Yazıyı yazmaya başlamadan önce, Herman Melville’in Kâtip Bartleby ’sini tekrar okurken, zihnimde Franz Kafka’nın Açlık Sanatçısı öyküsü o kadar çok çaktı ki Kâtip Bartleby’i tek başına yazamayacağımı fark ettim. Böylece Açlık Sanatçısı, Kâtip Bartleby’nin yanına bütün yalnızlığıyla usulca oturdu.
“Varsayımların değil, tercihlerin adamıydı.” Kâtip Bartleby- Herman Melville
Yolun hemen başında iki karakterin de ne kadar yalnız, kimsesiz ve geçmişsiz olduklarıyla yüzleştim. Açlık Sanatçısı; kendisini, açlığını ve konsantrasyonunun muazzamlığını sergilediği o kafeste yapayalnızdı. Önünden yüzlerce hatta binlerce seyirci öbekleri geçerken de yapayalnızdı. Omurga kemikleri dışarı fırlamış, soluk benizli Açlık Sanatçısı, ne bir saman yığını üzerinde sessizce otururken ne de ne kadar zayıf olduğunu seyircilere göstermek için parmaklıklar arasından uzattığı elini kimse tutmazken kendini iyi hisseder. Açlık Sanatçısı öyle yalnızdır ki, hayatının en büyük direnişini yaparken hiç kimse fark etmez bile… Kaç gündür aç olduğunu gösteren ilan tahtası bile güncellenmez olmuştur. Artık hiç kimse onun direnişini, eylemini görmez. Aslında tam da bu yüzden jübilesini yapmak ister. Kimse fark etmezken, binlerce çift gözün önünde ölmektedir. En büyük ironisi de buradadır bu hikâyenin; herkesin gözünün önünde kendini öldüren bir adam ve başta yalnızca izleyen ve sonrasında artık bu şiddet biçimini kanıksayıp, ilgilenmeyen, kafesin önünde kısacık bir süre bile durmayan binlerce insanın varlığı… Yapayalnız ama herkesin gözü önünde git gide eriyen bir yaşam…
Diğer yanda ise Kâtip Bartleby eylemlerini yavaş yavaş azaltarak “yapmamayı tercih ederken” aslında aynı Açlık Sanatçısı gibi bir intihar biçimine soyunmuştur. O da yapayalnızdır, köklerine bağlı değildir, memleketsiz, ailesiz ve hatta geçmişsizdir. Her ikisi de önce yaşamın içinde yer almamayı tercih ederek kendilerine başka formlar yaratmışlardır. Bu formların içinde usulca yok olmaktır amaçları… İki karakterin de çizdiği resme biraz uzaklaşıp baktığımızda ikisi de sistem çarklarının en küçüğünü kırarak temsil ediyorlar kendilerini. İkisi de sistemin dayattıklarına karşılık olarak bir eylem biçimi geliştirerek karşı geliyorlar aslında. Sistemle uyum problemi yaşayarak toplumsal düzenin çürük çarklarını oluşturuyorlar. Üstelik diğer yanda karşı durdukları şeyden o kadar eminler ki, uğrunda yaşamlarını feda etmeyi “tercih ediyorlar”.
