmeden, yükselen ezan sesine karıştı Leyla ablanın çığlığı. Cihangir çığlık oldu.”
Acı, ne kadar derin ya da ne kadar yakınımızda ise daha mı çok içimize işliyor ve etkisi altına alıyor bizi? Başkalarının acısından ders çıkararak daha temkinli mi atıyoruz adımlarımızı? Bir düşünün; Leyla sizin en yakın arkadaşınız ya da Ayşe kızınız olsaydı onların çektikleri acılara kayıtsız kalabilir miydiniz?
Fatma, Emine, Sevda var olma savaşı veren kadınlar,
Eğer var olma bir savaşsa bu savaşta kaybetmek zorunda bırakılan kadınlar,
Hemcinsleri tarafından da hiçe sayılan, hor görülen, dışlanan kadınlar,
Cinsel obje olarak görülen kadınlar.
Özgürlüğü kısıtlanan, gerek sözlü gerek fiziki şiddete karşı dimdik ayakta durmak zorunda olan kadınlar…
Zeynep Eşin, Son Üç Dakika’da kadınların hayatlarına dokunmaya, yarım kalmış hayatların vedalarına tanık olmaya çağırıyor okuru ama dokuz öyküden oluşan öykü kitabını sadece kadın sorunlarına indirgemek, hem yazara hem ustaca oluşturulmuş öykü karakterlerine yapılmış bir haksızlık olur. Bu öyküler insana dair çünkü. Kadın, erkek, çocuk. Anne, baba, evlat.
Her hikâyede, kalbimize dokunan kelimelerin ağırlığını taşıyabilme gücümüzü test ediyor yazar. Aynı coğrafyada yaşayan farklı kültürlerde büyümüş hayatların can yakan hikâyelerini anlatırken kaleminin gücünü cesurca sergiliyor. Her öyküde farklı teknikleri hatta bazı öykülerde birkaç tekniği ustalıkla cümlelerin arasına yerleştiriyor. Alt metinleri çözmeye çalışırken bir kez daha hatta bir kez daha okumamız gereken satırların tadına varmamızı sağlıyor. Her defasında anlamı bulmaya adım adım yaklaşan bir puzzle parçası gibi zihin fırtınası yaşatması öykülerin kendi içine gizlediği hikâyelerin sahiciliğinden kaynaklanıyor. Aynada bir bir kararan silüetleri izlemeye başladığımızda, hayatlarına tanıklık ettiğimiz insanlar gülümseyip geçiyor yanımızdan.
Son Üç Dakika’daki öykülerde birbirinden farklı baba karakterleri de karşımıza çıkıyor. Git Dedi Bana’da bir kamyon eşyanın ardından koşarak yetişmeye çalışan sessiz çığlıkları duyulmayan bir baba yakıp kavuruyor bizi;
“Babam yine kedi gibi pısmış kapı önünde, öylece uzaklara bakıyordu. Kim bilir belki kendisi de gelecek sanıpkasabayla vedalaşıyordu. Gittim yanına, sarıldım, vedalaştım. Ha babam ha duvar. Acıdı şurası be Hâkim Bey, kamyonun arkasından koşturup sonra yerde sürünmeye başlayınca, yandı canım.”
Kitaba adını veren Son Üç Dakika’da ise bütün nefretinizi kusuyor, iğreniyorsunuz. Dört duvar arasına sıkışıp kalan, her gün yaşanan baba işkencesinin gerçekliği öyle acıtıyor ki içinizi, ölsün istiyorsunuz o baba, yok olsun.
“Darbe sol dirseğinin üstünden gelmişti. ‘Aptal kemer!’ Harfleri toparlayabildiğine şaşırmıştı. Kemer aptaldı çünkü canını acıtıyordu. Daha acıklı tabirler bulmaya vakti yoktu. Darbeler arası düşünme süresi vermek, adamın pek tarzı değildi. Kollarına inen on iki kemer darbesinden sonra hissizlik başlamıştı. Aslında yediden sonrasından emin bile değildi.”
Peki ya ölüm; kimimizin korktuğu kimimizin hayatın bir parçası diyerek kabullenip beklediği ama içten içe mutlaka ürktüğü o acı gerçek. Hani bazen kızarız birilerine, hiddetleniriz, bir kaşık suda boğsam, kılım kıpırdamaz diye atıp tuttuğumuz ölüm. Birini öldürmek, belki anlık belki hayat boyu süren bir birikim, belki bir hayal kırıklığı, belki de hepsinin tek acı gerçeği olarak dikiliyor karşımıza… Neden katil olur bir insan?
“Yedisinde bez bebeği ile oynarken Asya, gözü kaydı sedirin üstündeki tabancaya. Ayşe’nin akşamları koyduğu sandıktan çıkardığı, sabahları tekrar yerine bıraktığı babasından yadigâr beylik tabancası.”
Her öykü; saklı kalmış gerçekleri, bastırılmış duyguları ortaya çıkarırken içinizde bir yerleri kanırtıyor. Kapalı anlatımın ağırlıklı olduğu öykülerde bazı satırları dönüp tekrar tekrar okumak zorunda kalabiliyor okur. Bilinç akışı, röportaj, geri dönüş tekniği edebi anlamda bir şölen gibi giriyor hayatınıza Son Üç Dakika ile.
Geçtiğimiz günlerde bir kitap incelemesi okumuştum. İncelemeyi yapan kişinin, yazar için en yakın arkadaşım demesi çok hoşuma gitmişti. Ben de Zeynep Eşin’in benim için ne demek olduğunu birkaç cümle ile yazmaya çalışmak isterim. Hocasının kitap incelemesini yapmaya çalışan bir öğrenci olarak yolumun kesiştiği en güzel insanlardan biridir Zeynep Eşin. Zaten edebiyata gönül verdiyseniz bir şekilde yol sizi ona ulaştıracaktır. Gerek kaleminin gücü gerek yüreğinin büyüklüğüyle edebiyata gönül vermiş ve o güzel gönlünü bu anlamda yol almak isteyen herkese sorgusuz sualsiz sonuna kadar açmıştır.
“Tamam Hakim Bey olaya döneyim. Laf lafı açtı derken uzadı, pek olay sayılmaz ama… Gittim işte, öylece aldı beni içeriye…”