Candaş Tolga Işık’ın imtiyaz sahibi olduğu Kafa Grup, bünyesinde yeni markalar yaratmaya devam ediyor. Fitbol Dergi, Tarih Dergi, Kafa Radyo ve şimdi de ismiyle müsemma Sadece Şiir dergisi. Sadece Şiir dergisi yeni bir dergi olarak karşımızda ama aslında bir başka derginin suretini taşımak gibi bir kaderi var demek yanlış olmaz.
Yeni nesil edebiyat dergileri ile ilgili çok önceleri SÖYLEMİŞTİM söyleyeceklerimi. Bağlantıdaki yazıya ek olarak sosyal medyada veya söyleşilerde paylaştığım fikirler, yüz yüzeyken çoğunlukla haklı görülse de iş, bu fikirleri kamuya açık yerlerde söylemeye gelince ya pek sesi çıkmadı insanların ya da benim gibi yüksek sesle eleştirenler öfkeli, ateşli, kötü çocuklar yerine konuldu. Bunu büsbütün haksız göremem; bizde eleştiri hâlâ, eleştirileni yok etme arzusuna yaslanıyor. Oysa eleştirinin birinci işlevi dönüştürmek olmalı.
Her ne kadar aradan geçen zamanda edebiyat dergilerine veya güncel yayıncılık dinamiklerine daha esnek bir yerden baksam da bazı kırmızı çizgilerimiz olmayacağı anlamına gelmiyor bu. Esnek bakmamın sebebini de açıklayayım: Birincisi; elbette herkes istediğini yazmakta, yayımlamakta özgürdür. Yüz bininci kez tekrara düşeceğim ama nitelikli işe hakkını verecek veya onu fark edemeden bir sonraki rafa geçecek olan, okurdan başkası değildir. Ne yazık ki ikinci okur tipi biraz daha kalabalık.
Esnek bakışımın bir diğer sebebi de Türkiye’de her alanın olduğu gibi ana akım kültür ve yayıncılığının da daralmakta oluşu. Politik, ekonomik ve kültürel konjonktürün sınırları öyle katı ve kontrolsüz çizildi ki yazarından editörüne, yayıncısından emekçisine dek hiç kimse bir diğerine çarpmadan yol alamaz hale geldi. Kâğıt masrafları günah keçisi olmuş durumda ama tek etken bu değil. Kültür ikliminin kuraklaşması, ekonomik olarak girilen çıkmazlar ve buna bağlı olarak okurun talepleriyle yayınevlerinin arzı arasındaki çeşitlilikte paranın, yani çok satmanın her zamankinden daha agresif bir koşul haline gelmesi, emekçi haklarının düşüklüğü yahut hiç verilmemesi ve ağırlıklı dağıtım gücünün bir grubun tekelinden başka bir grubun tekeline geçişiyle tekelleşmenin en sert halini görmeye başladığımız dağıtım ağı sorunları. Öyle ki büyük ölçekli yayınevlerinin yetkililerinden bile artık raflarda öne çıkmakta, uzun süre kalmakta zorlandığını sıkça duyar olduk.
Bunlara ekleyeceğim bir diğer sorun da yayıncılığın kültür işçiliğinden ziyade para kazanmanın, endüstrileşmenin bir başka yolu olarak görülmeye başlanması. “Yahu kaç kişi kitap okuyor da para kazanılsın buradan?” diyenler olacaktır lakin kazın ayağı öyle değil. Çünkü kitaplar da artık kitap gibi değil; sosyal medya fenomeninden, Wattpad gencinden, magazin ikonlarından veya ünlülerden transfer edilmiş yayın portföyleriyle, çok okuru olan yazarlara yazdırılan sipariş eserlerle yayıncılığın başka bir eksene kaymasını sağlayanlar iyi para kazanıyor olmalılar ki devam ediyorlar bu işe.
Durum böyleyken liyakat de söz konusu olmaktan çıkıyor elbet. Geçenlerde bir arkadaşım -elbette genelleme içerdiği için eleştiriye/yoruma açık olmakla birlikte- şöyle bir şey söyledi: “Bugün biri çıkıp Türk edebiyatının magnum opusunu yazsa, ilk görüşte fark edecek kaç editör veya yayıncı var?” Gerçi, koca edebiyat tarihinde büyük eserlerden kaçı ilk görüşte tanınmıştır, ayrı konu…
Liyakatin önüne diğer koşullar geçince de eserlerini okurla buluşmak isteyen yazarlar, daha çok okura kitap satmak isteyen yayıncılar ve olup bitenin bu kısmını pek de bilmeyen okurlar birbirlerine çarpıyor, sapla saman karışıyor. Sadece yazarlar ve yazar adayları değil editörler de hoşlarına gitmeyen mecralarda içlerinden gelmeyen işleri, mesleklerini yapmak ve hayatta kalabilmek için sürdürmek zorunda kalıyorlar.