” Kâtip Bartleby ‘nin Ölümü En Az Açlık Sanatçısı ‘nınki Kadar Hüzünlüdür”
Mekânlara baktığımızda da, karakterlere dair ve Kafka ve de Melville’in altını çizmek istediklerine dair çok fazla ipucuyla karşılaşıyoruz bence. Önce Açlık Sanatçısı’na bakalım; kendisi bir sirkte bir kafesin içinde “sergileniyor”. Bu kafes onun her şeyden vazgeçtiği yer. Tüm dünyaya sessiz çığlığını attığı yer. İnsanlar sirke yalnızca eğlenmek ve hoş vakit geçirmek için gelirler. Tehlikeye yer vardır, adrenaline her zaman yer vardır fakat mutsuzluğa ve dehşete asla yer yoktur bir sirkte. Açlık Sanatçısı kendisine görünür olduğu fakat fark edilmediği bir yer seçmiştir. Binlerce insanın gözleri önünde günden güne eriyip yok olabileceği, pasif direniş sağlayabileceği bir mekân seçmiştir. Kâtip Bartleby ise Wall Street’te, yani dev finans şirketlerinin göbeğinde, büyük banka şubelerinin, sigorta şirketlerinin olduğu bir caddede kendisine kâtiplik işi bulmuştur. Bartleby’ye baktığımız zaman da kalabalıkların içinde ölümü tercih ettiğini görebiliyoruz aynı Açlık Sanatçısı gibi. Gerçi Bartleby’nin şansı Açlık Sanatçısı kadar yaver gitmiyor ve bir hapishanede yaşamına son veriyor olsa da, motivasyonu; o dev şirketlerin olduğu, sokaklarından her gün milyonlarca insanın geçtiği o avukatlık bürosunda yaşamına son vermektir. Üstelik ne şanstır ki bunca şık ofisin içinde, kendisinin çalıştığı masanın tam karşısındaki pencere bir duvarı görür. Ne bir sokağı, ne bir ağacı, ne de bir karşı pencereyi… Yalnızca dümdüz tuğla bir duvar vardır Bartleby’nin baktığı pencerenin manzarasında. Bu da onun çıkışsızlığının simgesi gibidir adeta. Bir süre sonra, önce delilikle sonra da serserilikle suçlanarak hapishaneye atıldığında Bartleby, yine bir duvarın karşısında öylece durur. Evet, Bartleby topluma uygun delirmemiştir, topluma aykırı delirmiştir ve bu yüzden de “yapmamayı tercih etmekten” içeri atılmıştır. Günlerce haftalarca öylece durur ve o hapishane duvarının dibinde sessizce ölür. Öyle hüzünlüdür ki onun ölümü… En az Açlık Sanatçısı’nın ölümü kadar hüzünlüdür. Sessiz, sedasız, iki nefeste…
Avukatlık bürosu sahibi -aynı zamanda anlatıcı- Kâtip Bartleby’nin Sahipsiz Mektuplar Bürosu’nda memurluk yaptığını söyler bize son sayfada. Aslında Bartleby’nin neden böylesine “tuhaf” bir adam olduğunu anlamaya çalışırken vardığı sonucu paylaşır bizimle: “Sahipsiz Mektuplar! Ölmüş insanlar gibi gelmiyor mu kulağa? Bir adam düşünün ki, mizacı ve talihsizliği yüzünden cansız bir umutsuzluğa meyilli olsun; sürekli bu sahipsiz mektuplarla uğraşmak, onları ayırıp ateşe atmak, bu umutsuzluğu arttırmaz da ne yapar?” Yani anlatıcımızın bize işaret ettiği; Bartleby’nin bu insan hikâyeleri içinde umutsuzlukla kıvranıp duruyorken, kendisini çıkışsız, yorgun ve çaresiz hissettiği için ölmeye yatmış olduğu… Ah Bartleby! Ah İnsanlık!… Açlık Sanatçısı’nın son cümlelerine baktığımızda da O’nun ölmekten başka çaresi kalmadığını görebiliyoruz: “Çünkü aç kalmak zorundayım, başka türlü yaşayamam… Çünkü sevdiğim yiyeceği bulamıyorum. Eğer bulsaydım, inanın bana, ben de siz ve diğerleri gibi tıka basa karnımı doyururdum.”
Hem Bartleby hem de Açlık Sanatçısı içinde bulundukları düzeni reddederler, ikisi de mutsuz ve umutsuzdurlar. Yaşadıkları düzenden başka bir seçenekleri olmadığı için, ikisi de kendisini belki de olabilecek en sert şekilde öldürürler; açlıkla…
Bu iki hüzünlü yok oluş hikâyesinin benzeş yönleri çoğaltılabilir elbette… Bu can yakıcı iki hikâyede sisteme dahil olamayan, pasif direniş gösteren Bartleby ve Açlık Sanatçısı’nın bende bıraktığı his, kardeşimi kaybetmek gibi oldu… Sizi kurtaramadığım için üzgünüm kardeşlerim… Lütfen beni ve tüm insanlığı affedin…
Görsel: Bill Bragg

2012 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Dramatik Yazarlık bölümünden mezun oldu. Çeşitli yerlerde öykü atölyeleri ve drama atölyeleri düzenledi. Dramaturg olarak Tiyatro 4’te yer aldı. Çeşitli mecralarda öyküler ve incelemeler yayımladı. Şimdi senarist olarak yazınsal yaşamına devam etmektedir.