Bu çerçeve içinde konumuza dönelim: Başta belirttiğim gibi, benim eleştiri anlayışım yok etmek üzerine kurulu değil; zaten Kafa Grup’un sahip olduğu ve Candaş Tolga Işık’ın her fırsatta dile getirdiği “Çok satıyoruz, öyle böyle satmıyoruz” beyanları karşısında böyle bir amacımız olsa da nihayete ulaşmayacağı belli. Yine de okur-yazar-yayıncı arasında sağlıklı köprüler kurmayı amaçlayan bir mecra ve okur farkındalığı oluşturma konusuna önem veren bir editör olarak hafızaları diri tutmak boynumun borcu.
Bundan iki küsur yıl önce yine Kafa Grup’un bünyesinde, Candaş Tolga Işık’ın imtiyaz sahipliğinde ve Kaan Koç’un genel yayın yönetmenliğinde Diri Ozanlar Derneği dergisi çıkmıştı. Sloganı ise “Sadece Şiir” olarak seçilmişti. O slogan iki yıl sonra oldu mu size yeni dergi?
2017’nin Şubat-Mart sayısında yayımlanan, Anıl Cihan’ın “Enstrümantal Kapitalizm ve Porno Suresi” başlıklı şiiri nasıl olduysa gerici kesimin dikkatini çekmiş, bir anda tepki almaya başlamıştı. Tam bu noktada “Şiir nasılmış ki?” diye merak etmeniz normal, ama bir derginin kapatılmasını veya sansürü gerekçelendirmek akıl ve mantık dışı olduğu için merakın bir adım bile ötesine geçmeyi düşünmek yanlış, kanımca. Sanatta neyin sakıncalı olup olmadığını belirleyebilecek bir ölçüt, sanatın doğası gereği olmadığı için konunun bu yönü -en azından benim için- tartışmaya kapalı. Yine de şiiri merak edenler BURADA görebilir. Kültür ve iletişim mekanizması sağlıklı olan bir ülkede bu tür bir durum, eleştiren tarafın üslubunca eleştirisi yapması, eleştirenin de buna kendi belirleyeceği bir doğrultuda cevap vermesi şeklinde seyreder. Türkiye’de ise hiçbir mantıklı gerekçe gösterilmeden dergi kapatıldı.
Dergiyi kapatma gerekçesi, dergi hesabından şöyle duyurulmuştu:
“Dergimizin bu sayısında editoryal ekip tarafından dergi yönetiminin tamamen bilgisi dışında yayımlanmasına karar verilmiş ancak okuyucularına gelen geri bildirimler üzerine yine dergi yönetimimizin halkımızın hassasiyetlerini rahatsız edeceği konusunda mutabık kaldığı bir içerikten dolayı Diri Ozanlar Derneği dergisinin bu sayısının toplatılmasına ve yayın hayatının sonlandırılmasına karar verilmiştir. Ortaya çıkan bu durumdan dolayı bir kez daha okuyucularımızdan özür diler, saygılarımızı sunarız.”
Burada iki tür aksaklık var: “Editoryal ekip tarafından dergi yönetiminin tamamen bilgisi dışında yayımlanmasına karar verilmiş…” kısmı, biraz önce bahsettiğim “yayıncılıkta liyakat” konusuna yeterince iyi bir örnek teşkil edecektir. “Sen editör olarak bir şiirin yayımlanmasına karar verebilirsin ama son kararı, seni oraya koyan patron(lar) olarak biz veririz”in kibarcasıdır bu.
O zaman dergileri de patronlar çıkarsın da biz editörler de bu utançtan ve zulümden kurtulalım diyeceğim ama diyemiyorum. Okuduğum ilk kitabı “Biraz Konuşmasak”tan bugüne şiirlerini pek bir zevkle okuduğum Kaan Koç’un bugün halen Kafa Dergisi’nin yazarlarından biri olması benim bu bütünleyici savunma girişimimi taca çıkarıyor. Sadece bu değil. Çok yakın zamanda bu ülkede bir yayınevi taciz ve korsan bandrol iddialarıyla gündeme geldi mesela; normal bir ülkede yer yerinden oynardı. Ben ve benim gibi birkaç kişi bunu duyurmak, bir tepki oluşturmak için tepelere çıkıp bağırdık ama sesimiz karanlıkta dağılıp sönümlendi. Üstelik o yayınevinden bu gerekçelerle ayrılan kimi isimlerin yine de yayınevleriyle flörtleşmekten, layklaşmaktan geri duramadığına üzülerek tanık oluyoruz. Neyse…
2017’de doğru düzgün oturup tartışılmadan, tepkilerin nereye varacağı gözlemlenmeden, son derece korkakça bir tavırla dergi apar topar kapatıldı. Nasıl bu kadar hızlı alındı bu karar? Medyanın farklı platformlarında kendine yer ve itibar edinen, buna Beşiktaş JK’ndeki konumunu da ekleyerek, son yılların sevilen “halktan adam” tavrıyla sağcısından solcusuna, liberalinden muhafazakârına herkesin gönlünü kazanan Candaş Tolga Işık’ın birkaç gericinin eleştirisine dergiyi kapatarak cevap vermesi ve “halkın hassasiyetlerinden” özür dilemesi, sadece işveren sağlamcılığıyla mı ilgili yoksa bu kadar farklı mecrada tanınan biri olarak bir yerlerden bir sitem, bir şikâyet mi geldi, birileriyle mi konuştu? Bir şey bilerek söylemiyorum, itham ediyorum sanılmasın lütfen; sadece bu hızı, bu telaşı anlamaya çalışıyorum. Malum, kendisi bir dönem uzak kaldığı Twitter’da “Az önce konuştum Candaş Tolga” olarak tanınıyor son zamanlarda.
Türkiye’de hepimiz bir hız trenindeyiz; akşamdan sabaha gündem değişiyor. Daha önemli meseleler unutulurken kapatılan bir şiir dergisini kimse umursamayacaktı elbet. Aradan sadece iki yıl geçiyor, karşımıza bu sefer “Sadece Şiir” dergisi çıkıyor. Şeriatın kestiği parmak acımaz; Diri Ozanlar Derneği’nden geriye sadece sloganı kalıyor, mevcut yaratıcılık da sloganı dergi adı yapmaya yetiyor. Kaan Koç yerine bu sefer sevgili Umay Umay var genel yayın yönetmenliğinde. İlk sayıda en üstte canımız küçük İskender’in (ki İskender’in küçük’ü büyük harfle yazılmaz, bilmeyenlere not) ismine altta kıdemli birkaç isim ekleniyor. Kıdemli diyorum çünkü içeride daha birçok ve birçoğu genç şair yer almasına rağmen kapakta onlara rastlanmıyor. Kafa Grup’un amacı satmak olduğundan belki, onlara şimdilik ihtiyaç duyulmuyor.
Umay Umay’ın herhangi bir şeyi kötü niyetle yapacağına inanmak zordur, ben de inanmıyorum, inanmak istemiyorum. Şiirli bir iş olsun, insanlara şiir ulaşsın istiyor kuşkusuz. İşte bu da yukarıda bahsettiğim “Hepimiz birbirimize çarpıyoruz”un bir örneği. Her ne kadar kendisiyle son yazışmamızda “Kimseye çarpmam, kimseyi harcamam” dese de… (-Ki inanıyorum ona.) Ben de, benim inandığım insanlar da harcamaz kimseyi ama birileri harcıyor olsa gerek ki iki yıl önce genç bir şaire ve Diri Ozanlar Derneği’ne emek veren onca insana sahip çıkılmadan tek hamlede kapatıldı bir dergi bu ülkede. Yetmez gibi aynı medya grubu, tüm bu insanlarla, okurlarla, hafızamızla hatta şiirle dalga geçer gibi, kapatılan derginin sloganıyla yeni bir dergi yapıyor şimdi.
Dediğim gibi, maksat hafızayı canlı tutmak. Hafıza diri kalsın ki ölüleri diriltmek isterken elimizdeki dirilerden de olmayalım. Bir zamanların Aydın Doğan’larına rahmet okutan bugünkü kurak ve agresif iklim kuşkusuz ki yarın rüzgâr döndüğünde yeni Aydın Doğan’lar yaratacaktır. Ve tabii ki bu kuraklıkta onlara da koşacak, sarılacak, onları özgürlükçü sanacak birileri çıkacaktır. Hatta belki çoktan çıkmıştır bile… Yorum sizin…